Kan Davası - 22. BÖLÜM

 Badem Şekeri, Mera Gözlü! 


"Kendi kendine eğlenmek, acılarını unutmak için kendini roman okumaya veren insanlar vardır."

Sis   -  Miguel de Unamuno

Rahmi Bey sabah kahvaltısını yaptıktan sonra ailesini kendi yalılarında bırakıp yan yalıya geçmişti. Şimdi ise karşısındaki yaşlı adamla boğaz manzarasına bakarak Türk kahvesinden içiyordu.

Erhan Bey ise yanında sert bir şekilde duran adama bakarken gözleri dolmadan edememişti. Rahmi Bey’in gözlerindeki yaşlılığı silerse bu gözlerin Serhat Bey’in gözleriyle ikiz olduğunu çok iyi bir şekilde söyleyebilirdi. Erhan Bey’de kahvesinden bir yudum aldıktan sonra bu olayı öğrendiğinden beri beklediği konuşmayı başlatmak için dudaklarını hareket ettirmişti.

“Serhat Bey’i tanımak istiyorsunuz.” Demesiyle Rahmi Bey gülümseyerek başını salladığında, Erhan Bey gözlerini camdan dışarıya mavi sulara çevirdi.

“Serhat Bey eve ilk geldiğinde ailenin en garip parçası olduğunu düşünmüştüm. Taş ailesi öyle dışardan anlatıldığı gibi bir aile değildir. Herkes sakinliğiyle tanır bu aileyi ama en iyi ben bilirim bu evde kırılan tabak çanak sayısını.” Derken gözlerini kısmıştı. Geçmişi hatırlamak onun da canını yakıyordu. Serhat Bey delilerin içinde en sakin bir şekilde büyümüştü. Züleyha Hanım’ın biraz daha yaşamış olsaydı Serhat Bey’in de Kemal Bey’den bir farkı olmayacağını biliyordu ama Serhat Bey’in belki de duygularını göstermek için bu tetiğe ihtiyacı olduğunu yine düşünmeden edemedi. “Kemal Bey dışarıya ve ailesine sakin gözükebilir ama sinir hastasısındır. Sinirlendiğinde gözü hiçbir şeyi görmez… Bunu neden anlattığımı soruyorsunuz değil mi? Serhat Bey doğduktan sonra karısıyla kavgaları az da olsa bitmişti. Kemal Bey’in karısı için hamilelik riskliydi. Ya bebeği ya da anneyi kaybedebileceğini biliyordu. Kemal Bey istemedi. Karısının ölmesini istemedi ama Züleyha Hanım, gelinin arkasında durdu. Çocuğun doğmasına o yardımcı oldu. Biz anne de çocukta sağlıklı doğdu sanırken, Züleyha Hanım acımasızlığını yine konuşturmuş. Sizden çocuğunu çalmış bulundu. Şüphelenmem gerekirdi ama o kadar büyük bir mutluluk vardı ki üstlerinde kimse sorgulamadı. Serhat çok masum bir bebekti. Karnı acıkınca bile ağlamazdı ki, bu da aileyi bir kez daha korkuya sürükledi. Serhat’ın zihinsel engeli olduğundan şüphelenmişlerdi. Ama Kemal Bey’in arkadaşı Perez Bey hiçbir sorunu olmadığını söyleyince rahat bir nefes aldık. Serhat Bey’in dadılığını ben yaptım. Annesine düşkündü, çok düşkündü. Her akşam yatak odalarına girer ortalarında yatardı. Serhat Bey ağlayamasa da ihtiyaçlarını dile getirebilen bir çocuk olmuştu. Konuşmaya başladığı an her şeyi istemeye başlamıştı. Kemal Bey’de her şeyi ayaklarına sermişti. Ta ki, sekiz yaşına gelene kadar. Annesi öldüğünde, Kemal Bey yıkıldı. Serhat Bey ise bir kez bile ağlamamıştı. Kemal Bey’i teselli etti. Ufacık boyuyla babasını teselli etti. Kendisinin teselli olması gerekirken babasını teselli etmesinden anlamalıydık. Bir şeyler tersti ama ev o kadar kaostaydı ki, kimse Serhat Bey’in tamamen kendini kapattığını anlayamamıştı. Artık ihtiyaçlarını dile getiren çocuğun yerine hiçbir şeyi istemeyen, kimseye darılmayan, her şeyi normal karşılayan bir çocuk gelmişti. Benim ihmalkârlığımdı bu durum. Kemal Bey o sıralar tamamen kayıptı. Şirket’in her yükü Serhat Bey’in üstüne kalmıştı. Sekiz yaşında hiçbir şeyi anlamadığı içinde ben de ona bunları öğretmekle ve yükünü azaltmakla uğraşmıştım ama en büyük yükü almayı unutmuştum. Evin yönetimi Serhat Bey’e geçmişti. Kemal Bey annesinin kaybından sonra karısının kaybını kabullenemiyordu. Bir oğlu bile olduğunu hatırlamadığını o zamanlar emindim. Ta ki, bir gün eve sarhoş gelene kadar. Kemal Bey namazında niyazında bir adamdı. Ama karısı ölünce bozmuştu işte. Acısını neyden çıkaracağını unutmuştu. Serhat Bey’i bile oğlu yerine bir arkadaşı olarak görüyor gibiydi. Ben dışardaydım. Her şey bitikten sonra eve gelmiştim. Şu holü görüyorsunuz değil mi?” diye sorarken arkasını dönmüş kapıdan dışarıyı göstererek girişteki o büyük beyaz fayanslı yeri göstermişti.

Rahmi Bey konuşmamıştı hiç. Karşısındaki adamın oğlunun her şeyini bildiğinden emin olduğundan konuşmuyordu. