Hayırsız Evlat - 14. BÖLÜM

 YÜK!


"Beni dalgınlıklar mahvetti albayım."

Tehlikeli Oyunlar - Oğuz Atay 



Kimsesizdim.

Öz ailem var sanırken, ailem bile değillerdi. Öz kardeşini korumak için benim hayatımı yakmışlardı. Onun canı vardı da benim canım yok muydu? Kunter’in acımaz mı diye düşündünüz? Kunter, Serkan Sayer’in her yaptığına katlanır mı diye düşündünüz? Yanlış düşündünüz. Ben tutunamadım işte.

Olmadı.

Gözlerimi geri ablama çevirdiğimde bana uzanmak ister gibi bakıyordu. Sarılsan da geçmez abla artık. Bu acı geçmez. Yaptığınız şeyin affı dahi olmaz. Beni bitirdiniz! Baltacılarla birlikte bitirdiniz. Bir kemiğim kalmıştı geriye onu da kırıp parçaladınız.

Serkan Sayer haklıydı. Delirmiştim. Sahi, çocukluğum neredeydi? Gözlerimle etrafa baksam da o çocuğu bulamamıştım. O bile gitmişti.

Kolumdaki sargılarla akan burnumu silerken ablamın yüzüne keskin bir şekilde baktım. Bu vereceğim karar beni tamamen bitirecekti ama başka çarem yoktu. Gidecektim buralardan. Aile falan da istemiyordum ben. Ölemiyorsam ölü gibi yaşardım.

“Poyraz abi eve git. Sadece cüzdanımı ve pasaportumu al. Başka bir şey istemiyorum.” Dememle, ablam hemen çıkışmıştı.

“Saçmalama Kunter!”

“Neye saçmalama abla! Hayatımı kaydırdınız be! Bırakın artık beni! İstemiyorum hiçbirinizi!”

Benim çıkışımla ablam suspus olmuştu. Gözlerimle Poyraz abiye bakıp.

“Al şu sevgilini de. Ben seni burada beklerim. Hem biraz hava almış olurum.” Dememle, Poyraz abinin dolmuş gözlerle bana içi giderek bakması canımı acıtmıştı.

Poyraz abi, ablamın yanına gidip.

“Banu hadi eve gidelim. Kunter haklı.” Demiş ve kulağına başka şeylerde söylemiş, ablamı bir şekilde arabaya bindirdikten sonra kendisi şoför koltuğuna geçmeden önce yanıma gelip eşofmanımın cebine bir şeyler koymuştu.

“Bakma bana öyle. Simit çeker belki canın.” Dedikten sonra eliyle saçlarımı karıştırıp, arabaya gitmişti. “Ben bir saat içinde gelirim.” Diyerek arabaya binip arabayı hızla sürmeye başlamıştı.

Sırtımı istinat duvardan ayırırken göz yaşlarım yeniden peydah olmuştu.

Arabaların çoğu da gösteri bittiğini anlamış gitmişlerdi. Duvara yeniden sırtımı dayarken dizlerim artık tutmamıştı koca bedenimi. Yavaşça yere çökerken kollarım iki yanımda öylece yere değmişti. Sargılarım ruhum gibi kan revan içindeydi.

Ben neden geri gelmiştim ki?

Neden yeniden yaşamama izin verilmişti?

Günahım o kadar büyük müydü ki, daha beter şeyler yaşıyordum. Kaldırımdaki karıncaların çekirdek kabuklarını taşımalarını izlerken elimi zorla kaldırıp göz yaşlarımı ellerimle silmeye çalıştım. Bu yaşadıklarım trajediden başka bir şey olmamalıydı. Ama yaşayan bendim. Canlı kanlı gerçekti bunlar.

“Her kâbusum gerçek oluyor!”

- Yeni Bölüm -

“Seni bu hale getiren kimdi?”

“HAHAHAHAHA!”

Benim gür kahkahalarım odada yankılanırken, gözlerimden yaşlar geliyordu. Bu mutluluktan olan bir kahkaha değildi. İnanamıyordum. Buna inanamıyordum!

Bana her şeyi onlar yaşatmıştı!

Her zerremden tiksinmemin sebebi onlardı.

İnsan kendi bedeninden tiksinir miydi? Ben tiksiniyordum! Her şeyimden! Her yerimden!

Ben gülerken, Kadir Baltacı ise şokla bana bakıyordu.

Bakardı tabi! Keşke onlar her şeyi hatırlasaydı da ben her şeyi unutmuş olsaydım. Ne olurdu sanki?

