Kan Davası - 8. BÖLÜM
Kul Hakkı!
"Ta yüreğinde... Bir yerleri acıyordu. Neresi ama, hiçbir yeri... Ama acıyordu."
Teneke - Yaşar Kemal
Begüm
yanındaki arkadaşına kısa bir an bakıp sinirle homurdanmıştı. Enes yanındaki
kıza gözlerini deviriyordu.
“Benim
yüzümden olmuş gibi davranmasına salak!”
Enes
altındaki spor arabayı süratle köprüden geçirirken yanındaki kızın
sinirlenmesine kızmadan edemiyordu.
Begüm
elindeki telefonunu sıkarken, “Allah’ın cezası çocuk daha yeni eve gelmiş ve
sen onu evden mi kaçırtın? Ne için anlaştınız bir söylesene?”
Begüm
olan bütün her şeye inanamıyordu. Serhat’la birkaç saat önce mesajlaşıyorlardı
ama bir anda Serhat’ın vurulduğunu öğrendiğinde az kalsın sinir krizi
geçirecekti genç kız. Yanındaki arkadaşı ise tamamen öfkeliydi. Serhat’ın
başının belada olduğunu bilmiyordu. Serbest kaldığında her şeyin bittiğini
düşünmüştü. Ama, arkadaşının vurulduğunu öğrendiğinde kalakalmıştı ta ki Begüm
evinin kapısını kıracak kadar çalana kadar.
“Ben
sen miyim kızım? Serhat’la benim aramda çıkar ilişkisi yok bile. Biz gerçekten
de birbirimize destek oluyoruz.” Enes’in dedikleriyle, Begüm göz devirmişti.
“O
yüzden sınıfta sesin bile çıkmadı değil mi? Serhat’ı suçlu ilan ettiniz be!”
Begüm’ün
söyledikleriyle Enes’in çenesi kasılmıştı.
“Herkes
senin gibi rahat değil yalnız. Senin annen sürekli dünya turunda, babanın zaten
ülkeye geldiği bile yok! Benim babamı tanıyor musun sen bir söylesene! O
emniyete gittiğim an babamın kulağına gidecekti! Bir şey bilmeden sakın konuşma
Begüm! Serhat sorun etmiyorsa karışma!”
Begüm
Enes’in ilk defa bu kadar ciddi konuştuğunu duyduğunda sessizleşmişti ama
Enes’in siniri geçmemişti.
“Vurulacağını
bilsem evden kaçmasına izin verir miydim kızım ben! Serhat’la ben anaokulundan
beri arkadaşız! Onun canına bir şey olsa benim canım acır lan. Kardeş gibi
büyüdük biz.”
Enes
gördüğü hastaneyle hızla arabayı durdurmuştu.
“Niye
buraya getirmişler ki, Kemal amcanın genel hastanesine neden götürmediler?”
Begüm’ün meraklı sorusuyla Enes Begüm’ün Serhat’ın durumdan habersiz olduğunu
anlamıştı. Enes gelmeden önce Erhan Bey’i aramıştı ki, aldığı bilgilerle canı
yanmıştı. Donör olup olmadığını öğrenmek için hemen gelmişti.
“Ben
nereden bileyim! En yakın yer burasıydı sanırım.” Enes, Begüm’le arabadan
inerken hızla hastanenin içine yol almışlardı.
Hastanenin
içine girdiklerinde, hemen bir hemşireyi durdurup.
“Kemal
Taş nerede biliyor musunuz?” diye soran Enes’in gözleri köşedeki gazetecileri
görünce iç çekti.
Hemşire
Enes’in yüzünün tanıdık geldiğini düşünmüştü ama boş verip.
“Aşağı
katalar. Ameliyathane girişinde olmaları gerekiyor.” Hemşirenin bilgisiyle,
Begüm hızla merdivenlere yönelirken, Enes’in yürümediğini görünce arkasına
dönüp.
“Enes
gelsene!” demesiyle Enes iç çekip.
