Kan Davası - 7. BÖLÜM
Ciğer Meselesi!
"İnsanları sevmekten pek hoşlanmıyorum da. Sevdim mi de, ölmelerinden korkuyorum."
Güneşi Uyandıralım - José Mauro de Vasconcelos
Uçaktan
inen adamın su yeşil gözleri kıpkırmızıydı. Amerika’dayken aldığı haberle
bulabildiği ilk uçakla İstanbul’a gelmişti. Omuzundaki tek spor çantasıyla
havalimanından çıkarken bedeni titriyordu. Bu ülkeyi terk etmeden önce bir
kardeşini kaybetmişti şimdi ise bu ülkeyi dönüşü yine aynı sebeptendi.
Havalimanın
dışına çıktığında gördüğü gençle yutkunmadan edememişti. On sekiz yıl boyunca
sadece telefonla görüştüğü kardeşi tam karşısında perme perişan halde
duruyordu.
“Abi!”
Miran’ın
abi diye seslenmesiyle, genç adamın burnu sızlamıştı. Miran hızla abisinin
yanına gelip sıkıca sarılırken,
“Abi,
Irmak…”
Genç
adam kardeşine sıkıca sarılırken, Miran’da konuşma çabalarını bırakmıştı. İki
kardeşte biliyordu. Kız kardeşleri ölmüştü.
Miran
abisinin kokusunu içine çekerken, o yağmur kokusunu özlediğini anlamıştı. Abisi
garip bir şekilde yağmur gibi kokardı. Genç adam da kardeşinin kokusunu içine
çekiyordu. Miran’ın kahve kokusunu aldığında gözleri dolmuştu genç adamın.
Genç
adam kardeşini bırakırken, yüzüne dikkatlice bakmadan edememişti. Kardeşler
birbirlerine benziyorlardı. Anneleriyle babalarının ortak malzeme oldukları
dokuz kardeşte de belliydi.
“Beni
kardeşimin yanına götür.” Genç adamın dedikleriyle Miran yutkunmuştu.
Irmak’ı
daha toprağa koymamışlardı. Katili tam belirlenene kadar babasının
koymayacağını biliyordu. Kızının katilini bulmadan kızını toprağa vermeyecekti.
Morgdaydı kardeşleri.
Miran
başını sallarken yavaşça arkasını yürüyüp arabasına doğru yürümeye
başladığında, genç adam da kardeşini takip etmişti.
Miran
kiraladıkları siyah arabanın şoför koltuğuna otururken, genç adam da yanına
binmişti. Miran arabayı çalıştırırken arabanın içinde derin bir sessizlik
vardı.
İki
adamda konuşmanın kavgaya yol açacağını biliyordu. Miran abisini suçlayacaktı.
Genç adam ise bir kardeşlerini koruyamadıkları hakkında dert yanacaktı. İki
acılı adamda birbirlerini yiyeceklerini biliyordu.
Miran
adliyeye doğru arabayı sürerken çalan telefonuyla abisine işaret etti.
“Açıp
hoparlöre alsana.” Derken gözlerini yoldan ayırmıyordu.
Genç
adam kardeşinin telefonunu ceketinin cebinden çıkardığında ‘İhsan’ yazısıyla iç
çekti.
“İhsan
arıyor.” Derken telefonu açıp çoktan hoparlöre vermişti.
“ABİ!”
diye bağıran İhsan’la Miran’ın ve genç adamın yüzü buruşmuştu.
“Ne
var lan!” diye bağırmadan edememişti Miran.
Genç
adam bir an yanındaki kardeşine bağırmak için dudaklarını aralamıştı ama
İhsan’ın dedikleriyle araba öyle bir fren yapmıştı ki genç adam doğru duyduğuna
inanamıyordu.
“Baran
çocuğu vurmuş abi! Polisler aldı Baran’ı!”
Miran’ın
gözü seğirmeye başlamıştı. Avukatları aramamış mıydı? Irmak’ın sevgilisi her
şeyi itiraf etmemiş miydi? Kardeşi niye o masum çocuğu vurmuştu?
