Kan Davası - 9. BÖLÜM

 Suçlu!

"Harika olmalı. Bir şeyleri özlememek. Bir şeye geri dönmeyi istememek. Hep geriye bakmamak."

 Klara ile Güneş  - Kazuo Ishiguro


“Abi cidden iyi misin?” Miran abisinin ameliyata hazırlanmasını izlerken köşede bekliyordu.

Aziz, kardeşine bakarken başını salladı. “Küçük bir operasyon diyor doktorlar. Hem yüz de yüz uyum var dedi hemşireler. Çocuğun hayatını kurtarmak için benim ciğerim gerekli Miran.”

Miran abisinin her şeyi bu kadar kabullenmesine hala inanmıyordu. Babaları da bu durumu kullanmamaları konusunda onlarla konuşmuştu ama Miran Kemal Bey’den bunu istemek zorundaydı. Baran’ın hayatı o adamın elindeydi.

“Tamam ya. Ben sadece bu durumu hemen kabullenmene şaşırdım. Bıçak altına yatacaksın. Korkmuyor musun?” Miran’ın asıl korkusu abisine de bir şey olmasaydı. Organ nakli ne kadar basit bir şey gibi görünse de ameliyattı netice de. Abisine de bir şey olma ihtimali vardı.

“Küçücük bir yer açacaklarmış Miran. Endişelenme, korkmuyorum. Tek korkum ne biliyor musun? Veririmde çocuğun vücudu kabul etmez diye korkuyorum. İşte o zaman Baran katil, ben ise çocuğun babasının umut katili olacağım. O yüzden içini ferah tutmaya çalış. Dua et lan bir!”

Aziz’in sözleriyle Miran kocaman gülümseyip.

“Dualarım seninle zaten.” Demesiyle Aziz Bey kardeşine gülüp iç çekerken gözleri saate gitmişti. On beş dakika sonra yanına geleceklerdi onu ameliyathaneye götürmek için. Kardeşinin vurduğu çocukla aynı ameliyathaneyi paylaşacaktı. Doktorlar ondan karaciğerin yarısını alır almaz Serhat’a yerleştireceklerdi.

“Bana dua etme lan. Ben turp gibiyim. Çocuğa et sen. Çocuğun ne halde olduğunu gördün.” Demesiyle donmuştu.

Miran abisinin dedikleriyle yüzü düşmüştü. Ameliyathaneye girip çıkan doktor sayısını kendi gözleriyle görmüştü. Çocuğa taşıdıkları kanları gördükçe korkmadan edememişti. Çocuğun bedeni hızla çöküyordu.

“Ederim. Ben çıkayım babam bekliyor. Diğerlerinin haberi yok söyleyemedik. Baran nezarethaneden adliyeye sevk edilmeden uyanman gerekiyor.” Demesiyle, Aziz kardeşinin sözlerine gülümseyip.

“Kısa bir uyku hemen uyanırım zaten.” Demesiyle Miran abisine sıkıca sarılıp odadan ayrılmıştı.

Rahmi Bey içeri girerken oğlunun kıyafetleri yerine yeşilleri giydiğini gördüğünde hüzünle gülümsedi.

“Senden böyle bir şey istediğim için çok özür dilerim, oğlum.”

Aziz babasının dedikleriyle gülümsemişti.

“Baba, sen söylemesen de verirdim ben. Sadece Baran’ı dahil ederdim ama Baran’ı çıkartıp çıkarmaması umurumda olmazdı. Dediğin gibi bu kul hakkı hepimizin.”

Rahmi Bey’in gözleri dolmuştu. Ağlayacaktı. Hem kendi kızına hem oğlunun kaderine hem de masum çocuğun kaderine dayanamıyordu. Kendi oğlu başka bir evladı ölümün ucuna getirmişti.

“Baran’ın kulağını çekeceğim. Bu sefer köteği hakketti.”

Rahmi Bey’in söyledikleriyle Aziz gülmüştü.

“On sekiz yıl sonra gelir gelmez ciğerim etti beni. Bırak bu sefer ben ödeviyim o aptalı.” Demesiyle, Rahmi Bey’de gülümsemişti.

