Kan Davası - 27. BÖLÜM
Dünyam Başıma Yıkıldı! - 2
"Hiç kimse intihara karar vermez. İntihar bazılarına mahsustur. Onların yaradılışında vardır. Herkesin yazgısı alnına yazılmıştır. İntihar da bazı kimselerle birlikte doğmuştur. Ben, yaşamı sürekli alaya aldım. Dünya, tüm insanlar, gözümde bir oyuncak, bir rezillik, boş ve anlamsız bir şeydir. Uyumak, bir daha uyanmamak istiyorum, rüya görmek de istemiyorum. Oysa bütün insanlarca intihar, çok acayip ve tuhaf bir şey olduğu için kendimi adamakıllı hasta etmek, ölecek hale gelip bitkinleşmek istiyordum. Herkes esrar içtiğimi duyduktan sonra "Hastalanıp öldü" desinler istiyordum."
Diri Gömülen - Sadık Hidayet
Kemal
Bey, oğlunun sorusuyla donmuştu.
“S-Serhat,
oğlum bunu burada konuşmayalım. Odama gel.” Demesiyle, Serhat’ın bedeni
kasılmıştı.
“Ba-baba
sana bir soru sordum. Sadece bir ‘hayır’ ya…ya da bir ‘evet’ de lütfen.” Serhat
babasına yalvarır gibi konuşurken, Kemal Bey hala parmaklarıyla oğlunun göz
yaşlarını siliyordu.
Oğlunun
su yeşili gözleri kanlanmıştı. Oğlunun ne zamandır ağladığını merak etmeden
edememişti.
“Oğlum,
bana güvenmiyor musun?”
Serhat
babasının dedikleriyle bir adım geri atmıştı. Başını iki yana sallıyordu. Kemal
Bey, oğlunun yüzü elinden geri çekilince, elleri havada kalmıştı. Şokla oğluna
bakıyordu. Serhat’ın su yeşili gözlerinde büyük bir dehşet vardı.
Kemal
Bey iç hesaplamasını yaparken, Serhat çoktan geri adımlar atmaya başlamıştı.
“Oğlum
bir dinle!” dese de Serhat hızla arkasını dönüp koşmaya başlamıştı.
Babasının
bir şey diyememesinden anlamıştı. Serhat hızla yola atılırken, Kemal Bey’de
oğlunun peşine düşmüştü. Serhat tam yolun ortasındayken, Kemal Bey oğlunun
arkasından sıkıca sarılmıştı ki Serhat çırpınarak babasının o rahatlatıcı
kollarından kaçmaya çalışıyordu. Babasının annesini öldürdüğüne inanamıyordu.
Yoldaki
arabalar durmuş baba oğlun çırpınışını izliyordu. Serhat babasının kollarına
vururken, Kemal Bey ise oğluna daha sıkı sarılıyordu.
“Bırak!”
Serhat hıçkırıklarının arasında bağırırken, Kemal Bey’de gözlerini sımsıkı
kapatmıştı. Oğlunun eski hali olsa kollarında böyle tutamayacağını biliyordu.
“Bırak
baba!”
Kemal
bey oğlunun boynuna başını gömerken, Serhat’ın kulağına fısıldadıklarıyla
Serhat’ın bedeni donmuştu.
“Böyle
olması gerekiyordu…”
Kemal
Bey’in dediklerinden sonra Serhat’ın bedeni gevşemişti. Birgün boyunca yaşadığı
her şey bedenine binmiş gibiydi.
Kemal
Bey kollarında gevşeyen oğluyla hemen kucağına alıp, otele doğru yürürken
insanların bakışlarını umursamadı bile. Oğlunun yüzüne bakarken canı yanıyordu.
Oğlunun yüzü kıpkırmızıydı.
Kemal
Bey otele giriş yaptığında hemen asansöre binip yirmi ikinci kata çıkmıştı. Bu
şehirde kimse kimseye pek takılmıyordu. Polislerinde sorun olmayacağını bildiği
için rahattı.