“Sen
önden git. Benim bir işim var.” Demesiyle Begüm tam konuşacaktı ama Enes’in
laflarını ağzına tıkayacağını bildiğinden omuz silkip merdivenlerden inmeye
başlamıştı.
Enes
arkasına dönerken köşedeki gazetecilere sırıtmadan edememişti. Babasının işi
yüzünden bir gazeteciyi çok iyi tanıyordu. Enes yavaşça gazetecilere doğru
yürürken, gazeteciler de anlaşıldıklarını anladıkları an tam kalkacakken, Enes
çoktan yanlarına gelmişti.
“Kamerayı
verin.” Demesiyle, gazetecilerden biri hemen kameranın hafıza kartını cebine
atmaya çalıştığında, Enes adamın elini tutup sıktı.
“Burası
özel bir hastane biliyorsunuz değil mi? Özel mülke izinsiz girip fotoğraf
çekmenin size getirebileceği sonuçları da biliyor olmalısınız.”
Enes’in
sözleriyle gazeteci avucunu uzatıp hafıza kartını verirken, Enes sırıtıp.
“Hangi
gazeteden acaba?” diye sormasıyla gazeteciler donmuştu.
“Enes
Bey, bu yaptığınız etik değil. Babanızın gücünü böyle kullanıldığını halk
öğrenirse…”
Enes
gazetecinin sözünü kesip.
“Babamdan
bahseden kim? Bu hastanenin sahibinin rahmetli babasının kim olduğunu
biliyorsunuz değil mi?” Enes’in sorusuyla gazeteciler yutkunmuştu.
“Bizler
sadece işimizi yapıyoruz.” Diyen diğer gazeteciye döndü Enes.
“Bende
işinizi yapmanıza bir şey demiyorum zaten. Ama başkasının acısını paraya
çevirmenize izin veremem.” Derken gözleri gazetecilerde dolanmıştı.
“Arkadaşım
hakkında bir haber dahi duyarsam başınıza neler gelebileceğini düşünüyorsunuz
değil mi? Sakın internete yaymaya kalkmayın bir daha gazeteci olarak
çalışamazsınız bile.” Dedikten sonra hepsinin elindeki kameraları alırken,
gazeteciler karşı çıksa da kimse bir bakanın oğluna zarar veremeyeceğini
biliyordu.
Bütün
fotoğrafları sildikten ve hafıza kartlarını aldıktan sonra görevlilere işaret
verip arkasını bile bakmadan aşağıya inmeye başlamıştı. Cebine koyduğu hafıza
kartları Kemal amcaya verecekti.
Aşağıya
indiğinde, ameliyathanenin koridoruna girdiğinde bir kızın sesli ağlayışlarını
duyduğunda iç çekmişti. Begüm meraklı bir insandı fazla meraklıydı. Kendi
iyiliği için bile. Serhat bu yüzden Begüm için bir gizemdi. Serhat’ın
çocukluğunu kimse bilmezdi. Annesiyle olan ilişkisini, arkadaşlarını, babasının
neden Serhat’a bu kadar düşkün olduğunu, Serhat’ın neden bu kadar sakin bir
insan olduğunu bilmemek Begüm’e çözmesi gereken bilmece gibi geliyordu. Onunki
arkadaşlık değildi sadece takıntıydı. Serhat’a bunu biliyordu ama genç kızın
bulmaca olmazsa kafayı yiyeceğini anladığından öylece bırakmış arkadaş olmuştu.
Serhat’ın iyi niyetiyle başlayan bir arkadaşlıktı bu ilişki. Serhat gerçekten
de Begüm’ü arkadaşı olarak görüyordu. Sınıftaki herkesi arkadaşı olarak
görüyordu. Begüm’ün kendisine takıntılı olduğunu bildiği halde asla
arkadaşlıklarına zarar vermemişti Serhat.
Enes’in
elleri yumruk olmuştu. Serhat onun şu dünyada gördüğü en saf insan olduğunu
biliyordu. Annesini öldüğünde bile babasını teselli eden bir çocuktu arkadaşı.