“Allah’a emanetsin.” Demesiyle Aziz başını ‘eyvallah’ der gibi salladıktan.

“Anneme söyle de fazla üzülmesin. Bizim hapishaneye getirtiriz burada kalmaz oğlu.”

Kapı açıldığında hemşireler ve bir doktor gelmişti.

“Aziz Bey, hazır mısınız?” doktorun sorusuyla Aziz babasına gülümseyip.

“Hazırım.” Demesiyle, Doktor eliyle koridoru işaret etmişti.

“Bütün prosedürü anlattık size zaten. Serhat Bey’in yanına yatıracağız sizi. Arada mesafe olacak ama organ naklinin hızlı olması için en gerekli durum bu ki, bir sorun olduğunda bütün hocalarımızda ameliyata olacak.”

“Biliyorum. Her şeyi anladım.” Demesiyle, ameliyathane yazan kapıya geldiklerinde, içeri girerken babasının ve kardeşinin köşede ona baktıklarını biliyordu. Arkasını bile dönmeden içeri girdiğinde, içeride yirmiye yakın kapının daha olduğunu görünce şaşırmadan edememişti. Aziz ilk defa ameliyathaneye geliyordu.

Köşedeki en son ameliyathaneye girdiklerinde içerisinin ne kadar buz olduğunu anlamıştı. Ayaklarındaki terlikler bile çıplak ayaklarını soğuktan korumuyordu.

“Aziz Bey geldi mi?” diye soran kişiye döndü Aziz. Ameliyat masasının başındaki bir kadındı. Kadının durduğu ameliyat masasına baktığında, bir çocuğun ağzına ve burnuna nefes alması için alet taktıklarını görmüştü gözleri köşedeki aletlere takılınca çocuğu hayata tutan şeylerin o aletler olduğunu anlamıştı. Çocuğun nabzı stabil bir şekilde yetmişteydi.

“Geldi hocam.” Diyen yanındaki doktorla, Aziz kadının buradaki en yetkili kişi olduğunu anlamış oldu.

“Aziz Bey, yan taraftaki masaya uzanın.” Diyen kadın doktorla Aziz yan tarafa geçmeden önce bir kez çocuğun yüzüne bakmak istedi. Kime karaciğerini verdiğini bilmek istemişti.

“Uzanmadan önce yüzünü görebilir miyim?”

Aziz’in sorusu kadını afallatmıştı.

“Tabi ki.”

Kadından izin alan Aziz yavaşça çocuğun uzanmış bedenine doğru yürürken, çocuğun cildinin ne kadar soluk olduğunu görünce korkmadan edememişti. Çocuğun kalp atışlarını makinadan duymasaydı öldüğünü düşünürdü. Çocuğun dibine geldiğinde, Aziz çocuğun yüzüne hüzünle bakmadan edemedi.

Çocuğun yüzüz hafif tanıdıktı ama çıkaramamıştı bile. İnternete gördüğünü düşünüp iç çekerek, yan taraftaki ameliyat masasına uzanırken gözleri hala çocuktaydı. Çocuktaki tanıdıklık onun canını sıkmıştı. Ama nereden tanıdığını da çıkaramadığından şu anda boş vermek istedi.

Hemşireler Aziz’i hazırlarken, diğer doktorlar da Serhat’ı hazırlıyordu. Aslında Serhat için tek yaptıkları, kapattıkları yeri yeniden açmaktı.

Aziz’in burnuna ve ağzını kapatırken, doktor gülümseyerek yanına gelmişti.

“Aziz Bey, ondan geriye saymaya başlayın. Uyuyacaksınız.” Diyen doktorla, Aziz derin bir nefes alırken yavaşça mırıldanmaya başlamıştı.

“On”

“Dokuz”

“Sekiz”

“Yedi”

“Altı”

“Beş”

“Döört…”

Aziz’in su yeşili gözleri kapanmıştı bile.

Aziz’in yanına gelen beş doktor birbirine bakıp.

“Ameliyata başlıyoruz arkadaşlar. Allah hepimize kolaylık versin.”   