Odasının
önüne geldiğinde, ayağıyla kapıya iki defa vurmasıyla, otel odasının kapısını
baldızı açtığında gözleri kocaman olmuştu.
“Ne
oldu çocuğa?” Leman Hanım’ın bağırışıyla, Kemal Bey baldızına öyle bir bakmıştı
ki Leman Hanım hemen kapının önünden çekildiğinde, Kemal Bey hemen kral süitine
girdi. Oturma odası yerine kendi yatak odasına girip oğlunu yatağa yavaşça
yatırırken, Leman Hanımda takip ediyordu.
Kemal
Bey oğlunun yüzüne bakarken gözleri dolmuştu.
“Enişte
neler oluyor?” diye sorarken Leman Hanım’ın sesi kısıktı. Yeğenini ilk defa bu
kadar perişan halde olduğunu görüyordu.
Kemal
Bey başını baldızına doğru çevirirken çenesi kasılmıştı. “Şerefsizler elinde
sonunda istediklerini yaptılar.” Derken sesinde o kadar büyük bir öfke vardı
ki, Leman Hanım’ın gözleri kocaman olmuştu.
“S-Se-Serhat’ı
yakınlarına bile sokmadık enişte! Nereden buldular çocuğu?”
Kemal
Bey bu soruyla daha çok sinirlenmişti.
“Göndermemem
gerektiğini biliyordum! O yalıdan çıkarmam gerektiğini biliyordum!” diye
bağırırken öfkeyle elleri yumruk olmuştu.
Leman
Hanım panikle etrafa bakıyordu. “Serhat’ı ortadan kaldırmaya çalışıyorlar
resmen.” Fısıltısıyla, Kemal Bey yumruk olan elini duvara geçirdi.
“Resmen
değil. İstedikleri bu! Ve hepsi de benim annem yüzünden. Bilmediği mirasın
acısını çekiyor oğlum benim!” Kemal Bey’in bağırışıyla, yataktaki çocuk
kıpırdanmıştı ki Leman Hanım hemen Serhat’ın yanına gelip terden sırılsıklam
olmuş saçlarını geriye yatırıp yatıştırmaya çalıştı.
“Bağırmayalım
çocuğun yanında enişte.” Demesiyle, Kemal Bey öfkeyle odadan çıktığında, Leman
Hanım Serhat’ın alnından öpüp ayağa kalkmıştı. Kendisi de oturma odasına
girdiğinde, kendisine viski dolduruyordu Kemal Bey.
“Şimdi
oturalım ve bundan sonra ne yapacağımızı düşünelim enişte. Serhat hala
adamların yüzünü bilmiyor. Bu da tehlikede olduğunu göstermez yani…”
“Bilse
ne olur Leman! Buraya niye geldi biliyor musun? Oğlum bana karımı öldürüp
öldürmediğimi sordu! Karımı, canımı öldürüp öldürmediğimi sordu. Hayır bile
diyemedim ulan ben! Diyemedim!” diye bağırırken elindeki bardağı öfkeyle duvara
fırlattığında, Leman Hanım elleriyle yüzünü kapatmıştı.
“O
zaman doğruyu söyle!” Leman Hanım’ın bir anda bağırmasıyla Kemal Bey donmuştu.
Leman Hanım ise ellerini yüzünden çekmiş sinirle koltuğa oturmuştu.
“Doğruyu
söyle, Kemal. Her şeyi anlat. Neden annesini öldürmeye çalıştıklarını. Dokuz
yaşında ona saldırdıklarını anlatsana. Her şeyi. Hafızasını kaybettiğini.
Koskocaman bir silah işinin mirası olduğunu söyle. Mirasını açıkla. Yeter!
Tamam mı? Benim kocam bile o adamların içinden çıktı. Annenin kimin canını
yaktığını bilmiyorum ama hedef senden çok. Şu odada yatan zavallı çocuk. On
sene boyunca uğraştın ama bak elimizde patladı.”