Bir gün bile ağlamamıştı. Hayır, geceleri uyurken bile ağlamamıştı Serhat.
Serhat’ın bir kez bile su yeşili gözlerinin kızarmış olduğunu görmemişti.
Enes
koridora girdiğinde yıkılmış bir şekilde duran Kemal amcasını görünce yavaşça
adamın yanına yürürken, köşede orta yaşlı bir adamın daha durduğunu görünce kim
olduğunu düşündü bir an ama umursamamıştı bile.
Kemal
Bey ayak sesiyle başını kaldırıp gelen çocuğa baktı.
“Enes,
oğlum.” Derken hızla ayağa kalkıp Enes’e sıkıca sarılmıştı.
Begüm
köşede ağlarken Erhan Bey onu teselli ediyordu.
Enes
Kemal amcasının sarılışından kurtulup. “Kemal amca, kan mı vermem lazım?” diye
sorarken gözleri endişeyle Kemal Bey’in kahverengi gözlerine bakıyordu.
Kemal
Bey karşısındaki oğlunun arkadaşının kolunu tutup sıkıca tutarken. “Kan vermen
lazım. Hemşireler içerde bekliyor. Senden bunu istediğim için gerçekten üzgünüm
ama Serhat’la aynı kan grubunu paylaşıyorsunuz.
Begüm’ün
ağlaması kesilmişti merakla Enes’e bakıyordu. “Serhat’ın kan grubu ne ki?” diye
sorduğunda, Enes göz devirip arkadaşına cevap vermişti.
“AB
negatif.” Demesiyle, Begüm’ün merakını bastırırken, köşede duran Rahmi Bey ise
duyduğu kan grubuyla başını kaldırmıştı.
“Benim
kan gurubumda aynı.” Demesiyle, Kemal Bey Rahmi Bey’e öyle bir dönmüştü ki.
“Tam
olarak kaç yaşındaydınız?” Diye sorarken
Enes’i çoktan bırakmış Rahmi Bey’in önüne gelmişti.
“Elli
altı yaşındayım. Organ nakli için yaş önemli mi?” diye sormasıyla Kemal Bey
başını sallayarak.
“Tabi
ki de önemli. Organlarda yaşlanır. Ailenizde sizden başka aynı grup vardır
değil mi? Dokuz çocuğunuz vardı değil mi? Rahmi Bey, sizden isteyeceğim şey
küstahlık olarak görülebilir ama evlatlarınızdan biri oğluma Karaciğerini
verebilir mi?”
Kemal
Bey’in sesindeki mahcupluk istekle, Rahmi Bey burukça gülümserken tam
konuşacakken arkadan gelen sert sesle Rahmi Bey’in gözleri umutla genç adama
bakmıştı.
“Ne
ciğerinden bahsediyorsunuz siz?” Aziz Bey’in Miran’la koridora girerken
babalarının yanına doğru yürürken sorduklarıyla, Kemal Bey Rahmi Bey’in
çocukları olduğunu anlamıştı ama konuşan genç adamın Serhat’a benzerliğiyle bir
an halüsinasyon görebileceğini düşünmüştü.
Rahmi
Bey oğluna dönüp. “Aziz oğlum, Baran’ın vurduğu çocuğun karaciğer iflas etti.
Kimsenin dokusu tutmuyor. Kan grubu bizimle aynıymış çocuğun.” Rahmi Bey her
şeyi basit bir şekilde açıklarken, Aziz’in su yeşili gözleri babasının
gözlerine baktıktan sonra Kemal Bey’in perişan haline dönmüştü.
“Tamam.”
Aziz
babasının gözündeki mahcupluğu görmüştü. Kardeşi masum bir çocuğun hayatına
kastetmişti. Kardeşinin hatasını düzeltmek için yüreğini bile verirdi.
Kemal
Bey duyduklarıyla Aziz’e minnettar bir şekilde baktı.
“Çok
teşekkür ederim.”