“Ne
diyorsunuz lan siz? Hangi çocuğu vurdu Baran?” Genç adamın sesi o kadar sert
çıkmıştı ki, Miran’ın ela gözleri korkuyla abisine dönmüştü.
“Aziz
abi?” İhsan’ın sorgular bir şekilde çıkan sesiyle, Genç adam kaşlarını
çatmıştı.
“İhsan,
ne oluyor lan!” diye bağırırken, arkalarındaki arabalar da kornaları basıyordu.
Yolun ortasında acil fren yapmışlardı.
Miran
kendine gelip hızla arabayı çalıştırırken, İhsan’da olayları anlatmaya
başlamıştı.
“Çocuk
evden kaçmış. Baran’da yanlış anlamış abi. Suçlu görüyordu zaten çocuğu.
Çocukta sevgilisinin yanına gitmiş. Bizim aptal kızın evini basıp, çocuğa
sıkmış. Abi çocuğun babası Baran’ı gömer! Çabuk gelin ne olur!”
İhsan’ın
dedikleriyle, Aziz’in bakışları Miran’a dönmüş sonra ise telefona dönmüştü.
“Bu
çocuk haberlerde gösterilen çocuk mu?” diye sorarken sesi titremişti.
Haberlerde gösterilen çocuğun on sekiz yaşında olduğunu söylemişlerdi. Çocuk
daha lisede okuyordu. Çocuğun masum olduğunu hemen bulmuşlardı. Ne kadar
insanlar bu duruma inanamasa da kanıtları da kandırma ihtimali yoktu.
“O
abi. O çocuk.”
İhsan’ın
dedikleriyle Aziz’in su yeşili gözleri koyulaşmıştı.
“Neredesiniz
siz?” diye sorarken elleri sinirden titriyordu. Haklı oldukları konuda Baran’ın
bir hatası yüzünden haksız konuma düştüklerini anlamıştı bile. Eğer, o çocuk
kız kardeşlerini öldürmüşse bile artık bunu kanıtlayamazlardı bile ki, çocuğun
masum olduğunu kanıtları kendi gözüyle görünce karar vermeyi düşünüyordu ama
küçük kardeşi gene yapmıştı yapacağını.
“Babam,
çocuğun babasının yanına gitti. İşler büyümeden durdurmayı amaçlıyor. Annemle
biz de emniyete geldik.” Demesiyle, Miran’ın sıkılı çenesi sonunda serbest
kalmıştı.
“Babamın
yanında biri var mı?” diye sorarken sesi titriyordu. Bir buçuk günde bütün
hayatları mahvolmuştu.
“Yok.
Tek gitti.” İhsan’ın dedikleriyle, Aziz’in kaşları daha derin çatılmıştı.
“Nereye
gitti?” diye sorarken kardeşine de işaret vermişti. Babalarının yanına
gideceklerdi.
Bilmedikleri
şehirdeydiler. Çocuğun ailesinin ne kadar güçlü olduğunu televizyonlarda çok
iyi bir şekilde görmüşlerdi ki, Miran buna bizzat şahit olmuştu. Kemal Taş’ın
normal bir adam olmadığı çok beliydi. Adamın evindeki kahyası bile avukatlara
emir verebiliyordu. Adamın bütün çalışanlarının nasıl organizasyon olduğunu
kendi gözleriyle görmüştü. Çocuğun masumluğunu kanıtlamak için canlarını
dişlerine katmışlardı. Hele, çocuğun bayıldığını öğrenince babasının o dehşet
ve kızgın yüzünü görünce anlamıştı. O adamın çocuğunu kimseye yedirmeyeceğini
ama olmuştu olan. Kardeşi adamın çocuğunu öldürmeye kalkmıştı. Ama Miran bunu
tahmin edebiliyordu. Baran’ın fevriliğinin sonunda bütün ailesinin başını
yakacağını biliyordu. Burada patlamışlardı. Kız kardeşini kaybettiği
yetmiyormuş gibi diğer kardeşini de mahpusa gönderecekti.
