Hayırsız Evlat - 16. Bölüm: Kill Me! -1
İyi Okumalar!
"Belirli bir süre ölüm cezası ertelenmiş birer hükümlüyüz."
Dorian Gray'in Portresi - Oscar Wilde
Gülüşlerim sanırım dışarıya çıkmıştı ki, hemşire gelmişti. Ama benim öylesinde gür kahkahalar attığımı görünce hemen cebinden bir küçük telefon gibi bir şey çıkarıp tuşa basmıştı.
Bir şeyler diyordu ama kulaklarım sadece kendimi kahkahalarımı duyuyordu. Kahkahalarım bana neden çığlık gibi geliyordu. İroniye gülüyordum oysa, o zaman bu acı çığlığı atanda kimdi?
Ben olamazdım. Acaba ben ona gülüyorum diye, çocukluğum mu çığlık atmaya başlamıştı.
Gözlerimle etrafa bakarken odaya doktorların girdiğini görünce, çığlık daha güçlenmişti. Komikti. Doktorlardan mı korkuyorsun ha? Çocukken doktorları severdik, ama sende haklısın bizim ölmemize mâni oluyorlar değil mi?
Biri bedenimi yatağa bastırıyordu. Doktorlar birbirlerine bir şey diyorlardı, dudaklarının hareketlerinden anlıyordum bunu ama çığlık o kadar güçlüydü ki, duyamıyordum bile.
Sinirlenmeye başlıyordum. Çocukluğum bu kadar sinir bozucu muydu her zaman?
Serkan Sayer’in neden beni sürekli dövdüğü şimdi anlaşılıyordu. Böyle çığlık atan çocukla uğraşılmazdı.
Kalbime doğru bir iğneyi sapladıklarında, iki kolumdan ve omuzlarımdan beni yatağa sabitlediklerini daha yeni fark ediyordum.
Göğsüm istemsizce havaya kalkarken dudaklarımdan derin bir nefes alırken, çığlık gitmişti.
Korkmuş muydu? Neredeydi bu çocuk yine. Yanımdan ayrılmamalıydı. Büyükler küçük Kunter’e hiçbir zaman iyi davranmamıştı. Benden başka güvenebileceği kimsesi yoktu. Belki de sessizce ağlamaya geçmişti.
Yüzümde hissettiğim ıslaklıkla donarken. Doktorların sesi yavaş yavaş kulaklarıma dolmaya başlamıştı. Sonunda duymaya başlamıştım.
“…kriz.”
“Psikolojik olarak çökmüş durumda, Psikiyatriye sevk etmemiz en mantıklısı olur.”
Ne diyorlardı?
Kimden bahsediyorlardı?
Gözlerim kapanmaya başlıyordu.
“Sevkini kabul ediyorum. İntihara kalkış birisi. Ailesine haber edin. Hastayı sevk edeceğiz.”
Ah, benim hakkımda konuşuyorlardı. Gözlerimi tamamen kapatmadan önce bu duruma gülümsemeden edemedim.
Tımarhaneye kapatılacaktım ha!
Tamamen kendimi karanlığa bırakmadan önce doktorların hala konuştuğunu duyuyordum ama aklım algılamıyordu…
Sanırım ben yine hapis hayatı yaşayacaktım…
- YENİ BÖLÜM -
Delirmek.
Ne kadar zor bir şey biliyor musunuz? Bilemezsiniz. İnsanoğlu kolay kolay
delirmez! Hiç değilse benim gibi tamamen delirmezdi.
Baltacıları
görmek istememiştim. Bağırıp çağırmıştım ki, haklıydım da. Benden başka burada
bu konu hakkında haklı olan biri yoktu. Haklıydım. Baltacılar, Sayerler hepsi
beni diri diri toprağa gömüştü. Toprağımın üzerine de işemişlerdi.
Ne
dirime saygıları olmuştu ne de ölümüme!
Hak,
Hakkını helal et!
Ne
kadar kolaydı. Dudaktan çıkan bir kelimeyle her şey siliniyor muydu?
On
beş yıl boyunca çektim ben bu acıyı. Gencecik zamanlarımı dört duvar arasında
işkenceler içerisinde yaşamıştım. Ben delirmeyecektim de kim delirecekti?
Karşımdaki
Kumral kalıplı doktor mu?
Doktor
ela gözleriyle bana sempatiyle bakıyordu. Bakardı tabi, buraya getirilirken
zorluk çıkarmış o meşhur deli gömleğini giydirmiştim kendime! Dışarı çıkarsam
bir tane kırmızı huni almam lazımdı.