Kemal
Bey derin derin nefesler alıyordu.
“O-Olmaz.
Şu an hiç olmaz Leman. Oğlumu elimden alabilecek bir aile varken bu düşmanların
önüne oğlumu atmayacağım. Araştırmayacak bunları. Onların istediği gibi katil
olarak damgalansam bile olmayacak. Oğlumun yaşayacağı anlamına geliyorsa beni
içeri atabilirler.”
Leman
Hanım hüzünle bakmaya başladı. “Şirkettin hisselerini almam lazım. Biliyorsun
Kemal. Serhat’ı korumamız için bu gerekli. O şirketin altında yatan şeyi
öğrenmeden, senin o iki yıl boyunca yaptığın işleri öğrenmeden Serhat’ı
dışlamamız gerekiyor.” Demesiyle, Kemal Bey baldızının tam karşısına oturdu.
Kemal
Bey, baldızının haklı olduğunu biliyordu. Çok iyi biliyordu ama oğlunu
bırakamıyordu. Oğluna böyle bir şey yaparsa, tamamen kaybedeceğini biliyordu.
Yıllar önce yapması gerektiği şeydi bu. Oğlunu mirasından menetmesi gerekiyordu
ama yapamıyordu. O yalıdan bile sakladığı bir gerçekti bu. Herkesten sakladığı
bir gerçekti.
“Olmaz.
Yapamam Leman. Alamazsın. Oğlumun hakkı onlar. Hayatı karardı! Daha yeni organ
nakli oldu. Komadan daha yeni uyandı benim bebeğim. Her yeri yara bere olan
bebeğime bir yara da ben bırakmayacağım!”
Leman
Hanım iç çekip ayağa kalkıp kapıya doğru giderken son sözlerini söylemişti.
“Yara
vermeyeceğim diye, çocuğu öldüreceksin enişte. Bunları söyleyemiyorsan bile
annesinin olayını anlat. Öz ailesinin onu almasından korkman kadar saçma bir
şey yok. O çocuk seni koşulsuz seviyor… Her çocuğun sevdiği gibi.”
Odada
yankılanan kapı sesiyle Kemal Bey gözlerini sımsıkı kapatmıştı.
Kemal
Bey ailesini nasıl bu hale geldiğini düşünmeden edemedi. Her şey paramparça
olmuştu. Bir daha düzeltilemeyecek düzeydeydi bu durum.
* *
38 Saat Sonra
“Ne demek yok!” diye bağıran Rahmi Bey öfkeden
kuduruyordu. Bütün ülkeyi ayağa kaldırmışlardı. Emniyetinden tutun hastanesine
kadar arıyorlardı herkesi. Erhan Bey’den de haber bekliyordu ama onun da bu
olanlardan haberi yok gibiydi. Hata Serhat’ın ağladığını söylediklerinde adam
inanmamıştı onlara.
Baran, babasının telefonda konuşurken bile kızgın bakan
gözlerinden gözlerini kaçırırken, Aziz ise telefondan başkalarına bağırıyordu.
Konakta büyük bir kıyamet kopuyordu. Çelebioğlu haberi
alır almaz direk Mardin’e gelmişlerdi. Oğlunun ağlayarak şehri terk ettiğini
duyunca ise karısı Şilan Hanım bir anda fenalaşmıştı. Hastaneye kaldırmak
zorunda kalmışlardı.
“Açmıyor mu hala?” diye soran Miran’dan başkası
değildi.
Dilan ve Aram hastanedeydiler. Bebeği ise evdeki
çalışanlara bırakmak zorunda kalmışlardı. Annelerinin kalp krizi geçirme
tehlikesi olduğu için tedirginlerdi de. Serhat konaktan ayrılırken birine dahi
haber vermemişti. Baran Serhat’ın konağı terk edebileceğini dahi düşünmemişti.