“Ümraniye’de
bir hastaneye. Çocuğu oraya kaldırmışlar. Babasının hastanesiymiş.” İhsan’ın
dedikleriyle, Aziz daha fazla uğraşmadan.
“Biz
babamın yanına gidiyoruz. Siz o salağın itiraf etmesini önleyin. Babasını ikna
edebilirsek sorgu odasından alırız o aptalı.” Dedikten sonra telefonu hızla
kapatıp, internete girmişti.
Çocuğun
babasının adını yazdığında hemen yan tarafta hastaneler ortaya çıkmıştı. Ümraniye’deki
hastaneyi bulduğunda Miran’a uzatmıştı.
“Buraya
gideceğiz.” Demesiyle Miran direk yol tarifine bakıp başını sallarken, arabanın
hızını artırmaya başlamıştı.
Aziz’de
öfkeyle bacağını sallamaya başlamıştı.
“Çocuk
gerçekten de masum mu?” diye sormadan edememişti.
Miran
abisine dönmeden yola bakarken, “Masum abi. Hatta teşekkür etmemiz bile
gerekebilir o çocuğa. O çocuk olmasaydı ne zaman haberimiz olurdu Allah bilir.”
Derken sinirle direksiyona vurmuştu. “Çocuğun babasını gördü geri zekalı! O
adamın çocuğuna bulaşılır mı ulan!” sinirle konuşurken, Aziz’de anlamayarak
kardeşine bakmıştı.
“Adam
belalı biri mi?” diye sorarken sesi serti. Mafya ailesine mi bulaşmışlardı bunu
merak ediyordu.
Miran’ın
gözleri katılaşmıştı. “Aile temiz abi de, adam çocuğu kurtarmak için avukat
ordusu yığdı be! İstanbul barosunun hepsi adliyedeydi daha sabahleyin! Elliden
fazla avukat vardı abi! Gitti geri zekalı böyle bir adamın çocuğunu vurdu!
Hayır, haklı olduğumuz bir konu bile yok ki, öfkeden gözü döndü diyelim! Yok
kurtaramayız biz bu salağı! Dua edelimde çocuğa bir şey olmamış olsun.”
Aziz
kardeşinin dedikleriyle donmuştu. Ne işe bulaşmışlardı onlar böyle. Kendi
şehirlerinde olsa kan davası der savcıyı bastırırlardı. İstanbul’da sistemin
böyle işlemeyeceğini biliyordu ama çocuğun ailesinin bu kadar güçlü olduğunu da
bilmiyordu. Baran’ı kurtarabilirler miydi? Ya çocuk ölürse o zaman ne olacaktı.
Zaten masum bir çocuğu kan davası niyetine öldürmeye kalkmıştı kardeşi.
Miran
abisinin halline kısa bir an bakıp yeniden önüne dönerken acıyla konuşmuştu.
“Bu
lanet şehir üçüncü defa kardeşimizi alacak ha! Ben böyle kaderin var ya!”
* *
Kemal
Bey hastaneye nasıl geldiğini dahi bilmiyordu. Helikopterden inerken, hızla
merdivenlerden inmeye başlamıştı. Bütün önemli doktorlarının buraya geldiğini
biliyordu ama oğlunu kendi gözüyle görmeden ölmediğine inanmayacaktı. Erhan’ın
sesindeki o titremeyi çok rahat bir şekilde duymuştu. En son karısının haberini
aldığında öyle titremişti o sert ses. Kemal Bey korkuyordu. Karısını da yoğun
bakıma aldık deyip geçiştirmişlerdi onu hastaneye gittiğinde ise karısının
cansız bedeniyle karşılamıştı.
Kemal
Bey içinden Allah’a dua ederken, gömleğinin kollarını katlıyordu. Gözleri
hastanenin ana bölüme geldiğini görünce adımları durmuştu. Oğlu kırk üç dakika
önce hastaneye gelmişti.
Kemal
Bey’i gören doktordan biri durmuş hemen yanına gelmişti.