Doktorun
yakasındaki, ‘Prf. Dr. Perez Koç’ yazısıyla gülümsedim.
Elin
katilini bana doktor diye karşıma çıkarmışlardı. Ha, doğru bu on yıl sonra
öğrenilecekti değil mi? Allah’ın psikopatı mı beni iyileştirecekti?
Allah’ım
benim çekilecek çilem bu kadarsa, taksit takist yerine peşin çekmeye razıyım
ben.
Gözlerimi
karşımdaki psikopattan çekip duvara diktim. Duvarlar garip bir beyaz
rengindeydi. Sanki insana hiçlik gibi gösteren bir griydi. Camlar ise
uzunlamasına dikdörtgendi. Camlardaki demir parmaklıkları unutmamak gerekirdi.
Odada bir masa vardı. Tahta maun, kahverengi siyah arası bir renk vardı ama
doktor masanın arkasında oturmak yerine, önümdeki tekli koltuğa oturmuştu.
Bacak bacak üste atmayı unutmamıştı tabi. Bu hareketi bacak kaslarını
sergilemişti. Bu adam ellilerinde değil mi?
Doktorda
beni izliyordu. Benim önlüğüm içeri girer girmez çıkarılmıştı. Sevk ederken
verdikleri sakinleştiriciler sağ olsun, Ramiz Dayı bile sakinleşirdi bu
sakinleştiricilerle.
“Merhaba,”
Ah,
başlıyorduk.
Karşılık
vermek yerine gözlerimi masanın arkasındaki Atatürk resmine diktim.
“Ben
Doktor Perez, Perez Koç. Senin gibi bir gençle tanıştığım için mutluyum. Umarım
buradaki süreciniz size iyi gelir. Adınızı öğrenebilir miyim?”
Adamın
sesi tatlı ve sakindi. Çocukken, okullarda dinletilen hikâye anlatıcıları
gibiydi sesi. İnsanı huzura gönderiyor gibiydi ama hayır, her şeyi biliyordum.
On yıl sonra bu adamın ipi kesilecekti. Hastane sahibine komplo ve Kemal Taş’ın
karısını öldürmekten yirmi yedi yıl yiyecekti ama hapse geldiği ilk hafta
yemekhanenin tavanına bedenini asacaklardı. İntihar değildi. Hapishanemde
olmuştu bu olay. Bir aşiret olayıydı sanırım. Bu karşımdaki tatlı dili şeytan,
aşiretin oğlunu da öldürmüş öyle bir
durum vardı. O sıralar gardiyanlarla pek konuşmuyordum. Yan hücremde kalan
meraklı Melahat anlatmıştı her şeyi. Ben sadece bir kez görmüştüm bu herifi, o
da yemekhanedeki haliydi. Yılda bir kere girdiğim yerde de bu adamın ölü
bedeninin sergilenmesini izlemiştim.
“Kunter,
Kunter Sayer…” Dedikten sonra başımı ellerime eğip gülümsedim. “Tabi hala
öyleysem.” Derken sesim kısık çıkmıştı. Ama ciddiydim. Serkan Sayer kesin hemen
beni evlatlıktan reddetmeye çalışıyor olmalıydı. Başımı kaldırıp doktorun
elalarına baktım. “Önceden söyleyeyim, buraya rızam dışı getirildim. Buradan
hiç memnun değilim.”
Sözlerimle
psikopat doktor sıcak ve samimi bir şekilde gülümsedi ama içindekileri
biliyordum ki ben.
“Anlıyorum,
tabi ki de. Burası alışılması zor bir yer olabilir. Ama unutmayın ben buradayım
ve sizin için buradayım. İsterseniz, bu süreçte size nasıl yardımcı
olabileceğimi konuşalım.”
Doktorun
sözlerine göz devirmek istesem de kendimi zor tutum. Ablam bu doktoru nereden
bulmuştu! Bu kız neden benim hiç karşılaşmak istemediğim insanları ellini
koymuş gibi karşıma çıkarıyordu.
“Y-Yardım…
Ne kadarda güzel bir kelime. Ama yardımı hak etmek için, insanın önce güvenmesi
gerekir değil mi?” Sence ben bundan sonra birine güvenir miyim? Kime
güvendiysem iki dakika sonra sırtıma hançer sapladılar! Sende hançer sapladın.
Herkes yanındakine bir hançer saplıyordu.