 

*                       *

 

Kemal Bey karşısındaki esmer kadına bakıyordu. Hastanenin çatısına gelmişlerdi. Aşağıda oğlunu yeninden ameliyata almışlardı. Karaciğer nakli yapacaklardı. Oğlu ameliyata ilk girdiğinden beri yirmi iki saat geçmişti. Çocuğunu ameliyathaneden çıkarmamışlardı. Soğuk alan çocuğu için daha iyiydi.

Leman Hanım ise olayların bu şekilde gelişmesinden hiç mutlu değildi. O sadece mirası istemişti. Serhat’ı severdi. O onların göz bebeğiydi. Hiç değilse babası için öyleydi. Leman’ın babası tek torunları olan Serhat’ı her zaman göz önünde tutmuştu. Öldüğünde ise, bütün mirasını İpek’e bırakmıştı ki bunda anormal bir şey bile yoktu. Babası hasta olduğunda ona İpek bakmıştı. Kendi mesleğini bırakıp babasına bakmıştı kardeşi. Bu yüzden de mirasın hepsini almıştı ama babası ona da bir şeyler bıraktığından zamanında sorun etmemişti. Ta ki bu zamana kadar, eski kocası yüzünden iflas ettikten sonra beş kuruşsuz kalınca aklına ablasının şimdiye kadar dokunmadığı mirası aklına gelmişti. Yeğeninden almak için eniştesine gerçeği söylemişti ama eniştesi her zamanki gibi ona asla inanmamıştı ki bu da Leman suçuydu. Leman’ın ağzına yalan yapışmıştı. İlk defa doğruyu söylemişti onda da eniştesi kapı dışarı etmişti onu. 

Şimdi ise eniştesi gerçeği öğrenmişti.

“Bir insanın evladını nasıl çaldınız be!”

Kemal Bey hala inanamıyordu. Oğlunun onun çocuğu olmadığını kabullenemiyordu. Serhat onun bebeğiydi. Onun en masum meleğiydi. Onun kimsesi yoktu ki Serhat’tan başka. Serhat’ını kaybedemezdi.

Leman gözlerini devirip.

“Enişte sence sorman gereken ya da kızman gereken kısmı bu mu? Serhat’ın öz ailesini biz fakir sandık yani hiç değilse hemşire öyle demişti. Doğulu demişti bize. Buralı değil demişti. Dokuz çocukları var demişti. Biz de Kürt bir ailenin çocuğunu kaçıralım dedik. Bakamazlar dedi sevgili Züleyha teyzecim.” Demesiyle Kemal Bey annesinin isminin anılmasıyla gözlerini sımsıkı kapatmıştı.

Babasını bile yöneten kadın Züleyha Taş. Ölümü bir gece kalp kriziyle olmuştu ki, annesi çok temiz bir şekilde torunuyla uyurken olmuştu. Serhat babaannesini pek hatırlamazdı üç yaşındaydı babaannesi öldüğünde.

“Annemin başından altından çıktı anladım. İpek’in haberi var mıydı?” diye sorarken gözleri kısılmıştı.

Leman omuz silkip. “Ölmeden bir gün önce öğrenmişti. Serhat’ın kolunda morluk oluşmuş sanırım çocuk işte düşer morar dedim ama pimpirik kardeşim işte şüphelenmiş doktora götürmüş. Doktora kendi kanını da vermiş ne olur ne olmaz diye. Lösemi falan çıkarsa diye sanırım. Oysa, Züleyha teyze Serhat’ın kordon bağını dondurttu. İstediğimiz an ilik nakli için hazır… Sana söyleyemeden rahmetli oldu zaten enişte. Sonrası malum. Kimseye söylemedim. Hemşireyi Züleyha teyze işini bitirtti. Kardeşimde ölünce ben kaldım. Ben de ne diyecektim ki, Serhat’tan başka bir kimsen kalmamıştı. Söyleyemedim.”

Kemal Bey’in gözleri dolmuştu annesine hem kızıyor hem de minnettardı. Serhat gibi bir oğlu annesi vermişti ona. Bunu saklayacaktı zaten. Serhat’ın bu durumu öğrenmesine asla müsaade etmezdi. Çelebioğlu ailesinden ise kökten kurtulacaktı. Onları bir daha görmek dahi istemiyordu. Oğlunu ondan alabilecek bir aileyle daha fazla yüz göz olmak istemiyordu.