“Kemal
Bey, Serhat Bey’i aşağıya aldık. Ameliyata girecekler.” Diyen doktorla, Kemal
Bey’in yüzü daha da ekşimişti.
“Du-Dur-umu
nasıl?” diye sorarken aklında kendisinin de doktor olduğunu çoktan unutmuştu.
Doktor
Bey, Kemal Bey’in dağılmış haline iç geçirirken,
“Bilmiyorum
efendim. Profesörler ilgileniyor şu an.” Demesiyle Kemal Bey hemen arkasını
dönüp hızla merdivenlere yönelmişti. Aşağıya inerken elleri bacakları
titriyordu.
Ameliyathanelerin
bulunduğu kata geldiğinde, kapalı kapının yanındaki düğmenin şifresini girerken
elleri yüzünden iki defa yanlış girmişti. Doğru girdiğinde hızla içeri
girmişti. Kahverengi gözleri aceleyle etrafını tararken, köşede gördüğü
ameliyathane bölmesiyle hızla oraya doğru yürümüştü. Aklın başında olsaydı
steril olmadan ameliyathanenin içine girmeye çalışmanın ne kadar tehlikeli bir
şey olacağını bilirdi ama Kemal Bey’in ne aklı yerindeydi ne de doktor
bilgileri.
İçeri
girdiğinde, doktorların hızla birbirlerine bağırdıklarını görünce Kemal Bey’in
adımları durmuştu.
Orada
yeşil örtüyle örtülmüş olan kişinin oğlunun olduğunu biliyordu.
Kemal
Bey’i fark eden bir hemşire doktora işaret verdiğinde, doktor aceleyle Kemal
Bey’e dönmüştü.
“Kemal
Bey çıkın dışarı!” diye bağıran doktor hanımla Kemal Bey başını iki yana
sallamakla yetinirken bir adım daha atmıştı.
“Kemal
Bey steril değilsiniz! Oğlunuzun durumu kritik, lütfen dışarı çıkın!” Kadının
sözleri Kemal Bey’in bir kulağından girip diğerinden çıkıyordu.
Kemal
Bey ameliyat masasını daha rahat görebildiğinde gözleri kararmıştı.
Gördüklerini beyni kabul etmek istemiyordu. Oğlunun göğsünü iki tarafa
açmışlardı ki, oğlunun altındaki yeşil örtünün de kana bulandığını gördüğünde,
sırtından da vurulduğunu düşündü.
“Kaç
kurşun var?”
Kemal
Bey’in basit sorusu öyle bir ağzından çıkmıştı ki, doktor işine dönmeden önce
Kemal Bey’in parçalanmış haline hüzünle bakmadan edememişti. Patronunu çok iyi
tanıyordu. Onlar meslektaşlardı.
“İki.”
Diyebilmişti kadın.
Kemal
Bey iki kurşun girişinin de göğsünde olduğunu anlayınca kaşlarını çatmıştı.
“Sırtındaki
kan?” diye sormasıyla, kadının gözleri hemşerilere gitmişti. Kemal Bey’i
sürükleyerek çıkarmalarını istiyordu.
“Kurşun,
karaciğeri delip geçmiş Kemal Bey.” Demesiyle Kemal Bey’in sesli yutkunuşu
oğlunun zayıf kalp atışları arasında çok rahat bir şekilde duyulmuştu.
Kemal
Bey bir adım geri atarken, doktor hemen hemşirelerine hareket geçmelerini
işaret etmişti. Kemal Bey bayılmadan önce, erkek hemşireler tarafından dışarıya
götürülürken. Doktorlar ameliyat masasındaki Serhat’ın yüzüne bakmadan hemen
ellerine aletleri alıp.
“Devam
ediyoruz arkadaşalar.”
* *
Rahmi
Bey hastaneye geldiğinde hemen hemşirelerden birini durdurup ‘Serhat’ın nerede
olduğunu’ sormuştu. Şimdi ise koca ameliyathanenin bekleme yerindeydi. Geç
kalmıştı. Çocuğun babasının burada görünmediği beliydi ki, duyduğuna kadar
adamın da doktor olduğunu biliyordu belki de adamda içerideydi ona göre.