“Telefonu kapalı işte abi! Arıyorum telesekreter
çıkıyor!” Yusuf’un sert çıkışıyla, Aziz öfkeyle kardeşine dönmüştü.
“Bağırma lan abine!” diye bağırmasıyla, Yusuf abisine
kırgın bir şekilde bakmıştı.
Rahmi Bey ise hala telefondan uçak görevlilerinden
bilgi almaya çalışıyordu. Oğlunun havalimanından çıktıktan sonra nereye
gittiğini kimse görmemişti.
“Ben size çocuğu burada tek bırakmayalım dedim dimi!
Baran vurdu çocuğu! Tabi yediremedi gitti!” İhsan’ın dedikleriyle Baran başını
eğmişti. Onun da korkusu buydu. Serhat’ın sonunda aklı başına geldiğini
düşünüyordu. İhsan’ın haklı olabileceğini bütün Çelebioğlu biliyordu. Çocuğun
bir anda bütün hayatını karartmışlardı. Sakat kalamasa bile hayallerini
ellerinden çalmışlardı çocuğun.
Baran’ın cebindeki telefonun çalmasıyla, hızla
pantolonundan telefonunu çıkardığında, tanımadığı yabancı hatlı bir numarayı
görünce kaşlarını çattı. Burada bir de dolandırıcılarla uğraşamayacağını
biliyordu ama içinden bir ses açmasını söylüyordu. Konağın çıkış kapısından
dışarı çıkarken kapıdaki kalabalık korumaları geçip yürümeye başlarken konaktan
da fazla uzaklaşmamıştı. Sadece korumaların duyamayacağı bir mesafeye gelmişti.
Telefonu açıp kulağına götürmüştü telefonu.
“A-Alo abi.” Serhat’ın sesini duymasıyla, Baran’ın bedeni donmuştu.
Serhat’ın onu aramasını hiç beklemiyordu. Onun yüzünden gittiğini düşündüğünde
onu araması imkânsız gibiydi.
“Serhat neredesin sen oğlum! Arkadaşlarında apar topar
gitmek zorunda kaldılar. Neredesin sen? Babam her yeri ayağa kaldırdı!” Baran’ın
endişeyle dediklerinden sonra karşı tarata uzun bir seslik olmuştu. Karşı
tarafta hala ağlama sesleri geliyordu.
“A-Abi, üzgünüm.” Serhat’ın dedikleriyle, Baran bir
şeylerin ters gittiğini anlamıştı. Baran bunun ne olduğunu anlamıştı ama yüreği
kabul etmek istemiyordu. Çok geç bulmuşlardı. En küçüklerini çok geç
bulmuşlardı.
“Oğlum siktir et. Sen nerede olduğunu söyle, hem neden
senin telefonun açık değil?” Baran zorla gülümseyerek konuşurken durmuş öylece
dudaklarını dişliyordu. Kardeşi iyiydi. Şimdi yerini söyleyecek ve gidip alıp
evine getirecekti. Ve bir daha ayrılmasına izin vermeyecekti.
“A-Abi, unuttun beni. Lütfen, unuttun beni. Ben on
sekiz yıl önce ölmüşüm gibi davranın olur mu?” Serhat’ın sesi titrek geliyordu. Serhat’ın
dediklerini hiçbir insan oğlu kabullenemezdi.
Baran’ın kaşları çatılmıştı. Telefonu daha sıkı
tutmaya başlamıştı. İçinde büyük bir tedirginlik vardı. Kardeşi güçlüydü.
Herkes onun çok güçlü olduğunu söylüyordu. Her şeye göğüs gerebildiğini
söylüyorlardı.
“Serhat!” diye bağırdığında, korumalar çoktan bir
şeylerin ters gittiğini fark etmiş konaktakilere haber etmişti.
“Oğlum ne diyorsun sen! İyiydik lan! Benim yüzümden
mi? Seni vurdum diye mi böyle yapıyorsun? Valla giderim. Ama gel oğlum.
