Kan Davası - 4. BÖLÜM
Yine Evlat Acısı!
"Artık ne mutlu ne de
mutsuzum.
Her şey geçip gidiyor."
İnsanlığımı Yitirirken - Osamu Dazai
“Benim
kızım öldürdüler!” diye feryat eden baş örtülü kadının içleri kızarmış
kahverengi gözleri kocasının su yeşil gözlerine bakarken, karşısındaki elli
yaşlarında olan adam elindeki tesbihi sıkıca sıkmıştı.
“Benim de
canım yanıyor Şilan!” adam karısının acısını anlıyordu. Ölen onun da kızıydı
ama karısı sanki tek onun evladı ölmüş gibi davranıyordu.
Gecenin
köründe polislerin onu aramasını asla unutamazdı. Oğulları, kızı evi
yıkmışlardı.
Koca
Çelebioğlu konağına ateş düşmüştü.
“Katilini
dışarı saldılar Rahmi! Benim kızın katilini dışarı saldılar!” Şilan Hanım’ın
feryatları otel odasında çok rahat bir şekilde duyuluyordu.
Sabah’ın
beşinde hemen Mardin’den İstanbul’a gelip otelin bir katını tutmuşlardı.
Oğulları adliyedeydi. Rahmi Bey karısıyla sadece morga gitmişlerdi ki, Şilan
Hanım kızını görür görmez bayılmıştı.
Şimdi ise
otel odasında gördükleri haberlerle kadının kanı kaynamıştı.
Sesi
kapatılmış televizyonda hala aynı haber sunuluyordu. ‘Serhat Taş, suçlu
bulunmadı.’ Haberlere göre kızının sevgilisi kızını öldürmüştü.
Şilan
Hanım sinirle koltuğa otururken, televizyonda gösterilen gence ve kızının
fotoğrafına baktı. Kızı ela gözlüydü aynı kendisi gibi, saçlarını babasından
almıştı. Saçları koyu ama hafif dalgalıydı. Yüz şekli ise annesine benziyordu.
Onun kızı çok güzeldi. Şilan Hanım’ın yine gözleri dolmuştu.
Gözleri
öfkeyle yan tarafta gösterilen, beyaz süt çocuğuna takılmıştı. Yeşil gözleri,
koyu düz saçları, küçük burnu hafif kalın dudaklı gençti. Gencin fotoğrafının
altında ismi ve yaşı yazıyordu. On sekiz yaşındaydı kızını öldüren genç.
Rahmi
Bey’in de gözü karısının baktığı televizyonda kalmıştı. Kızı daha çocuktu onun,
kızını da öldüren kişi de çocuktu. Oğullarını arayıp bu olayın gerçeğini
öğrenmek istiyordu. Emniyeti müdürüyle konuşmuşlardı. Kızının katilini ona
verecekti ama haberlere göre Serhat adlı genç dışarı salınmıştı. Bir de hiçbir
suçu olmadığını söylüyorlardı.
Rahmi Bey
televizyonlarda haberlerde görürdü. Genç kızların öldüğünü, öldürenler ise ya
cezalarında indirim alırdı ya da aileleri güçlüyse böyle serbest kalırlardı.
Ama hiç düşünmemişti. Rahmi Bey böyle bir duruma düşebileceğini asla
düşünmemişti.
Kızının
ölü bedenin başında yakalanan gencin ailesinin nasıl insanlar olduğunu daha
uçakta öğrenmişti. Avukatları demişti. Bir şekilde dışarı çıkarırlar diye ama
inanmamıştı. Her şey ortadayken, salamazlar diye düşünmüştü ama devlet
salmıştı. Paranın düdüğü ötüyorsa onlarda zengindi. İla kızının katilini içeri
sokabilmek için para vermesi gerekiyorsa bütün servetini verirdi.
Şilan
Hanım’ın gözleri kocasına döndüğünde, elleri yumruk olmuştu.