Ben
hiç saplamamıştım. Hiçbir kimseye ihanet dahi etmemiştim. Edemezdim de edip ne
yapacaktım ki? İnsan yanındakine ihanet eder miydi?
“Güvenmek,
çok önemli bir duygudur. Zor kazanılır ama tek bir hatayla da kaybedilir. Ama,
bana güvenmemek için de sebebiniz yok.” Doktorun sakin sesiyle dedikleriyle
başımı tavana kaldırdım.
“Ama
güvenmek içinde sebebim yok.”
Benim
keskin sözlerim karşımdaki psikopatı gerebilirdi. Ama ben haklıydım.
“Pekâlâ,
güveninizi kazanmak için çok çabalayacağım o zaman.” Demesiyle kıkırdadım.
Burada kalıcı olduğumu mu düşünüyordu bu adam. Bu adamın ne yaptığı bile
umurumda değildi. Ben ölmek istiyordum.
Acaba
gerçekleri söylersem beni de öldürür müydü? Ama ben de olayların detayını
bilmiyordum. Yazıktı. Karşımda gerçek bir katil ve o katilin karşısında ise
suçsuz yere on beş yıl boyunca hapis yatmış bir genç vardı.
Bu
zamanda ben hapse girmemiştim ama o cinayeti çoktan işlemişti.
Ben
hep masumdum, ama o her zaman katildi. Ona en çok güvenen kişinin sevdiklerini
elinden almıştı. Acımasızdı. Benim gibi bir insan değildi. Ben intikam bile
alamıyordum. Oysa içimdeki ateş kaç intikam aldırırdı bunu ben bile
bilmiyordum.
Masumdum
değil mi?
Hayır,
değildim.
Bedenimi
kirletmişlerdi.
Masum
insan temiz olurdu. Benim gibi kirli bir insan olmazdı. Çok kirliydim.
“Sanırım,
bugünlük bu kadar yeter sizin içinde.” Diyen doktorun sözleriyle önümdeki
doktora baktım. Ama o arkamdaki saate bakıyordu. Sanırım süremiz dolmuştu.
Başka bir hastasıyla görüşme olasılığı daha çok yüksekti.
Başımı
sallamaktan başka ne yapabilirdim ki? Sadece başımı salladım ve kabul ettim.
Her zaman yaptığım gibi. Babamın dayaklarını kabul eder gibi. Bir teslimiyet
içerisinde başımı sallamıştım.
Doktor
ayağa kalkarken ben ise onun bir saniye önce boş bıraktığı sandalyeye
bakıyordum.
Bu
doktor bir katildi.
Beni
de öldürür müydü acaba?
Doktor
yavaşça dolanıp kapıya doğru yürürken benim aklım ise saniye de üç yüz kilometre
hıza çıkan bir motor gibi çalışıyordu.
Öldürürdü
beni!
Bunun
farkındalığıyla gülümsedim.
Bunu
en baştan düşünmem gerekirdi değil mi? Bunca zamandır kendimi öldürmek için harcadığım
zamanı bir kiralık katil ya da birini kışkırtabilirdim. Mesela arkadaşının karısını
ve oğlunu öldüren bu adam gibi biri beni de öldürürdü.
Gözlerim
bir an doktorun bedenini süzdü. Doktor tam kapının metalden yapılma kulpuna
dokunacakken sırıttım.
“Güven
dediniz…ama arkadaşına bile ihanet etmiş birisine nasıl güveneyim ben?”
Benim
alay dolu sözlerimle doktorun bendeni donmuştu. Kendi gözlerimle görmüştüm.
Adam kasılmıştı.
O
başı öyle bir şekilde yüz seksen dönüp bana yandan bir bakış atmıştı ki ölümü
gördüm bir an.
O
gözler beni öldüreceğini söylüyordu.
Sonunda
başarmıştım sanırım.
Ölecektim.
Kendimi
öldürememiştim ama karşımdaki adam beni öldürecekti.
İçimi
bir an huzur kaplamıştı ki, istemsizce içten bir şekilde gülümsemiştim ki bunu yanaklarımdaki
gerilmeden anlamıştım. Gamzem ortaya çıkmış olmalıydı.
Bunca
zaman sonra ilk defa gerçekten huzurla gülümsüyordum.
Belirsizlik
insanı tüketirdi ama şu an her şey kesindi.
Ben
ölecektim.
Doktor
bakışlarını benden çekmezken yavaşça elleri kapının kilidine gitmişti. Kapının
kilitlenme sesini duyan kulaklarım sanki en mutlu kuş cıvıltısını duymuş
gibiydi.