Kahkahalarımı zorla durdururken hala sesimden hırıltılar çıkıyordu.

“Kus-haha- Kusura bakma cidden. Çok komik bir soru oldu bu.” Dememle Kadir Baltacı’nın gözlerinde on beş yıl boyunca gördüğüm o öfkeyi gördüğümde içimi korkunun yerine huzur doldurmuştu.

Alışmış kudurmuştan beter derlerdi de inanmazdım. Bu adamın acımasızlığına öfkesine alışmıştım. Hiç değilse bana ne yapacağını biliyordum. Böyle nazik, düşünceli tavırları beni korkutuyordu. Bunu şu an anlıyordum. Ben bu adamın nezaketinin getirebileceği sonuçlarından korkuyordum.

Bana o alıştığım öfkeyle bakarken, dudaklarımı aralayıp sorusunu düzeltirken, karşımda ayakta dikilen adamın gözleri kapkaranlık olmuştu dediklerimle. Acaba her şeyin sorumlusu sen ve o lanet olasıca ailen! Gidin kendinizi becerin diye bağırsam ne derlerdi acaba? Delirmiş bu derlerdi sanırım.

Delirdim zaten…

“Kim değil. Yanlış soru sordun. Kimler olacaktı o…”

Kadir Baltacı duyduklarıyla kanı donmuştu. O beyaz hastane yatağında yatan genç çocuğun dedikleriyle elleri yumruk olmuştu.

Kunter’in sözlerinin anlamı içinde yatan gerçek acı Kadir Baltacıya kendisinin daha bu dünyanın iğrençliğini görmediğini kanıtlar nitelikteydi. Kadir böyle bir cevap beklemiyordu. Bir isim alırım onu da gebertirim diye düşünüyordu ama karşısındaki darmaduman olmuş çocuğun sözleriyle bütün planları yıkılmıştı.

“K-Ka-Kaç kişiydi?”

Kadir Baltacı sesini nereden bulduğunu dahi bilmiyordu ama sesini çıkarabildiğinde titrek sesiyle sorduğu soruyla, yatakta Kunter’in o cam gibi olan mavi gözleri ona öyle bir bakmıştı ki Kadir Baltacı ilk defa bu sorunun cevabından korkmuştu.

“Bilmem… Sanırım ondan fazlaydılar.” Kunter’in sesinde öyle bir alay vardı ki, Kadir gencin yakasından tutup sarsmak istese de kendini zor tutmuştu.

Burada suçlu kişi Kunter değildi. Ona bunları yaşatan insanlardı. O insanları bulmalılardı. Bulduktan sonra bu dünyadan silecekti onları.

“Bilmezsin.” Bunu fısıltıyla söylemişti ama koca hastane odasında sanki sesi yankı yapmıştı.

Kunter duyduklarıyla acıyla gülümsedi. Kunter alaya alıyordu. İlk defa karşısındaki adamdan korkmak yerine alaya alıyordu.

Bu durum alaya alınmayacak gibi değildi çünkü. Celladı ona bunları yapanı soruyordu oysa ona bunları yapan tam karşısında onu sorgulayan kişiydi.

Kunter kızgındı, Kadir Baltacı’da kızgındı. İki kızgın insanda biliyordu ki, bu kızgınları karşılarındaki kişiye değildi.

Kunter biliyordu ki, bu zamanda yaşadıkları yaşanmamıştı ama üzerine öyle bir yapışmıştı geçmiş yaşamı katlanamıyordu.

Kadir Baltacı ise, Kunter gibi bir çocuğa bunları yapanlara kızgındı. Oysa, bunlara sebep olanın kendisinin olduğunu bilseydi delirirdi.

“Nerede oldu? Bakma bana öyle oğlum… Bebeksin lan sen daha!” Bu sitemi yukardakine miydi yoksa şu zalim dünyaya mı bilinmezdi ama Kunter bu sözlerle gözlerini Kadir Baltacı’dan çekip kucağındaki bembeyaz olan çarşafa dikmişti.

Kadir Baltacı ise dolmuş gözlerini tavana dikmişti. Bu küçücük çocuğun önünde ağlamak çocuğa hakareti. Kendisi bu bilgiye dayanamazken yaşayan ne yapardı? Bu sorunun cevabı beliydi zaten. Kunter intihar etmeye kalkmıştı. Kalkmamıştı etmişti ama onlar zar zor kurtarmıştı.