“Bir
evladımı kaybettim, bir evladımı daha kaybettim. Rahmi, biz birine bir şey mi
yaptık da bunların hepsine reva görüldük?”
Karısının
sorusuyla donmuştu Rahmi Bey.
İlk önce
bebeklerini kaybetmişlerdi. En küçüklerini kaybetmişlerdi ondan sonra aileleri
eskisi tam olamamıştı. En büyük oğulları dayanamamış yurt dışına gitmişti.
Aileleri sallantındayken, şimdi biricik kızını kaybetmişlerdi. Irmak onların en
merhametli kızıydı. Rahmi Bey iki kızı vardı. Büyük kızını evlendirdikten sonra
evde duran diğer kızına daha çok dikkat etmişti. Diğer kızı okumadan
evlendiğinden diğer kızım okusun diye her şeyi yapmıştı ama böyle bir acı
yaşayacağını bilseydi asla kızını şehir dışında okutmazdı.
“Hanım ne
dersin sen! Bu da imtihanımız… Nasıl sorgularız böyle bir şeyi.” Rahmi Bey
karısının yanına oturarak konuşurken içinden tövbe ediyordu. Allah’ın sualine
sorgu olmazdı.
Şilan
Hanım başını kocasının omuzuna koyarken hala televizyonun gösterdiği kızının
fotoğrafa bakıyordu. Rahmi Bey karısına sımsıkı sarılırken onun da dolmuş su
yeşil gözleri televizyondaki fotoğraflardaydı.
“İki
evladımı kaybettim. Ne düşüneceğimi biliyorum ki…”
* *
“Benim
kardeşimin sevgilisi olmaz!” Diye bağıran en küçükleri olan Baran’dan başkası
değildi. Baran bu sene yirmi üç yaşına girmişti. Onun kız kardeşini
öldürmüşlerdi. Canı yanıyordu genç adamın.
Savcı Bey,
karşısında hiddetle duran adamlara bakarken, en büyükleri olduğunu bildiği
Miran Bey’e baktı. Genç adamın ela gözleri sert bir şekilde Savcının gözlerine
bakıyordu.
“Aras,
Baran’ı çıkar!” sert sesiyle emir veren Miran Bey, kardeşlerine bir kere bile
bakmamıştı. Sabahtan beri kanı kaynıyordu. Kız kardeşinin ölü bedenini görene
kadar inanmamıştı. Hata onlara yine saçma salak bir şaka yaptığını düşünmüştü
ama kardeşinin soğuk yüzünü avuçladığı an anlamıştı. Kardeşini, canını ondan
almışlardı.
“Abi!”
diye bağıran Baran, abisine inanamayarak bakıyordu.
Aras,
kardeşinin kolundan tutup. “Gel kardeşim.” Diyerek odadan zorla çıkardığında,
savcının odasında şimdi dört kardeş duruyordu. Miran’ın bir küçüğü olan Aram
vardı, yirmi dokuz yaşındaydı. Onun bir küçüğü İhsan vardı, babasının
gözlerinin aynısı onda vardı bir tek, bir de en büyüklerinde vardı ama en büyük
abileri yurt dışındaydı ki, Irmak’ın ölüm haberini örendiği an buraya
geleceğinden eminlerdi. İhsan, yirmi yedi yaşındaydı. Onun küçüğü ise Yusuf,
yirmi beş yaşındaydı ki, Aras’ın ikiziydi.
Üç genç
adam da abilerini dinlerdi. Abilerinin olduğu yerde konuşmazlardı. Tek Baran
fevri bir şekilde her şeye karşı çıkardı. Baran Çelebioğlu ailesinin en fevri
ve en duygusal insanıydı. Annelerinin bir kopyasıydı. En büyük ablaları olan
Dilan ise halasına çekmişti. Gamsız bir insandı Dilan ama hamile olduğundan ona
haber dahi vermeden İstanbul’a gelmişlerdi.