“Bir de fakir sandınız ha! Adamlar Mardin’in en büyük aşiretti! Hata adam ağa! Bildiğin Ağa Leman! Ben size ne diyeyim. Hemşirenin tongasını düşmüşsünüz!” derken sırıtmadan edememişti.

Kemal Bey artık yaşadıklarına gülmeden edemiyordu. Oğlu aşağıda canıyla cebelleşiyordu o burada bu işi nasıl saklayacağını düşünüyordu.

“Dimi ya! Bir de aptallar kendi kardeşini vurdu. Shakespeare böyle trajedi yazamaz yeminle!”

Kemal Bey göz devirip. “Abartma Leman! Abartma vurdukları çocuk benim oğlum! Ne kardeşinden bahsediyorsun sen! Öğrenmeyecekler. Öğrenemeyecekler anladın mı? Hayatımızdan, Serhat’ın hayatından çıkacaklar. Çıkmak zorundalar.”

Leman eniştesinin sözleriyle gülümsemişti sadece. “Enişte, Serhat’ın hayatına bomba girdikleri doğru ve sende benim kadar iyi biliyorsun ki, öz abisi karaciğerini veriyor. Nasıl hayatından çıkartacaksın bu insanları?”

Leman’ın sorusuyla Kemal Bey’in yüzü düşmüştü ama gözlerindeki kesinlik Serhat’ın bu durumu öğrenmeyeceğine söz verir gibiydi.

“Leman, senden benden başka kimse bu durumu söylemediği sürece kimse öğrenemeyecek… Sen hem orasını karıştırma, Serhat üniversiteye gitmek zorunda hatırladın mı?”

Leman eniştesinin planını anladığı an dehşetle bakmakla yetinmişti.

“O çocuğu dışarı salmayacaksın değil mi? Serhat’ı vurmaya kalktı be!”

Leman ayağa kalkmıştı. Hiddetle odada dolanırken Kemal Bey’in de elleri yumruk olmuştu.

“Hayatımızdan çıkmaları için gerekli bu! Ben mutluyum zannediyorsun! O adamın oğlumu öldürmeye çalıştığını biliyorum ama bizden, Serhat’ımın yakasından düşmeleri için gerekli olan şey bu. Hiçbir şekilde oğlumla tanışmamalılar. Hafif bir şüphe her şeyi batırır Leman.”

Leman Hanım kollarını göğsünde birleştirirken başını iki yana salladı.

“Enişte, Serhat öğrense bile seni bırakmaz ki.” Derken sesi bu durumu dallandırıp budaklandırmamak için yumuşak çıkmıştı. Leman Hanım bu işin daha sonra öğrenilirse daha büyük sorunlara sebep olacağını biliyordu.

“Sen ne diyorsun Leman. Ortada çocuk kaçırma var. Sahte belge var! Serhat on sekiz yaşını geçmiş olabilir ama ailesinin dolduruşuna gelebileceğini sen de biliyorsun! Serhat’a ben bakamadım! Babası olmam gereken yerde, o babalık yaptı! O beni teselli etti Leman! Ben bilmiyor muyum oğlumun içindeki ukdeyi! Annemle senin yaptığın hatanın sonucunu ben çekmeyeceğim! Serhat’ın ihanete uğramış yüzüne dayanamam ben!”

Kemal Bey baldızına son kez baktıktan sonra koltuktaki ceketini alıp kapıya dönerken son sözlerini de söylemişti.

“Oğlum öğrenmeyecek Leman. Anladın mı beni!”

Leman Hanım sert kapatılan kapıyla irkilirken gözleri odada kalmıştı.

“Bu işin sonunda da ben günah keçisi ilan edilirsem kendimi bir yerlerden atacağım!”

 

*                            *

 

“Balistik raporlar çıktı.” Diyen Emniyet amiriyle, Gökhan Bey merakla, amirin elindeki dosyaya bakmıştı.