Kadir Baltacı iki haftadır bunu düşünüyordu. Bu çocuğu bu hale getiren şey o kadar acı vericiydi ki, insanın kendi başına böyle bir şey gelse kafasına sıkabileceğini biliyordu.

“Bilmezsin.”

Kunter bunu öyle bir acıyla demişti ki, Kadir Baltacı dolmuş gözlerini saklama gereği duymadan hala çarşafa bakan çocuğun başına baktı.

“Bilirim! Söylersen bilirim! Bir ipucu ila vardır!” Kadir Baltacı’nın sözleri, Kunter’in yüreğini yakarken başını kaldırmıştı ki, sessizce ağlayan çocuğun yüzünü gördüğünde Kadir Baltacı’da gözlerindeki yaşları daha fazla tutamamıştı.

“İpucu falan yok. Deşme yaramı! Görmüyor musun? Didikleyip durmayın!” Kunter’in sinirle söyledikleriyle, Kadir Baltacı yutkunma gereksinimi duymuştu.

Kadir Baltacı derin bir nefes alırken dudaklarını dişlemeden duramamıştı. Elleri yumruk olmuştu. Bütün bedeni öfkeden ve hayal kırıklığından titriyordu. Karşısındaki çocuktan bir cevap alabileceğini düşünmüştü ama böyle bir şey beklememişti.

“Ben-Ben gideyim. Dikkat et kendine.”

Kadir Baltacı arkasını dönüp odadan çıkarken gözlerindeki yaşlar daha hızlı akmaya başlamıştı.

Hayatında ilk defa bu kadar acı bir olay görüyordu. Birkaç ay önce kız kardeşinin de bu durumda olabilecek olması düşüncesi Kadir Baltacının göğsüne öküz gibi oturmuştu.

Kız kardeşi de dayanamazdı. Kimse bu acıya dayanamazdı.

Kadir Baltacı koridorda hızlı yürürken kimseye bakmıyordu. Bakacak hali de yoktu ya. Kunter onu darmaduman etmişti.

Hastaneden hızla çıkarken nereye gittiğini dahi bilmiyordu. Arabasının etrafındaki korumalara bile bakmadan yürümeye başladı.

Ayakları yürüyordu ama sanki ayak bileklerinde taşlar vardı da ağır ve aksak adımlar atıyormuş gibiydi.

Kadir Baltacı ilk defa ailesinden birisi olmayan birisi için canı yanmıştı. Acıydı. Çok acıydı bu.

Adımları bile nereye gittiğini bilmezken, koca adam ağlayarak yolda öylece omuzları düşmüş bir şekilde yürüyordu.

Ve bu yürüyüşü bir ilkti ama asla sonda olmayacaktı…


*                         *


Banu, Kunter tarafından kovulduktan sonra eve gitmeye korkmuştu. Babasının nasıl bir insan olduğunu çok iyi biliyordu. Evi Bora’nın başına çoktan yıkmış olmalıydı.

Bu yüzden Baltacılardan yardım istemişti. Tek başına giremezdi o eve. Ölüm gibiydi.

Kapının önündeki üç siyah arabanın Baltacılara ait olduğu beliydi plaklarında 34 BAT*** yazıyordu.

Banu dışarı çıkarken, Poyraz’da arabadan yavaşça çıkmıştı.

Banu dışarı çıkar çıkmaz, karşısındaki siyah arabanın şoför kapısı açılıp, siyah takımlı bir adam hızla arka kapıyı açmıştı, dışarıya çıkan kişi Hüsrev Baltacı ve oğlu Kadir Baltacı’dan başkası değildi.

Kadir, babasını takip ederken, Hüsrev Bey yürüyüp tam Banu’nun önünde durmuştu.

“Neler oluyor Hanım kızım?” Hüsrev Baltacı’nın babacan sorusuyla, Banu’nun mavi gözleri dolmuştu ama gözlerini çekip.

“İçeri geçelim. Babam, Bora’yı öldürmediyse tabi.” Demesiyle, Kadir endişeyle babasına baktığında Hüsrev Baltacı oğlunun omuzuna vurup.

“Geçelim.”

Hüsrev Baltacı nasıl bir olayın içine girdiğini bilmiyordu ama Kunter için her belaya girebileceğini biliyordu. O çocuğa büyük bir can borçluydu. O çocuk ne kadar o canı her an alabilecek olsa da koruyacaktı. Gencecikti, çocuktu daha Kunter Sayer.

Banu hızla eve doğru yürürken, arkasından oğluyla birlikte geliyordu Hüsrev Baltacı.