Babamların suçu yok. Abilerim suçu yok ki! Hem annem çok üzülür.” Baran
kardeşinin onlarda kalması için her şeyi sıralarken, arkasındaki büyük
abisinden habersizdi.
Aziz kardeşinin kulağındaki telefonu hemen alıp
kulağına götürmüş tam konuşacakken, Serhat’ın konuşmasıyla çenesi kasılmıştı.
Baran ise abisine korkarak bakıyordu.
“A-Abi, senlik bir durum değil bu. Dayanamıyorum.” Aziz duyduklarıyla bağırmaya
başlamıştı.
“Serhat sakın! Sakın oğlum! Sakın! Düşündüğüm şeyi sakın yapmayacaksın!” diye
bağırsa da diğer tarafta sadece hıçkırık sesi gelmişti.
Konaktan çıkan Rahmi Bey iki oğlunun yanına doğru
gelirken, oğlunun konuşmadan öylece durduğunu görünce kaşlarını çatmıştı.
“Serhat mı telefondaki?” diye sorarken, Baran’ın
gözleri bir an babasına gitmişti ama hemen abisinin gözlerine bakarken, Aziz
ise bebeğinin dediklerini sindirmeye çalışıyordu.
“Haklıydın abi, ruhuma iyi bakmadılar benim. Özür
dilerim.” Aziz
tam yine bağıracakken telefonun diğer tarafında duyduğu silah sesiyle elindeki
telefonu hızla düşürmüştü. Rahmi Bey şokla bakarken, oğluna neden telefonu
düşürdün. Verin oğlumla konuşmak istiyorum demek için dudaklarını aralarken
Baran’ın inanamayarak bakan suratını görünce başını iki yana salladı.
Aziz, bebeğini, Çınar’ını çok geç bulmuştu. Babasını
dinlememesi gerektiğini biliyordu. İçindeki sesi dinlemesi gerektiğini
biliyordu. Aziz’in gözlerinden yaşlar yavaşça düşerken, ağzından kopan çığlıkla
Midyat halkı birini kaybettiklerini anlamıştı.
Büyük oğlunun acılı feryadıyla, Rahmi Bey geriye doğru
düşerken, korumaları ve oğulları yanlarına koşarken, dizleri tutmayan Aziz
Çelebioğlu ise yere diz çökmüş bağırıyordu.
Çelebioğlu’nun bu dünyadaki sınavı da evlat acısıydı.
* *
19 Saat önce;
Serhat
uyandığında hemen oturma odasına gitmişti. Ama babasını köşede öylece yere
bakarken bulmayı düşünmüyordu.
Kemal
Bey, içeriye giren oğlundan haberdardı ama başını kaldırıp da oğluna
bakamıyordu. Leman’ın haklı olduğunu biliyordu ama içindeki kavgasını
bitiremiyordu. Oğlunun artık çocuk olmadığını biliyordu ama bu yükün altına da
sokmak istemiyordu.
Kemal
Bey sonunda bir karar vermişti. Oğlunun daha sonra öğrenirse onu silebileceği
şeyi şimdi söyleyecekti. Kıyamet kopacaktı ama diyecekti.
“Otursana
konuşalım.” Kemal Bey’in sesi yorgundu.
Serhat
babasını ilk defa böyle görmüyordu. Çocukluğuna geri dönmüş gibi hissetti.
Annesi öldüğünde babası her gün böyleydi. Ama artık annesinin katilini
biliyordu. Baba dediği adam annesini, ciğerini söküp almıştı. Hayır, abisi
ciğerini almamıştı babası on yıl önce söküp almıştı.
Babasının
tam karşısındaki tekli koltuğa otururken sehpanın üzerindeki şarap şişesini
alıp açtı. Kadehe kırmızı şarabı dökerken, Kemal Bey ‘Hastasın’ demek istese
sustu.
“Çocuktun.”
Demişti Kemal Bey acıyla, Serhat dolu kadehi eline alırken babasına alayla
baktı.