Miran
Savcı Bey’e bakarken çenesi kasılıyordu. İçinden Savcı Bey’in doğru söylediğini
söyleyen bir ses vardı ama ilk yakaladıkların çocukların ailesinin hemen başka
bir suçlu ortaya çıkardıklarını düşünmeden edemiyordu. Haberlerde böyle olaylar
çok okuyorlardı. Parası olanın düdüğü ötüyordu bu koca sarayda.
“Kız
kardeşimin sevgilisi tarafından öldürüldüğünü söylüyorsun değil mi, Savcı Bey?”
diye sorarken emin olmak için soruyordu.
Savcı Bey
başını sallayarak. “Evet. Kız kardeşinizin üniversiteden sevgilisi varmış.”
Demesiyle, arkadaki gençler ellerini yumruk yapmıştı.
Kız
kardeşlerini asla sıkmamışlardı. Sevgilisi olduğunu niye onlara söylememişti. Kızmazlardı
ki kardeşlerine. Dilan sevdalandım evleneceğim dediğinde kimse karşı çıkmamıştı
bile. Irmak niye sevgilisi olduğunu söylememişti.
Miran
anlayamıyordu. Belki de bu yüzden o Serhat denen çocuğun kardeşini öldürdüğüne
daha çok emin olmuştu.
“Peki,
sevgilisi öldürdüyse… O bir çocuk ne diye kardeşimin-kardeşimin başındaydı.”
Cesedinin diyememişti. Miran’ın elleri yumruktu.
Savcı Bey
iç çekmeden edemedi. Bu aileye nasıl diyebilirdi ki, Türkiye’deki çoğu
hastanenin sahibinin oğlu hırsızlık yapıyor diye. Kim anlardı bu durumu?
“Serhat…
Sadece kapının açık olduğunu gördüğü için içeri girmiş. Zaten onu tutuklayan
polis memurları da çocuğun şokta olduğunu söylemişti. Çığlığını duyan
komşularda polisleri aramış.” Demesiyle Miran Bey kaşlarını havalandırmıştı.
“Onu
anladım ben Savcım. Kapı açıktı girdi. Zaten polislerin dediklerine göre kapıda
bir zorlama yokmuş. Anahtarla açılmış. Benim anlamak istediğim şey, tanıdığı
kimsenin olmadığı bir apartmanda o çocuğun ne işi vardı?”
Savcı Bey
iç çekti. “Serhat’ın, çocukluğundan beri kleptomani hastalığa varmış. Hırsızlık
yapma hastalığı bu. İstemese de bir şeyler çalıyormuş. Hocası kız kardeşinizle
aynı apartmanda yaşıyormuş. Hocasının evine girmeye çalışırken, kız
kardeşinizin evinin kapısının açık olduğunu görünce içeri girmiş.”
Savcının
dedikleriyle, Aram içinden sövmüştü. İhsan ise, genç çocuğu onların elinden
kurtarmak için nasıl da yalan oluşturduklarına inanamamıştı. Yusuf’un ise
elleri yumruk olmuştu.
Miran ise
ayağa kalkıp. “Ben aldım cevabımı Savcı Bey. İyi günler size.” Diyerek başıyla
kardeşlerine işaret verdiğinde hızla odadan çıkmışlardı.
Odadan
çıktıklarında, Savcı Bey yüzünü ekşitmeden edememişti. Doğruyu söyleseler bile
Çelebioğlu ailesinin kabul etmeyeceklerini biliyordu.
Miran
odadan çıktığında, duvara öfkeyle bakan kardeşi Baran’ı görünce içi gitmişti.
Irmak’la en yakın kişi Baran’dı. En küçük kardeşleri öldüğünden beri ailecek
Irmak’ın üstüne düşmüşlerdi aslında. En çok da Baran düşmüştü. Baran ölen
kardeşinin kız olmasını istiyordu ama erkek olduğunu öğrenince, kendisi gibi
büyüteceğini söylemişti. En büyük abileri ise gün sayıyordu. Ama kardeşleri
doğduktan beş saat sonra ölmüştü. En büyük abileri bu haberi alır almaz
yıkılmıştı. Irmağın ölüm haberi onu ne hale getirirdi bilmiyordu bile Miran.