Erhan
Bey ayağa kalkıp hemşireye haber verirken, Aziz babasına sıkıca sarılırken
kulağına fısıldamıştı.
“Baran
iyiymiş.”
Rahmi
Bey oğlunun söyledikleriyle derin bir nefes aldı. Oğlunun iyi olduğuna
sevinmişti ama şimdi burada başka bir babanın evladının kaybedebileceğini
bilmek adamın boğazında yumru oluşmasına sebep oluyordu.
Emrah
Bey dönerken yanında iki hemşire vardı.
“Kanları
alınacaklar kim?” erkek hemşirenin sorusuyla Aziz Bey ve Enes ellerini
kaldırmıştı. Aziz babasından yavaşça ayrılırken kardeşine işaret vermişti.
Aziz
normalde çıkarcı bir insan değildi ama karaciğer çocukla uyumlu olursa
kardeşini kurtarmasını isteyecekti. Başka türlü kardeşini içerden
çıkaramazlardı. İhsan’ın dedikleri normal değildi. Bir de genç bir kız olaya
karışmıştı ki, kurşunu kimin sıktığı sadece balistik raporda belirlenecekti ki,
silahın sahibi Baran olduğu ve oraya neden gittiğini bildiklerinden, cezasız
kalma ihtimali yoktu. Bu karaciğer meselesi kardeşinin kurtuluşu olabilirdi.
Aziz’le
Enes hemşireyle ayrılırken, Begüm’ün donuk gözleri Kemal amcasına dönmüştü.
“Kemal
amca, Serhat nakilden sonra sağlıklı olabilecek mi?” diye sorarken sesi
korkuluydu. Serhat’ın babasına bile söyleyemediği bir gerçeği Begüm biliyordu
bu yüzden de arkadaşı için daha çok üzülüyordu.
Kemal
Bey yutkunmadan edemedi. “Tabi… eskisi gibi alkolü sünger gibi içemeyecek ama…
benim oğlum iyi olacak.” Demesiyle, Begüm yutkundu.
“Askeriyeye
girebilecek öyleyse.” Demesiyle, Erhan Bey çok rahat duymuştu.
“Askeriye
derken?”
Erhan
Bey bunu merakla sormuştu. Serhat Bey’in askeriyle ne işi olabilirdi ki, hukuk
okuyacaktı.
Begüm
ellerini bacaklarının arasında sıkıştırırken, “Serhat, Milli Savunma
üniversitenin sınavına girmişti. Kaptan olmayı planlıyordu. Denizci olmak
istiyor… Sınavın sonuçları öğrendikten sonra Kemal amca size söyleyecekti.”
Genç
kızın söyledikleriyle koridordaki herkes sessizleşmişti. Koridordaki herkes
biliyordu organ nakli olmanın engelliliği de yanında getirdiğini. Miran’ın yüzü
ekşimişti. Kardeşinin bir hatası çocuğun hem sağlığından hem de hayalinden
etmişti. Kardeşi yüzünden hem bir sağlık hem de bir hayat borçlu olacaklardı
her zaman.
Kemal
Bey ise duyduklarıyla acıyla gülümsedi. “Annesi gibi denizleri seviyor eşek
sıpası.”
Erhan
Bey, Kemal Bey’in sesindeki acıyı çok rahat bir şekilde anlamıştı. Serhat Bey
sağlığına kavuştuktan sonra onları daha büyük zorluklar bekliyordu. Nakil için
donör bulmaları şu an öncelikleriydi ama Serhat Bey’in inatçılığını babası da
Erhan Bey’de çok iyi biliyordu.
“Gelecek
gösterir, Begüm Hanım. Hem Serhat Bey’in aklı her zaman karmaşıktır başka bir
meslek isteyebileceğinden eminim.” Derken sesi inandırıcı çıkmıştı Erhan Bey’in
ama içten içe biliyordu Serhat Bey onlara dünyayı dar edecekti. Bir bebek gibi
istediği şey olmadığı için her gün mızmızlanıp duracaktı.