Kapıya geldiklerinde, Banu hiçbir zaman kullanmadığı ama her zaman yanında taşıdığı anahtarı takıp kapıyı açtığında, içerdeki bağrışmalar duyulmaya başlamıştı.

“GERİZEKALI!”

“SENDEN ADAM OLMAZ LAN!”

Serkan Bey’in sözleriyle, Hüsrev Bey, Banu Hanımı kenara çekip içeri girmişti.

Hüsrev Bey içerde ne yaşandığını bilmiyordu ama Serkan Bey’in sesinden her an silah patlayabileceğini anlamıştı.

“Baba anlamıyorsun! Mafya diyorum! Adamlar Rus mafyası!”

Bora’nın bağırışıyla Hüsrev Bey anlamayarak arkasında onunla birlikte salona girmeye hazır olan Banu Hanım’a baktı.

Banu ise eliyle Hüsrev Bey’i durdurmuştu. Kunter’in öz ailesinin kim olduğunu bilmeliydi.

“Bana ne lan! Ben bunca zaman kendi kanımdan canımdan olmayan bir Rus piçini mi besledim!”

Serkan Bey’in sözleriyle Banu’nun gözleri dolmuştu. Babasından ne beklediğini gerçekten de kendisi bile artık anlayamıyordu. Babası bir çırpıda Kunter’i silmişti.

“Baba, baba biz öldük! Sen hala anlamıyorsun! Kunter’in öz babasının adı ne biliyor musun? Hani geçen Amerika’da iki mafya ailesini temizleyen Rus mafyası Eduard Vasiliy! Kunter’in öz babası o adam!” Bora’nın bağırarak söyledikleriyle, Hüsrev Baltacı’nın gözleri büyümüştü.

Kadir ise duyduklarıyla endişeyle babasına dönmüştü. Hüsrev Baltacı ağzını açıp kapatırken bir anda arkasını dönüp hızla evden dışarı çıkmıştı.

Banu anlamayarak bakarken, Kadir bir babasının çıktığı kapıya bir de Banu’ya bakıyordu.

“Ne-Neden?” Banu’nun fısıltılı sorusunu içerdeki Serkan Bey’in bağırışı kesmişti.

“NE BOK YEDİN SEN MAL!”

Kadir Baltacı bir an yutkunup daha üç saniye önce öğrendiği gerçekliği karşısındaki kadına söylemesi gerekip gerekmediğini düşünürken elleri yumruk olmuştu. Bu konu üç saniye içerisinde aile meselesi olmuştu. Hem de yıllardır görmediği halasının meselesi olmuştu. Kunter, o her yeri kırık olan çocuk onun kuzeni çıkmıştı.

Kuzeniydi değil mi?

Bunun nasıl olduğunu bilmiyordu ama Sayer’lerin artık ölü bir aile olduğuna emin olmuştu. Halasının çok severek, sevdası için kaçtığı adamın ne kadar psikopat olduğunu en iyi Baltacılar biliyordu. Kadir, o zamanlar daha çocuktu ama evlerine düşen bombayı çok iyi hatırlıyordu.

Kadir Baltacı, hızla arkasını dönüp evden çıktığında babasının arabalarının önünde kaputa yaslanmış derin derin nefes aldığını görünce içi gitmişti.

“Baba!” Kadir hızla babasının yanına gelirken, Hüsrev Baltacı bir elini kaputtan ayırıp havaya kaldırarak oğluna iyiyim işareti yapmıştı ama Kadir babasının iyi olmadığını biliyordu.

“Baba, Kunter’in yanına gidelim.” Kadir bunu niye söylemişti, bilmiyordu. Sadece şu an önemli olan şeyin o her yeri kanayan genç olduğunu biliyordu.

Hüsrev Baltacı, başını kaldırıp yanına gelmiş oğlunun yüzüne baktı. Bir an düşündü. Kunter’in o gözlerindeki tondan yıllarca nefret etmişti. Aynı şekilde bakıyordu o adamla. Sanki bütün her şeyi görmüş gibi, insanın ruhunu bilir gibi bakardı o gözler. Kunter’in de gözleri öyle bakıyordu ama bir çift gözden nefret edecek kadar delirmemişti. Hele ki, o gözün sahibinin daha onun gözünde çocuk olması. Hele de bir dakika önce öğrendiği bilgiler doğruysa, o gözlerin sahibi olan çocuk onun öz ve öz yeğeniydi. Tek yeğeniydi. Ondan ölümü dileyen çocuk, yeğeniydi.