Üç
kez kilitlenmişti kapı.
Benim
ölümüme giden üç kilit.
Kilitler
oysa birini korumak içindi, bir şeyi saklamak içindi.
Doktor
Perez içinde bir şeyi saklamak için kilitlenirken, benim için özgürlüğün
kapısını aralamıştı.
Topuklarının
üzerinde dönüp bana gövdesini tamamen dönmüştü.
Yüzündeki
kasları gerilmişti.
Bu
yüzü ben on beş yıl boyunca çok görmüştüm. Kadir Baltacı’nın yüzü de böyleydi.
Gözlerinde bir katilin bakışı vardı.
Bir
an kendimi o pis kodeste, yerdeki taş mozaik üzerinde yatarken o soğukluğun bütün
bedenime işlediğini hissettim. Karşımda ise ayakta ellinde belinden çıkardığı
kemeri olan Kadir Baltacı duruyordu.
Yutkunmak
istedim ama yutkunamadım.
Yutkunmak
bile bana lüks bir şeydi.
Bir
anda omuzlarımdan tutulup havaya kaldırılmamla o iğrenç, pis ve rutubetli
kodesten, lavanta kokusu sarmış odaya çekilmiştim.
Beni
omuzlarımdan tutup kaldıran kişiye gülümsedim.
“Nereden
biliyorsun?”
Ah,
doktorun sesi öyle sert ve kan doluydu ki kocaman sırıttım. Bunun cevabını
veremezdim. Gelecek on beş yıl içinde olacak her şeyi biliyorum diyemezdim ya.
“Yanlış
soru soruyorsun doktor.”
Benim
alay kokan sözlerimle doktor bir elini omuzumdan hızla çekip boğazıma
yapışmıştı.
Ah,
sevgili boğazım seni ne kadar çok sıkmak istediklerini görüyor musun?
“Kimden
öğrendin!”
İlk
sorusuyla aynı kapıya çıkmıştı beyefendi.
Yine
aynı cevabı vermemek için kendimi zor tutuyordum. Hayır, üstünlük bende
değildi.
Burada
üstün olan kimse yoktu. Kimseler yoktu.
O
benden de aşağıdaydı ama şu an konumumuz tam tersiydi.
“Söylemem.
Ama senin yaptıklarını Kemal Taş duyacak!”
Bir
psikopatı kışkırtmak tehlikeliydi ama ben o tehlikenin getireceği sonucu
istiyordum.
Ölmek
istiyordum.
O
ela gözlerin içini kan bürümüştü. Öfkesi yüzünden o siyah iris kocaman olmuş elalarını
yok etmeye başlamıştı.
“Asla!”
Öfkeyle
fısıldamıştı.
Bağırmak
yerine fısıldamıştı.
Garipti.
Ama sakin insanların birini öldürme olasılığı daha çok yüksek diyorlardı. Hadi
beni öldür!
“Asla
öğrenmeyecek!”
Bunu
öyle bir inançla söylemişti ki geleceği bilmesem inanırdım ama biliyordum ve bu
sözler havadan başka bir şey değildi.
Bileceklerdi.
Kemal Taşta, çocuğu ailesi de boğazımı sıkan bu adamın katil olduğunu
bileceklerdi. Ha şimdi ha on sene sonra ama bilinecekti.
Boğazımı
daha çok sıkarken gözlerimin yavaşça arkaya doğru gitmeye başlamıştı.
“Ö-Öğ-Öğrenecekler!”
Benim son sözlerimle iki eliyle boğazımı öyle bir sıkmıştı ki boğazımda hafif
bir çıt sesi duymuştum. Ya da kemiklerimden biriydi? Bilmiyordum.
Ağzımdan
ne nefes alabiliyordum ne de burnumdan.
Dudaklarımdan
son bir nefesi titrek bir şekilde dışarı verirken gözlerim çoktan kapanmıştı.
Her
zaman öleceğim zaman son göreceğim şeyin yalnızlık olacağını düşünmüştüm ama
son gördüğüm şey bir çift ela göz olacağını hiç düşünmemiştim.
Kulaklarım
uğuldamaya başlamıştı. Kalp atışlarımı kulağımda hissediyordum sanki.
Bum…
Bum… Bum… Bum…. Bum…
Yavaşça
ritmi de düşüyor gibiydi. Bedenim tamamen gevşemişti.
Ölüm,
ölümü eski bir dost gibi karşılıyordum.