“Sonuç nedir? Özlem Hanım’ın ailesi de burada perişan durumda.”  Gökhan Bey Özlem’in burada daha fazla kalmasını istemiyordu. Genç kız içinde bugün çok travmatikti.

Emniyet amiri karşısındaki avukata bakıp. “Biraz daha misafirimiz olacak Özlem Hanım.” Demesiyle,

Gökhan Bey anlamayarak emniyet amirine bakarken, amir iç çekip elindeki dosyayı avukata uzatırken konuşmayı ihmal etmemişti.

“Sonuçlara göre, silahı sıkan kişi Özlem Hanım. Silahın ruhsatı Baran Çelebioğlu’nda olduğundan ve oraya Serhat Taş’ı öldürmeye gittiğini itiraf ettiğinden kendisi de savcının karşısına çıkacak ama Serhat Bey’i vuran kişi Özlem Hanım olduğu için suçlu olarak yargılanacaktır büyük ihtimal avukat bey. Genç kızın ailesine bu durumu isterseniz siz açıklayın.” 

Amirin dedikleriyle Gökhan Bey’in aklı boşalmıştı. Özlem’i bulduklarında ellinde silah olduğunu biliyordu ama onun sıktığını düşünmemişti. Arkadaşı bunu öğrendiğinde zaten pek sevmediği genç kıza gittikçe saracaktı.

Serhat’ın kızı bırakmayacağını çok iyi biliyordu. Gökhan Bey’e göre, Serhat’a annesinin sadakati vardı. Anne oğul sevdiklerini asla bırakmıyorlardı.

Gökhan Bey amire bakıp. “Çok sağ olun. Savcılığa ne zaman gönderirler?”

Emniyet amiri, masasına dönerken gözleri saate takılmıştı. “Bir saate göndeririz.” Demesiyle, Gökhan Bey’in gözleri de saate takılmıştı.

Serhat’ın hala ameliyathanede olduğunu Erhan Bey’den duymuştu. Otuz üç saat geçmişti. Koca otuz üç saat.

Gökhan Bey amirin odasından çıkarken düşünceleri dağınıktı. Serhat’a bir şey olursa Kemal’i bir daha toparlayamayacağını biliyordu.

Gökhan Bey, Özlem’in ailesinin olduğu yere doğru yürürken bu haberi nasıl vereceğini düşünmeden edemiyordu. Kızları da savcılığa çıkacaktı.

Gökhan Bey’in gözleri Osman Bey’in perişan halini görünce yutkundu.

“Osman Bey.” Demesiyle, Osman Bey karısını bırakıp başını çevirerek dolmuş gözlerini Gökhan Bey’e dikmişti.

“Kızımı ne zaman çıkaracaklar Gökhan Bey?”

Osman Bey’in sabrı tükeniyordu. Kızının başına gelenleri hala inanamıyordu.

“Osman Bey, durumlar karışık.” Demesiyle, Osman Bey karısının duymaması için hızla ayrılıp yürümeye başlarken, Gökhan Bey’de yıkılmış adamın peşine düşmüştü. Osman Bey karısının duyamayacağı bir yere geldiğinde gözleri öfkeyle Gökhan Bey’e dönmüştü.

“Ne demek karışık!”

Gökhan Bey bu öfkenin kendisine geleceğini bile bile konuşmaya başladı.

“Balistik raporuna göre, silahı sıkan kızınız Osman Bey. Serhat’ı yanlışlıkla vuran kişi Özlem.”

Osman Bey duyduklarıyla gözleri kararmıştı az kalsın. Gökhan Bey bakışlarını kaçırırken.

“Kızınız da savcılığa gidecek. Üzgünüm ama bundan suçsuz bir şekilde kurtulması biraz imkansıza yakın. Hele ki Serhat’ın durumunu göz önünde alırsak. Çocuk hala ameliyata.”

Osman Bey öfkeyle Gökhan Bey’in yüzüne baktı. “Bana ne lan Serhat’tan onun yüzünden oldu zaten bunlar! Benim kızım okuyup doktor olacaktı şimdi ise bir suçlu olacağını söylüyorsunuz!”