Rahmi
Bey koltukta otururken çenesini ellerine dayamış öylece yerdeki fayanslara
bakıyordu. Hastanenin kendine has kokusu adamın midesini bulandırıyordu. Rahmi
Bey hastaneleri asla sevmezdi. Çocukları da pek sevmezdi. Bu hastane
koridorunda kaybetmişlerdi bebeklerini. Bu koridorların insanlardan nelerini
alabildiğini en iyi Rahmi Bey biliyordu.
Koridorda
yürüme sesini duyduğunda başını kaldırıp gelen yaşlı adam baktığında, yaşlı
adamda tek kaşını kaldırıp düşünceli bir şekilde Rahmi Bey’in yanına gelmişti.
“Rahmi
Bey, Ben Kemal Bey’in kahyası Erhan. Sizin burada ne işiniz var?” diye sorarken
ellini de uzatmadan edememişti. Rahmi Bey yutkunup ayağa kalkarken Erhan Bey’le
tokalaşmıştı.
“Kemal
Bey’le görüşebilir miyim?” diye sorarken sesi aciz bir şekilde çıkmıştı.
Evladının birini toprağa verirken diğerini hapse vermeyecekti. Bunu
kaldıramazdı onlar.
Erhan
Bey’in gözleri katılaşmıştı. İçeride evladı olarak gördüğü çocuk canıyla
cebelleşiyordu. Canına kasteden adamın babası ise tam karşısına çıkmıştı.
“Kemal
Bey kendisinde değil. Kendisinde olsa da görüşmek isteyeceğinden emin değilim.”
Erhan Bey’in sözleri Rahmi Bey’in canını yakmıştı.
“Evladım
söz konusu.”
Rahmi
Bey’in söyledikleriyle Erhan Bey alayla gülümsemişti.
“Ne
tesadüf ki, Kemal Bey içinde aynı durum mevcut. Kurşunun biri delmiş Rahmi Bey.
Çocuğunuz Serhat Bey’i delmiş! Ne kadar kaybetti biliyor musunuz? On üç ünite
kan götürdüler daha üç dakika önce. On üç ünite!”
Erhan
Bey’in sözleriyle Rahmi Bey utancından yerin dibine girmek istiyordu. Erhan
Bey’de karşısındaki adama üzülüyordu ama masum melekleri içerde canıyla
cebelleşirken kimseyi affedemezlerdi. Serhat Bey’in uyandıktan sonra kimseden
şikayetçi olmayacağını biliyordu. Serhat Bey temiz kalpliydi. Acıları var der
affederdi. Ama Erhan Bey affedemezdi. Masum olduğunu kanıtlamışlardı çocuğun
ama yine de kan davası niyetine gidip çocuğu vurmuşlardı.
“Çok
üzgünüm. Yapabileceğim bir şey olsa yaparım yeminle. Evlat acısını en iyi ben
anlarım. Daha bir gün önce kızımın ölüm haberini aldım ben. Çocuğa bir şey
olsun istemem. Ama anlayın oğlum fevri davrandı.”
Rahmi
Bey’in sözleriyle, Erhan Bey tam konuşacakken arkadan gelen boğuk sesle koridor
daha çok sessizliğe boğulmuştu.
“Hangi
yüzle buradasınız siz!”
Erhan
Bey hemen arkasına döndüğünde patronun dağılmış halini görünce gözleri
dolmuştu.
Rahmi
Bey, Kemal Bey’in gözlerinin içine bakarken kendisinden bile daha yıkık bir
adam görmüştü. Avukatından öğrenmişti. Bu karşısındaki kapı gibi duran adamın
tek ailesi ameliyathanenin içindeki çocuktu. Adamın bütün ailesi ölmüştü.
Oğlundan başka kimsesi kalmamıştı. Onun gibi değildi. O çocukları ve karısı
için güçlü olmak zorundaydı ama karşısındaki adamın tutunacağı dalı oğlu
kırmıştı.