“Hadi,
otele gidelim. Avukatlar zaten burada.” Demesiyle, Baran kırgın bir şekilde
abisine bakmıştı.
“Abi, bu
hikâyeye inanacak mıyız?” diye soran Yusuf’tan başkası değildi.
Miran
burukça tebessüm ederken canı yanıyordu. Kız kardeşini kaybetmişti. Herkes gibi
ağlamak istiyordu ama yine bütün işler onun başına kaldığı için
“Ne
yapayım Yusuf? Kanıtlar gün gibi ortada! Çocuğun sadece parmak izlerinden başka
kanıt yok. Hem Irmak’ın…” Yutkunmadan edememişti. “Ölüm saatiyle, çocuğun
mahalleye giriş saati tutmuyor. Belki de o çocuk eve girmeseydi.
Kardeşimizin…Kokusu çıkana kadar- haberimiz olmazdı.”
Miran bunu
ne kadar kabul etmek istemese de polislerin kanıtlarından ve avukatlarının
dediklerine göre durum buydu. Çocuk belki de gerçekten hırsızdı ya da farklı
bir şey için oradaydı ama bir şekilde girmişti o gün o apartmana ve
kardeşlerinin ölü bedenini bulmuştu. Bu hikâyeye inanmak istiyordu gerçekten de
yüreği bu hikâyeye inanıyordu ama aklı ya savcıyı polisi satın almışlarsa
ihtimaliyle şüpheye düşüyordu.
Aram
abisine bakıp, “Anladım abi. Ama bunlar çocuğu kaçırmaya çalışırsa falan diye
adam yollatacağım ben. Çocuğun suçu yoksa zaten böyle işlerle uğraşmazlar.”
Demesiyle, Miran başını sallayıp.
“İyi olur.
Hiç değilse, şu sözde sevgili olan adamın gerçekten suçlu olup olmadığını
öğrenene kadar çocuğu gözetlet. Babasını gördüğümüze göre, çocuğu salmaz zaten
dışarı. Hayatımda ilk defa öyle bir adam gördüm.” Derken Miran’ın sesi
şaşkındı. Kemal Bey’i emniyete görmüştü. Oğlunun sorgu odasında bayıldığı
haberini alır almaz. Polisleri dinlemeden dalmıştı sorgu odasına, bir de
amirinden müdürüne kadar herkese bağırmıştı. O kadar kibar adamın içinden çingene
çıkmıştı.
“Abim
haklı. O adam o çocuğu var ya yanından azıcık bile ayırmaz.” Aras’tan başkası
değildi.
Baran
homurdanmadan edememişti. Çocuğu canlı bir şekilde görmemişti ama gördüğü yerde
gebertecekti. Kız kardeşini öldürdüğünü düşünüyordu.
“Hadi
otele gidelim. Biraz daha burada durursam kafayı yiyeceğim.” Miran’ın sözüyle,
kardeşler iç çekip yavaşça yürümeye başlamışlardı.
Çelebioğlu
erkekleri adliyeden ayrılırken, Erhan Bey’de daha yeni avukat hanımla diğer
odadan çıkmışlardı. Erhan Bey’in yanında sarışın Avukat Hanım vardı.
“Nuray
Hanım, bu Timuçin denen genç itiraf ettiğinde haberimiz olursa iyi olur. Bütün
kanıtlar onu gösteriyor biliyorum ama ne olur ne olmaz. Ölen kızın ailesi
aşiret.” Erhan Bey, yanlış bir olayda Serhat Bey’in başının yanacağını
biliyordu. Bu olay ince ipin üzerinde yürümekten bile daha zordu.
Nuray
Hanım anlayışla başını sallarken. “Anlıyorum. Sürecin hepsinden haberdar
edeceğim sizi ama anlamadığım şey Serhat Bey artık suçsuz sayılıyor. Bu olaya
bu kadar karışırsak insanlar yanlış anlayacaktır.” Derken sesi meraklı
çıkmıştı. Nuray Hanım tam olarak bu durumu anlamıyordu.