Aziz
Bey ve Enes koridora geri döndüklerinde, Aziz babasının yanına gidip acılı
insanlara kısa bir an baktıktan sonra.
“Sonuçları
haber verirsiniz.” Dedikten sonra babasına döndü. “Baba biz kantine geçelim.”
Demesiyle, Rahmi Bey başını sallayarak Miran’ın omuzuna dokunarak ayrılmıştı.
Kemal
Bey’in onlardan rahatsız olduğu çok beliydi. Rahmi Bey ve oğulları yukarı
çıktıktan sonra kantine geçmişlerdi.
Rahmi
Bey iki oğlunu da karşıya oturtmuştu.
“Baran
ilk defa yüzümü eğdirdi.” Derken sesi boğuk çıkmıştı.
Aziz
babasının çöken haline üzülmeden edememişti. Babasının her zaman evlat acısıyla
sınandığını düşünmeden edemedi. En küçüklerinin ölü bedenini her hatırladığında
Aziz Bey’in gözleri doluyordu.
Rahmi
Bey dolmuş su yeşili gözlerini Miran’ın ela gözlerine dikti. “Nasıl sıktıysa,
çocuğu delip geçmiş. Karaciğerde bildiğin delik açmış.”
“Baba,
yapma bunu kendine… Baran bir halt yedi ama bir şekilde hal olur. Çocuk
yaşayacaktır. Çocuğun babası doktor hastane onların.”
Miran’da
üzülüyordu ama babasının bu kadar kendini kahretmesini kabullenemiyordu.
“Ne
yaşaması Miran.” Aziz Bey kardeşine inanamayarak bakıyordu. “Çocuğun
karaciğerini yedi lan bizim kardeşimiz. Karaciğer yok şu an çocuğun. Hemşire ne
dedi biliyor musun kan alırken, en fazla Yetmiş altı saatleri var. Çocuğu
yaşatabilmek için en fazla yetmiş altı saatleri var. Dediklerine göre çocuğun baba
tarafından bir tane bile akrabası yokmuş. Anne tarafından ise bir tane teyzesi
varmış onun da kan grubu uymuyormuş. Babası, bütün hastaneleri harekete
geçirmiş. Karaciğerini verebilecek bir insana milyon dolar teklif ediyorlar.
Durumun ciddiyetini anla. Azrail çocuğun başında bekliyor.”
Miran
abisinin dedikleriyle yutkunurken, Rahmi Bey en büyük oğlunun gözünün içine
baktı.
“Eğer
dokunuz uyarsa hiçbir şart koymadan ver.” Demesiyle, Aziz Bey inanamayarak
babasına baktı.
“Ne
diyorsun sen baba? Öyle bir şey olursa Baran’ı ancak böyle kurtarabiliriz.” Aziz’in
sert sesi bile babasını etkilememişti.
“Irmak’ı
öldürdü sandığımda çocuğun gideceği hapishaneye kadar ayarlamıştım ben Aziz.
Çocuğu öldürtecektim içerde. Katil sandığım için öldürtecektim. Babası haklı
tamam mı? Miran, İhsan, Dilan bu halde olsaydı sen onları bu hale getiren
kişiyi serbest bıraktırır mıydın?”
Rahmi
Bey’in sorusuyla Aziz’in ağzı açık kalırken, Miran başını eğmişti. Rahmi Bey
iki oğluna acıyla bakarken.
“Bizim
o çocuğa koca bir can borcumuz var. Bir de pişkinlikle pazarlığa
oturmayacaksınız. İkinize de diyorum. Uyarsa ver. Bunun borcunu kalbimi versem
bile ödeyemeyiz.”
Rahmi
Bey ayağa kalkarken, oğullarının gözlerinin içine baktı.
“Bizim
kul hakkı borcumuz oldu oğlum. O çocuğun bizde hakkı var. Bunu bilerek hareket
et.”