İnsanın
bunca zamandır istediği şeyi bu kadar basit elde edebileceğini bilmesi hem
üzüyor hem de mutlu ediyordu.
İçimdeki
huzurla gidiyordum bu dünyadan.
Sonum
huzurlu bitiyordu.
Kalbimin
atışlarının tamamen durduğunu hissettiğim de kendimi o karanlık yere bıraktım.
Kunter
Sayer ölmüştü.
Ruhu
yıllar önce ölmüş bedeni ise bugün ölmüştü.
Allah
rahmet eylesin…
19 Saat Önce
Hüsrev
Baltacı duyduklarıyla yutkunmuştu. Doktorlar yeğenini psikiyatri bölümüne sevk
edeceklerdi. Banu Sayer ise seve seve imzalamıştı kağıtları.
Hüsrev
Baltacı ilk defa elinin kolunun bağlı olduğunu hissediyordu. Yeğenini koruyamıyordu.
‘Akli
dengesi yerinde değil’
demişlerdi ona ama nasıl olsundu ki!
Hüsrev
Baltacı, yeğenin başına gelen şeyi içten içe biliyordu. Dokunmuşlardı çocuğa.
Erkek, genç adam demeden dokunmuşlardı işte.
Oğlunun
öğrendiği şeyi duyduğundan beri kendinde bile değildi. Yeğeninin saç teline
dokunan her eli bu dünyada yok edecekti.
“Babasına
haber ver Hüsrev.”
Hüsrev
Bey’in kulaklarına dolan ince ama acıklı sesle başını koltukta elindeki tesbihle
oturan karısına gitmişti. Karısının gözleri de kıpkırmızıydı.
Çocuklarını
evde bırakmıştı. En büyük oğlu buradaydı. Kunter’i yalnız bırakmamak için
uyuyan bedenin başında dikilmişti.
Hüsrev
Bey karısının gözlerinden gözlerini çekip dışarıya baktı. Hastanenin en üst
katındaydılar. Dışarıdaki İstanbul manzarasına bakarken gözleri sertleşmişti.
Kunter’in
akli dengesi yerinde olmadığı için imza hakları ailesinin eline geçmişti.
Sayerlerin elindeydi. Daha yeni öğrendikleri gerçekleri sindirmeye
çalışıyorlardı ki, Kunter’in on sekiz yaşında olması da sorun oluşturuyordu.
Vasi olarak atanmaları için Kunter’in uyanıp onunla görüşmesi gerekiyordu.
Bu
işi adaletle çözmeye çalışırlarsa Kunter’in kaç ay boyunca ruh ve sinir
hastalıkları hastanesinde kalacağını bilmiyordu. Çocuğun dağınık olan psikolojisi
düzelir miydi bilmiyordu ama öz babası bu olanları öğrenirse yer yerinde
oynardı.
“Sen
haber vermeyeceksen ben veririm!”
Karısının
sözleriyle, Hüsrev Baltacı hızla arkasını döndü. Karısı elindeki tesbihi sıkıca
sıkıyordu. Ama o ağlamaktan kızarmış gözleri inatçı bir şekilde bakıyordu.
Hüsrev
Baltacı kumaş pantolonundan telefonunu çıkarırken dişleri gıcırdıyordu.
Yeğeni
için o adamı arayacaktı. Sadece yeğeni için o adamdan bir şey isteyecekti. Bu
olanları anlattıklarında artık yeğenine bakamayacağını biliyordu. Kunter’i
alacaktı. Vasiliyler her zaman onlara ait olan şeyleri yanında tutarlardı.
Telefonun
rehberine girerken üsteki arama çubuğuna ‘Rus Manyağı’ yazar yazmaz alan kodu
+7 olan numaraya bakıp hiç düşünmeden bastıktan sonra kulağına götürdü
telefonu.
Telefon
çalıyordu.
Gözleriyle
karısına baktığında karısının dudağının titrediğini görünce içi cız etti.
Az
çekmemişlerdi.
Telefon
ikinci çalışta açılmıştı.
“Kto
vy?”
Hüsrev
Baltacı duyduğu Rusçayla kaşlarını çatmıştı. O ses hala kibrini koruyordu.
“Benim
Vasiliy! Hüsrev Baltacı.” Sesi istemsizce sert çıkmıştı.
Bu
adamı affedemiyordu ama hastanedeki çocuğun bu adamın çocuğu olmasına da
inanamıyordu.
“Ah!
Hüsrev Bey beni arar mıydı ya?” Bir
anda akıcı Türkçe konuşan adamın sesindeki alayla Hüsrev Bey telefonu
kapatmamak için kendini zor tutuyordu.