“Kemal
Bey, lütfen konuşalım.” Demesiyle Kemal Bey tam çıkışacaktı ama sonra
karşısındaki adamın da evladını kaybettiğini hatırlayınca yutkunup. Koltuklara
yönelip oturmuştu. Oğlunun içerde ne halde olduğunu gördükten sonra düşünme
yetisi uçmuştu. Azıcık aklı kalmıştı onu da karşısındaki adamla yitireceğini
biliyordu.
“Oturun.
Ne söyleyeceksin söyleyin.” Derken gözleri dolu doluydu. Kemal Bey ağlamamak
için kendini tutuyordu. Bayıldıktan sonra beş saat geçtiğini öğrendiğinde ve
oğlunun hala ameliyathanede olduğunu öğrenince yutkunmak zorunda kalmıştı. O
yaralardan sonra oğlunun yaşayabileceğinden emin dahi değildi. Oğlunun güçlü
olduğunu biliyordu ama oğlunu kevgire çevirmişlerdi.
Rahmi
Bey oturduktan sonra karşısındaki yıkık adama baktı. Ne diyecekti bu adama
oğlumu serbest bırakın mı? Çocuğunun ölme ihtimali vardı. Ama bu konuşmayı
yapmadan buradan gitmeyecekti. Hiç değilse karşısındaki adamın azıcık da olsa
bile merhamet sahibi olmasını istiyordu.
“Oğlum
fevri davrandı. Çok büyük bir şey yaptı biliyorum ama benim bir evladımı daha
kaybedecek gücüm yok. Size yalvarıyorum oğlumdan şikayetçi olmayın.” Rahmi Ağa
ilk defa başını eğmişti. Evlatları için yapamayacağı şey yoktu.
Kemal
Bey karşısındaki adamın yalvarmasıyla yüzü buruşmuştu. “Bir gün önce, kızınızın
katilini içeri sokmak için her şeyi yaptınız Rahmi Bey. Oğlum suçsuz olduğu
halde, eğer kanıtları bulamasaydık içeri attıracaktınız. Eğer oğlum kızınızın
katili olsaydı siz serbest bıraktırır mıydınız?” sorarken sesi titremişti. Oğlu
hapse girseydi de böyle canıyla cebelleşmeseydi diye düşünüyordu Kemal Bey. Hiç
değilse oğlunun iyi olduğunu bilirdi.
Rahmi
Bey, karşısındaki adamın dedikleriyle sorduğu sorunun ne kadar saçma olduğunu
anladı. Kim evladını öldürmeye çalışan adamı dışarı salardı. Hiç değilse
kendileri gibi kan davası gütmüyorlardı.
Kemal
Bey tam yeniden konuşacakken, ameliyathanenin kapısı açılmıştı. Erhan Bey ve
Kemal Bey koşarak doktorun yanına giderken, doktor üzgün bir şekilde Kemal
Bey’in gözlerine baktı.
“Kemal
Bey, ameliyat zorlu geçiyor. Bir kurşun kalbin köşesini sıyırmış. Kalbi iyi ama
karaciğeri kurtaramadık. Bize gelmeden önce zaten iflasa yakındı. Ciğer iflas
etti. Hemen karaciğer nakli yapmamız gerekiyor.”
Doktorun
söyledikleriyle, Erhan Bey’in ağzı açık kalırken, Kemal Bey’in gözleri öfkeyle
yanıyordu.
“Benimkini
alın! Hemen ameliyathaneyi hazırlasınlar benimkini alın.”
Kemal
Bey’in sözleriyle doktor bey başını eğmişti. Doktor Bey’in konuşmasıyla Kemal
Bey’in elleri ayakları tutmaz olmuştu.
“Üzgünüm Kemal Bey ama ne kan
grubunuz ne de dokunuz uyuşmuyor. Serhat Bey’in başka akrabasını hemen bulmamız
gerekiyor.”
Yorumlar
Yorum Gönder