Hüsrev Baltacı’nın gözlerinde korku vardı. Kunter neredeydi? Yeğeni neredeydi? Onun biricik yeğeni neredeydi?

Hüsrev Baltacı nasılda kabullenmişti hemen. Kandı ne de olsa, sudan ağırdı bir kere. Ne kadar kitap, dizi, film kan olmadan da aile olunabileceğini gösterse de kan bağı normalde evinize tuvalet fırçası olarak bile almayacağınız insanı bağrınıza basmanıza sebep olurdu. Kan vardı arada neticede… Oysa, yolun kenarında perme perişan halde olan Kunter o kanı daha geçen seçim yapılan kaldırımların arasından çoktan karıncalar evleriyle dışarıya yol yapmış olan, yer yer taşı bile delmiş olan çiçeklerin üzerine döküyordu.


-


Başım dönüyordu. Kollarımdaki dikişler düştüğümde patlamıştı. Kollarımdaki sargı bezleri artık damarlarımdaki kanı bile tutamıyordu.

Yoldan geçen arabalar korkmasın diye, yürümeye başlamıştım. İnsanlar arabalarını durdurup benim halime öyle bir bakıyorlardı ki sanki burada olmaması gereken bir şeye bakar gibiydi bu bakış.

Ama haklılardı.

Burada olmaması gereken bir insandım ben. Ama ölmeyi de beceremiyordum.

Elimle duvardan destek alarak yürürken kanım sargı bezinin ucundan şıp şıp diye yere düşüyordu. Sanki, musluk bozulmuşta da su damıtıyordu. Sanırım benim hayatımda böyle kayıp gitmişti. Bileklerimdeki kanlar gibi yavaş yavaş ama acıtarak gitmişti. Hayatımın ipleri sanki acemi bir hemşirenin acil damar yolu açması gerekirken, hemşirenin damarı patlatması gibiydi.

Biliyorum Mevla’m, kaderim bu benim. Çabaladım. Çok çabaladım ama bazı şeyleri değiştiremiyoruz sanırım. Alın yazımda bu yazıyordu sanırım.

Bende isterdim, sevgi dolu bir ailenin içinde yaşamak. Babamın bir kez bile olsun saçlarımı okşamasını bende isterdim. Anne kavramı benim çok uzaktı. Her zaman katil olarak anılmıştım. Çocukken bile okulda annesini öldürmüş derlerdi bana. Çocukların demesine bir şey diyemiyordu da insan, koca koca insanlar hiç mi dememişti, ufacık bir bebek bir insanı nasıl öldürsün diye?

Alacaklıydım.

Ben bu dünyadan bir ölüm alacaklıydım!

Ama, alacaklıydım işte. Bana sahte çek yazmışlardı. Her seferinde veznenin önüne gidiyordum, doktor daha yaşayacağın var diyordu.

Nereye gittiğimi dahi bilmiyordum. Yollarda kaybolmuştum. Bu leş dünyada yaşamak benim ruhumu kaybettirmişti. Kaybetmiştim. Bugün Kunter Sayer’i, çok üzgünüm sayın seyirciler, ağız alışkanlığı bugün sadece Kunter’in kayboluşuna üzülüyoruz. Alttaki haber yazıları kadar değerim yoktu. Şurada ölsem artık ne arayanım olurdu ne de soranım.

Serkan Sayer, beni kimsesizler mezarına gömerdi. Öleyim de, isterlerse bedenimi hastaneye kadavra olarak bağışlasınlar umurumda değildi.

Daha ne kadar kendimi sürükleyerek yürüyeceğimi bilmiyordum ama nefeslerimin sıklaşmasından yakında düşüp kalacağımı biliyordum. Ölmeyecektim. Sadece kan kaybından bayılacaktım. Öldürmezdi. Kestiğim iç damarları tek tek dikmişlerdi. Onların iyileştiğine emindim. Bu kan dışarıdaki yaradan geliyordu.

“Özür dilerim.” Sesimde güç bile yoktu.

Yerdeki karıncalara basmamaya çalışıyordum ama birkaç tanesini ya ayağımla ya da kanımla öldürmüş olabilirdim. Onlar benden daha mutlulardı. Onların yaşamaya hakkı vardı. Benim gibi hayırsız evladın değil. Ama tek bir adımım onlarcasını bu dünyadan koparabilirdi.

Zaten böyle değil miydi?