Osman Bey’in bağırışıyla arkadaki kadın ayağa kalkmış kocasının yanına gelmişti.

“Osman, ne suçlusu? Benim kızım suçsuz. Çıkart onu burada!”

Gökhan Bey Osman Bey ve karısının daha fena olacağını hissettiğinde, hemen ayrılmıştı koridordan.

Osman Bey’in haklı olduğunu biliyordu. Özlem’in başına gelenlerin sebebi Serhat’ın yerinde durmamasıydı.

Gökhan Bey’in kızın bu işten nasıl kurtulacağını biliyordu ama Kemal’in şikayetini çekmeyeceğini biliyordu ama yine de bir umutla telefonu çıkarıp arkadaşını arayıp kulağına götürdü.

Telefon açıldığında, Gökhan hemen konuşmuştu.

“Kemal, Serhat nasıl?” diye sorarken gözleri emniyettin kalabalık koridorlarındaydı.

“Hala ameliyata… Karaciğeri yerleştiriyorlar. Donörü odaya aldılar. Ama Serhat’ı hemen çıkaramayacaklar gibi.”

Gökhan Bey, arkadaşının yorgun ve üzgün sesini duyduğunda üzülmeden edememişti.

“Serhat güçlüdür, Kemal. Umudunu yüksek tut. Ben hala emniyetteyim. Seni bir şey için aradım ama şu an iyi değilsen daha sonra konuşabiliriz.”

Gökhan Bey şu anda bu soruyu soramayacağını biliyordu. Serhat ameliyattan bile daha çıkmamışken arkadaşına nasıl derdi şikayetini geri çekelim diye.

Karşı tarafta uzun bir sessizlik gelmişti.

“Aslında Gökhan aradığın iyi oldu. Ben de seni arayacaktım. Şikâyeti geri çek. Şu Bora mıdır, Baran mıdır ne haltsa serbest kalsın. Ailesiyle defolup gitsin bu şehirden!”

Gökhan arkadaşından duyduklarıyla şaşırmıştı.

“Kemal emin misin? Serhat daha ameliyattan çıkmadı bile.”

Karşı tarafta derin bir nefes alış sesi duyunca Gökhan arkadaşının bu kararı alırken zorlandığını da anlamış oldu.

“Gökhan, mecburum diyelim. Bu ailenin hayatımızdan hemen defolup gitmesine mecburum. O yüzden şikâyeti geri çek. İfadeleri değiştirtir. Hata Serhat’ın kendini yanlışlıkla vurduğunu falan beyan et. Her şey olur anladın mı?” 

Gökhan Bey inanamayarak arkadaşının söylediklerini dinlerken eli yumruk olmuştu.

“Karaciğeri pazarlıkla mı verdiler, Kemal. Eğer öyleyse başka bir karaciğer ararız. Bu adamlara pabuç bırakacak bir insan değiliz biz!”

Gökhan Bey sinirlenmişti. Serhat’ın durumu zaten onu endişelendirirken böyle bir olayın yaşanması adamı öfkelendirmişti.

“Yok öyle bir şey Gökhan. Ama gitmeleri lazım. Şu an bunu sana anlatamıyorum ama buluştuğumuzda neden böyle yaptığımı söylerim. Lütfen, adamın suçsuz bir şekilde çıkmasına yardımcı ol.”

Gökhan Bey durumu anlayamıyordu ama arkadaşının isteklerini sadece yerine getirebileceğini biliyordu.

“Kanıtları ne yapayım?” diye sorarken gözleri koridorun ilerisindeki Aram Bey’i görünce yüzü buruşmuştu.

“Ye Gökhan!”

Arkadaşının dediklerini anlamayan Gökhan Bey,

“Anlamadım?” diye sorarken gözleri hala Aram Bey’in ela gözlerindeydi.

“Neyi anlamadın arkadaşım. İstersen ye kanıtları ne yaparsan yap Gökhan avukat olan ben değilim sensin!”





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

AHPO - 51. BÖLÜM: 2. Sezon - 2. Bölüm:

Hayırsız Evlat - 16. Bölüm: Kill Me! -1

Hayırsız Evlat - 15. BÖLÜM: Tavşan Deliği!