Serhat Bey
suçsuzdu ve bu adalet yoluyla çok güzel bir şekilde kanıtlanmışken, neden bu
olayın peşine bu kadar düştüklerini anlamıyordu.
Erhan Bey
yanındaki sarışın kadına bakmadan edemedi. Gençliğin getirdiği cehalete
gülümsemeden edememişti. Kadının bu işte daha yeni olduğunu biliyordu ama bu
davadan sonra bakış açısını değiştirmek zorunda kalacak olması Erhan Bey’i
biraz üzmüştü. Gençlikteyken böyle olaylar insanı mecbur büyütürdü.
“Çelebioğlu
ailesi bir aşiret Nuray Hanım. Kızları öldü. Daha doğrusu öldürüldü ve
kızlarının ölüsünün başında Serhat Bey’i buldular. Ne kadar Serhat Bey’i
adaletin önünde temize çıkarmış olursak olalım. İnternetteki bazı insanlar
hikâye uydurduğumuzu düşünüyor. Herkes Serhat Bey’i bir gece yurt dışına
çıkaracağımızı düşünüyor. Dışardaki bazı insanlar devletin adaletine güvenmiyor
Nuray Hanım. Serhat Bey’i çoktan katil olarak damgaladılar. Gerçek katil içeri
girene kadar, Çelebioğlu ailesi içinde Serhat Bey katil olarak kalacaktır… Bir
yanlış hareketimiz veyahut, Timuçin denen çocuk kızı öldürmemişse yine oklar
bize dönecek ve bu sefer adalet yerine kendi adaletleriyle ceza vermeye
kalkacaklardır.” Demesiyle, Nuray Hanım’ın ağzı açık kalmıştı.
Sarışın
kadın olayların bu kadar büyüyebileceğini düşünmüyordu ama Erhan Bey’in her
söylediği kelimeyi düşündükçe mantıklı olmaya başlamıştı.
Erhan Bey
yürürken olmasından çok korktuğu gerçeği dile getirmişti.
“Nuray
Hanım, eğer işler ters giderse bu iş kan davasına dönecek.”
* *
Serhat
babasıyla evlerine doğru gidiyorlardı. Öndeki şoförleri sessizdi. Bugün
korumalarla yola çıkmışlardı ki, hastanede gördüğü korumaları düşünen Serhat’ın
tüyleri diken diken olmuştu. Onların hiçbir zaman böyle bir koruma olaylarına
girmediğini biliyordu.
Babası da
sanki huyunu değiştirmiş gibiydi. Hastanede onu sarıp sarmalamış yüzünün her
yerini öpmüştü ama arabaya bindiklerinde soğuk davranmaya başlamıştı.
Serhat
elindeki telefondan Begüm’le mesajlaşmadan edemiyordu. Genç kız sayesinde bu
olaylardan kurtulduğu için arkadaşına çok minnettardı. Sevgilisini merak
etmeden edemiyordu. Özlem’in bu olan her şeyden korktuğundan emindi. Aslında
eve gitmek yerine onun yanına gitmek istiyordu ama babasına bu fikrini söylerse
kızacağını düşünmeden edemiyordu.
Serhat
başına gelen şeyleri kafasından atmıştı bile. Çocukluğundan beri yaptığı bir
huydu. Gamsız olmanın en iyisi olduğunu anladığı zaman annesi öldüğünde
babasının kederini gördüğü gündü. Bir şeyi çok düşünürse nasıl kahrolacağını
babası sayesinde gördüğü için çocukluğundan beri hiçbir şeyi kafasına takmazdı.
Bir günde başına gelmeyen kalmamıştı ama bundan da zarar görmeden
kurtulduklarına göre unutabilirdi.
“Psikolog
ayarladım. Bizim hastaneden gelecek bu hafta içerisinde.”