“Çocuktun
deme bana! Beni çocuk olarak görseydin koca evin! Koca şirkettin sorumluluğunu
bana yükleyip kenara çekilmezdin! Hastanenin aylık toplantılarına bile ben
katıldım baba! Yıllarca! Annemin acısı var dedim! Karısı öldü dedim. Acısından
beni bile görmüyor dedim!” derken Serhat’ın göz yaşları yine dökülmeye
başlamıştı. Elindeki kadehi sıkarken babasına kırgınlıkla bakıyordu. “Babam
dedim. Kimsesi kalmadı dedim. Bir ben varım dedim. Benden başka kim sığınak
olacak dedim. Ben seni teselli ettim. Ben annemin ölümünü bile anlamazken seni
teselli ettim baba!” Serhat’ın bağırmadan dedikleriyle, Kemal Bey donmuştu.
Kemal
Bey yıllarca kendine söyleyemediği gerçekleri oğlu bir bir söylemeye
başlamıştı.
Serhat
şarabından küçük bir yudum alırken dudaklarını ıslatmıştı. “Benim annem öldü
be! Annem! Beni bıraktın orada! Bıraktın sen beni! O koca yalının içinde
yabancıların arasında bıraktın beni baba! Ben ağlayamadım bile! Sekiz
yaşındaydım ben ya! Sekiz! Ergenliğime bile girmemiştim. Beni terk ettin sen.
Erhan amcanın eline verdin. Öylece çekildin kenara. Hiçbir zaman gücenmedim
bile ben. Baba sana kırgın bile olmadım ben. Çünkü haklı bir sebebin vardı.
Vardı. Çok haklı bir sebebin var. Karın ölmüştü ama benim de annem ölmüştü ama
kimin umurundaydı dimi. Teyzemin kocasıyla uğraşan ben, şirketin maliyesiyle
uğraşan ben. Çocuk diye kötü konuşsak bile anlamaz diyen yöneticiler tarafından
kaç kez azar iştim biliyor musun?” Kemal Bey oğlundan duyduklarıyla donmuştu.
Serhat
elindeki kadehi masaya koyarken karnı yine ağrımıştı ama şu anda bu önemli bile
değildi.
“Tek
bir soru soracağım. Neden? Neden annemi öldürdün? A-Aldatı mı? Biriyle mi
birlikte oldu. Ne bileyim ihanet mi etti baba? Söylesene bir benim melek gibi
annemi öldürmenin sebebini!”
Serhat’ın
bağırışıyla Kemal Bey başını kaldırıp tam oğlunun kızarmış gözlerinin içine
baktı. Leman’ın haklı olduğunu şimdi anlamıştı. Bu işe hiç kalkışmamalıydı. En
baştan doğruları oğluna söylemeliydi. Oğlunu kaybettiğini anlıyordu Kemal Bey.
Oğlunu çoktan kaybetmişti. Gerçek ailesi olup olmaması önemli değildi. Oğlunu
kaybetmişti Kemal Bey. Oğlunu sekiz yaşında kaybetmişti. İlk yalanını
söylediğinde kaybetmişti.
Kemal
Bey, oğlunun bıraktığı kadehi eline alıp hepsini kafasına dikerken, Serhat
babasına kırgınlıkla bakmaya devam ediyordu.
Kemal
Bey, dudaklarını aralayıp on yıldır tutuğu en büyük sırı söylediğinde,
Serhat’ın gözleri büyümüştü. Serhat başını iki yana sallıyordu. Babasının yalan
söylediğine inanıyordu. Babası yalan söylüyor olmalıydı. Serhat’ın kulaklarında
yankılanan şeyle hemen ayağa kalkmıştı panikle etrafına bakarken, Kemal Bey
oğluna hüzünle bakmakla yetiniyordu.
Serhat
kulaklarında sürekli babasının dediklerini duyuyordu.
“Annen ölmedi. Hiçbir zaman ölmedi. Yaşıyor.”
Yorumlar
Yorum Gönder