* *
Kemal
Bey hastanenin başhekim odasındaydı. Ameliyathanenin önünde ne kadar beklese de
bir şey değişmeyeceğini biliyordu. Oğluyla kendisinin donörün uymadığını bilmek
onu üzmüştü ama Enes’in ya da diğer adamın donöre uygun olmasını umuyordu.
Kapının
çalınmasıyla gözlerini kapalı bilgisayardan ayırıp, “Gir.” Demesiyle kapı
açılıp içeri başhekim ve oğlunun ameliyatından sorumlu doktor gelmişti.
“Kemal
Bey, müsait misiniz?” diye sorarken başhekim vereceği müjdeli haberin
karşısındaki adama iyi mi geleceğini yoksa hayatını mı karartacağını
bilmiyordu.
Kemal
Bey başını sallarken, “Buyurun geçin tabi hocam. Burası sizin odanız.”
Demesiyle, Başhekim korkuyla yanındaki profesöre baktı. İki doktorda
karşısındaki doktor olan patronlarına verecekleri haberin adamı ne hale
getireceğini bilmiyordu.
İki
adam da içeri girdikten sonra kapıyı kapatırken, başhekim yavaşça elindeki
dosyayı açıp.
“Enes
Bey’in karaciğerinin uyumu düşük, Kemal Bey.” Demesiyle Kemal Bey’in yüzü
düşmüştü.
Başhekim
iç çekip. “Ama moraliniz bozmayın, Aziz Bey’in uyum oranı yüzde yüz.” Demesiyle
Kemal Bey hızla ayağa kalkmıştı.
“Hemen
ameliyata alalım. Ne bekliyorsunuz hocam?” diye sorarken, Başhekim yutkunup.
“Kemal
hocam, yüz de yüz uyum var. Bunun ne demek olduğunu biliyorsunuz değil mi?”
diye sormasıyla Kemal Bey’in yüzündeki umutlu gülümseme donmuştu.
Başhekim
iç çekip. “DNA testi yaptık. Donörlerde yüz de yüz uyum her zaman rastlanmaz
biliyorsunuz Kemal hocam. DNA testinin sonucu çıkmadan size haber vermek
istemedik ama sonuç çıktı ve… Aziz Bey’le Serhat Bey kardeşler.”
Kemal
Bey başını iki yana sallarken, “İmkânsız, İpek’le benim çocuğum Serhat! Kendi
hastanemde doğdu benim oğlum! Böyle bir şeyin ihtimali yok! Ne şaka
yapıyorsunuz bilmiyorum ama beni sakın evladımı sınamayın.”
Kemal
Bey’in inkâr edebileceğini tahmin eden iki doktor birbiriyle bakıştıktan sonra.
Başhekim elindeki dosyayı Kemal Bey’e uzatmıştı.
Kemal
Bey istemese almıştı dosyayı her okuduğu şeyle gözleri doluyordu adamın. Kemal
Bey’in gözleri dosyadan ayrıldıktan sonra duvara dikilmişti.
Leman’ın
sözleri kulaklarına dolmuştu.
“İpek’in
çocuğu öldü. Annen İpek’in bir daha hamile kalamayacağını biliyordu. İpek ve
sen üzülmeyesin diye ölü bebeği Serhat’la değiştirdiler… Anlayacağın Serhat
mirastan hiçbir şey hak edemez.”
Kemal
Bey inanamamıştı. Baldızının yine oyunlarından biri sanmıştı. Gözleri
serleşirken göz yaşları gözünde asılı kalmıştı adamın. Kemal Bey derin bir
nefes alırken gözleri başhekime ve profesöre dönmüştü.
“Kimse
bilmeyecek.” Demişti.
Kemal
Bey oğlunu da kaybedemezdi. Serhat onun meleğiydi. Asla kaybedemezdi. Çocuğunu
kimseye vermeyecekti.
Elindeki dosyayı masaya koyarken,
“Bu durumu ne Çelebioğlu ailesi bilecek ne de Serhat! Hastanedeki çalışanlar
dahi bilmeyecek anladınız mı beni?”
Yorumlar
Yorum Gönder