Bu
işi hemen bitirmeliydi.
“Aramazdım
da oğluna deli gömleği giydirecekler diye aradım.” Derken sesi hafifçe
titremişti. Bu durum daha sakin bir şekilde anlatılması gerektiğini biliyordu
ama telefonun karşısındaki kişiye sakince anlatsa da bu işten kurtulamayacağını
biliyordu. Her türlü öfkelenecekti. Yara bandı gibi hızlıca çekecekti bu olayı.
Vasiliyle uzun konuşmaya değmeyeceğini biliyordu.
Karşı
tarafta kısa bir an sessizlik oluşmuştu.
“Ne
saçmalıyorsun sen? Bunun için mi aradın? Oğullarım yanımda. Ve bu sabah
gördüğüm kadarı ile hepsi de iyiydi.”
Hüsrev
Baltacı yutkundu. Kendisi de bir babaydı. Bu adamı ne kadar sevmese de bunu
yapmak zorundaydı.
“Alex…
Alexander senin oğlun değil Vasiliy. Doğumda bilerek oğlunla başkasının oğlunun
yerini değiştirmişler. Öz oğlun şu an hastanede yatıyor.”
Sonunda
söyleyebilmişti.
Karşı
tarafta duyduğu kırılma sesiyle gözlerini sımsıkı kapattı.
“NE
DEDİĞİNİN FARKINDA MISIN SEN BALTACI!”
Bağırışla
gözlerini açtı.
“Hemen
İstanbul’a gel. Geldiğin an gerçeği doğrulayacaksın.”
Hüsrev
Baltacı’nın son sözleri olmuştu. Daha fazla telefonu açık tutmadan kapatmıştı.
Karısı
ona yanlış yapmış gibi bakıyordu.
“Ne?
Babasını ara dedin aradım.” Derken sol gözünden bir yaş yavaşça gözünden
intihar etmiş yavaşça yanağından çenesine doğru yol izliyordu.
“Söylemedin
Hüsrev. Bombanın pimini çektin, adamın kucağına bıraktın.” Karısı bunları
söyledikten sonra yavaşça ayağa kalkıp dinlenme odasından çıkmıştı.
Hüsrev
Baltacı’yı kendi başına bırakmıştı.
Hüsrev
Baltacı kapıya bakarken dudaklarını ısırdı. Elindeki telefonu öyle bir sıkıyordu
ki kırmak istiyordu. Her şeyi paramparça etmek istiyordu.
Bir
olay bin tokat etkisi yaratmıştı. Ya kızı o gün o partiye gitmeseydi
öğrenebilecekler miydi böyle bir gerçeği? Hayır. İlgilenmeyecekti bile. Ve
Kunter bir yerde intihar edip ölecekti.
Ölecekti.
Kendini
öldürecekti.
Onu
kendini öldürmekten durdurabilecek bir insan varsa o da Vasiliylerden başkası
değildi.
Onlar
takıntılı bir şekilde ailelerini korurlardı. Kendilerinden bile korurlardı. Hiç
değilse Eduard Vasiliy ve üvey yeğenleri sayılan koca adamların öyle olduğunu
biliyordu. Birbirlerinin ayaklarına taş değmesin diye yolu pamuklarla
döşeyebilecek insanlardı onlar.
Kunter’in
ölüm istediğine ancak bu şekilde mâni olabilirdi.
Hüsrev
Baltacı çocuğun başına sosyopat takıntılı bir aile sardığını biliyordu ama en
baştan beri o aile Kunter’in ailesiydi.
Kunter
sadece çok geç bir şekilde ailesine kavuşacaktı.
Hüsrev
Baltacı çok iyi biliyordu ki, çocuğun psikolojisi böyle olmasaydı asla ailesine
vermezdi. Baba olarak onu bilirdi ama bu durumda nereden toparlayacağını bile
bilmiyordu.
Fitil
ateşlenmişti, İstanbul bu saniyeden sonra yanmaya mahkumdu.
Kunter
Sayer’e… Hayır, Kunter Vasiliy’e dokunan herkesin infazını telefonunu kapattığı
an verildiğini biliyordu.
Hüsrev
Baltacı içine derin bir nefes çekerken fısıldamadan duramamıştı.
“Ya rabbim sonumuzu hayır eyle!”
----Bu Bölümde Bitti!----
Yorum yapmayı unutmayın canlar!
Yeni bölüm beklemek 🫠
YanıtlaSil