Serhat
babasının sonunda konuştuğunu duyduğunda gülümseyerek babasına dönmüştü.
“Sen beni
tedavi edemez misin, babacığım?” diye sorarken sesi masum çıkmıştı.
Kemal Bey
oğlunun tatlı tatlı baktığını görünce, bir de tatlı konuştuğunu duyunca bütün
yelkenleri indirecekti ama gergindi. Çelebioğlu ailesinin oğlunu rahat
bırakacaklarına dair inancı yoktu. Elinden gelse bir dakika dahi beklemez
oğlunu hemen kaçırırdı ama arkadaşı Gökhan’ın dediği gibi bunu yaparsa oğlunun
suçlu olduğunu kabul etmek gibi bir şey olacağını biliyordu.
“Etik
olmaz.” Derken sesi kısık çıkmıştı.
Serhat
babasının dedikleriyle burukça gülümseyip elini babasının kolunun atıp hafifçe
sıkmıştı.
“Sıkma
canını valla tedavilerimi aksatmam da. Hem hemencecik iyileşirim ben.” Derken
otuz iki diş sırıtmayı da ihmal etmemişti.
Kemal Bey
oğlunun bu haline ağlamak istemeden edememişti. Oğlu yine olan şeyleri yok
sayıyordu. Kollarını uzatıp oğlunu kollarının arasına alırken.
“Şu
dünyada senden başka bir şeyim yok oğlum.” Demesiyle, Serhat’a babasına sıkıca
sarılıp.
“Sanki
benim var… Ha! Özlem var ama ikinizin yeri çok ayrı.” Serhat tatlı tatlı
konuşurken, Kemal Bey oğlunun saçlarını koklayıp saçlarından öpüyordu.
“Şebek
oğlum benim.”
Serhat
babasının dedikleriyle kıkırdarken, Kemal Bey’de oğlunun her kıkırdamasıyla
ağır olan kalbinin rahatladığını hisseti. Az daha oğlunun hapse girebileceğini
düşünmek hala onu delirtiyordu.
“Bir daha
beni bu kadar korkutma.” Derken fısıldamıştı ama Serhat babasının dediklerini
çok rahat bir şekilde duymuştu.
“Söz
veremem. Ne de olsa ben bir şebeğim!”
Serhat
hemen babasından ayrılmak için hareketlenirken, Kemal Bey oğlunu sıkıca tutmuş
kaçmasına izin vermiyordu.
“Öyle mi
paşam?” diye sorarken sesini sert çıkarmıştı.
Serhat
kocaman sırıtıp.
“Öyle
Padişahım!” demesiyle Kemal Bey oğlunun yanağını ısırmaya başladığında, Serhat
şokla babasına bağırmaya başlamıştı.
“Baba
acıyo!”
Bunu
demesiyle, Kemal Bey daha çok sert ısırmıştı.
“BABA!”
Serhat’ın
acıdan gözleri dolmuştu. Babası ilk defa yüzünü ısırmıyordu ama bu olayı on
yaşında kapattıklarını düşünmüştü.
Kemal Bey
oğlunun yanağını bırakıp uzaktan bakmaya başladı.
“Güzel
ısırmışım. Bir daha beni bu kadar korkutursan yanağını yerim çocuk!” Kemal Bey
parmağını sallayarak konuşurken, Serhat dudaklarını büzmüş babasına bakıyordu.
“Çocuk
muyum ben ya!” diye sitem ederken, Kemal Bey elini oğlunun saçlarına atıp
karıştırırken.
“İstersen
yüz yaşında ol. Benim için her zaman çocuk olacaksın.” Bunu öyle sevgi dolu bir
şekilde söylemişti ki Serhat babasına kocaman gülümseyip.
“Sende
benim için biricik babam olacaksın.” Demesiyle, Kemal Bey gülüp.
“Sanki
başka baban var da ben biriciğim… İkinci kim peki?” diye sorarken adam da
eğleniyordu. Oğlunun yanında bir insanın yaşlanma ihtimali yoktu.