İnsanoğlunun her adımı, dilinden çıkan bir sözü, bir hareketi onlarca canlının bu evrenden koparabilirdi. Acımasız ama gerçek bir güçtü.

Gözlerimi karıncalardan alıp etrafıma baktım bir an. Neredeydim ben? Bir sokaktaydım ama etraftaki insanlar pek tekin gözükmüyordu.

Tekin olmayan bir sokaktaydım.

Ölümümü bugün alabilirdim. Her zaman tekin olmayan insanların birilerini bir şeyler için öldürdüğünü duymamış mıydım? Poyraz abi hep bu tarz yerlerden uzak olmam konusunda beni uyarmamış mıydı? Uyarmıştı. Buralarda insanın başına ne geleceğini bilemezdiniz ama benim gibi belasını arayan birisi için bir cenneti burası.

Tutunduğum taşlı duvardan güç almaya çalışırken kollarımdaki his kaybı kendi fazlasıyla belli ediyordu. Ama kararlıydım. Kendimi öldüremiyorsam sokaktan geçen birinin beni öldürmesine ihtiyacım vardı.

Öldürebilirlerdi beni. Öldürmeleri gerekirdi.

Gözlerimle etrafımdaki insanlara daha dikkatli baktım. Duvarındaki sıvaları dökülmüş evinin altında üç adam vardı, daha doğrusu genç adamlardı ama üzerlerindeki yırtık pırtık giysiler, ellerindeki parmaklıklarının uçları yırtılmış eldivenle bu havada öylece ellerindeki içkileri içiyorlardı.

Yüzleri hafif kirliydi sanırım ya da kan kaybı yüzünden doğru göremiyordum. Yavaş adımlarla oraya doğru yürüyebilmek için şu ana kadar destek aldığım duvardan yavaşça ayırdım ellimi. Kolum bir anda boşluğa düşmüştü. Sanki sol kolumda farkındaydı her şeyinde, bir anda kendini salmıştı omuzumdan kendini.

“S-Selam!”

Bağırmak istemiştim genç adamlara, ama sesim bile zor çıkmıştı. Ama karşımdaki adamlardan biri beni görmüş gibiydi ki, yanındaki adama koluyla vurup beni göstermişti.

İki adamda bana baktıklarında nedense yüzleri değişmişti. Bütün bedenimi süzüyorlardı ya da kan kaybından halüsinasyon görüyor olmalıydım.

Üç genç adamda birbirlerine bir şeyler söylerken bana doğru yürümeye başladıklarında gözlerim karardı.

Sanırım isteyemeyecektim. Bu genç adamlardan beni öldürmelerini isteyemeyecek olmak o kadar canımı yakmıştı ki, yana doğru devrilmeden önce gözlerimden yaşlar hızla akmaya başlamıştı.

Başım yerdeki, yer yer çatlamış eski asfalta düşerken kulağımda bir yankı oluşturmuştu. Can sıkıcı bir yankıydı bu. Gözlerimi tamamen karanlığa bırakmadan önce o üç genç adamın başımda bir şeyler söylediklerini duyabiliyor gibiydim ama kulağımdaki o çınlamayla o insanların sesi de gitmişti.

Ölmüyordum.

Hayır.

Kan kaybından bilincimi kaybediyordum zaten.

Poyraz abiyi dinlemeliydim. Oradan hiç ayrılmamalıydım. Ölmeyeceksem insanların başına da bela olmamam gerekirdi. Ama ben bela olmuştum.

Bedenimi birinin kaldırmaya çalıştığını hissederken, vücudumun da ne kadar üşümüş olduğunu o an anladım. Oysa yazın hava sıcak olmalıydı. Kan kaybından üşümüştüm.

Son kez gözlerimi açmaya çalıştığımda tepemdeki gençlere gülümsemeden edemedim. Bu insanların başına dert olmuştum. Bilincimi tamamen kapatmadan önce bu üç gençten özür dilemeden duramadım.

“Ö-Öz-Özür dilerim.”

Kunter’in neden özür dilediğini bilmeyen genç çocuklar panik olmuşlardı… Oysa, Kunter bunu alışkanlık haline getirmişti. Kendi varlığının bir yük olduğunu önceki hayatında öğrenmişti…


-----Bu Bölümde Bitti-----

Yorum yapmayı unutmayın canlarım!


Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

AHPO - 51. BÖLÜM: 2. Sezon - 2. Bölüm:

Hayırsız Evlat - 16. Bölüm: Kill Me! -1

Hayırsız Evlat - 15. BÖLÜM: Tavşan Deliği!