Kemal Bey
Allah’a minnettardı böyle bir oğlu ona verdiği için. Oğlu gibi bir insan
herkesi mutlu etmeyi başarıyordu. Böyle bir hediye başına geldiği için çok
mutluydu. Kime ne iyilik yaptığını bilmiyordu ama minnettardı.
Serhat
tatlı tatlı su yeşil gözlerini kapatıp açtıktan sonra gamzeleri gözükecek kadar
sırıtırken.
“Birincisi
sensin tabi ki de babacığım. İkincisine gelirsek kayınbabacığım tabi ki.”
Demesiyle, Kemal Bey’in gözü seğirmişti.
“Kayınbabacığın!”
Serhat
babasının sesinden tırsmadan edememişti.
“Hıhı…”
demesiyle, Kemal Bey oğlunun diğer yanağını da ısırmaya başlamıştı.
“Babaaaaaa!”
Onların
didişmelerini açılan kapı bozmuştu. Şoför kapıyı açmış onların inmesini
bekliyordu.
Kemal Bey
oğlunun yanağını ısırmayı bırakıp kendine çeki düzen verdikten sonra arabadan
inmişti. Korumalar yalının her tarafındaydı.
Serhat’ta
arabadan inerken yanaklarını tutuyordu. İki yanağında otuz iki diş izi olduğunu
bilmek çocuğun dudaklarını büzmesine neden oluyordu.
Serhat’ın
su yeşili gözleri yalının etrafındaki silahlı korumalara takılınca.
“Baba,
mafya falan mı oldun? Ya da mafyaya mı bulaştın?” Serhat bu kadar korumanın
neden olduğunu hala öğrenememişti. Hastaneden çıkarken gazeteciler için
olduğunu düşünmüştü ama eve de konuşlanmış korumaları görünce merak etmeden
edememişti.
Kemal Bey
oğlunun sorusuna gülümserken içten içe acı yaşıyordu. Oğluna daha bütün
olayları anlatmamışlardı ki anlatmamayı da düşünüyordu kendisi. Serhat on sekiz
yaşına yeni girmiş üniversite sınavına çalışan bir çocuktu. Oğlunu böyle
büyüklerin işine sokmayacaktı.
“He oğlum
mafya oldum. Dedim ki, Psikiyatrist olarak mafyaların psikolojisini de
düzelteyim dedim.” Derken oğluyla dalga geçmeyi de ihmal etmemişti.
Serhat
babasının dediklerine gülerken yavaşça merdivenleri inmeye başlamışlardı. Evin
kapısına doğru yönelirken, babasının koluna hafifçe vurup.
“Mafya
babası, Profesör Doktor Kemal Taş, Oha çok iyi uydu! Baba sen bunu
düşünmelisin!”
Kemal Bey
oğlunun dedikleriyle gülerken, Serhat’a babasının şakasını daha da ileriye
götürüyordu.
“Baba
düşünsene mafya babası olarak dövdüğün adamları hastanende iyileştiriyorsun.
Organ mafyacılığı bile yapsan kimse anlamaz. Oha!”
Kemal Bey
oğlunun hayali olayları anlatmasını gülümseyerek dinlerken açılan kapıdan içeri
girdiklerinde, patlayan konfetiyle Kemal Bey şokla bakarken, Serhat ise yere
düşen renkli kağıtlara bakıyordu.
“Bir şey
mi kutluyoruz?” diye sorarken etraftaki şık giyinmiş ama tanımadığı insanlara
bakıyordu.
İnsan
kalabalığından çıkan esmer uzun boylu kadını gören Kemal Bey’in çenesi
kasılırken, Serhat inanamayarak bakıyordu.
“Canım
yeğenimin suçsuz olmasını kutluyoruz!” Cırtlak sesiyle konuşmasıyla Serhat
yüzünü buruşturmamak için kendini zorlarken, yanında duran babası o kadar
kontrolü değildi.
“LEMAN!”
Yorumlar
Yorum Gönder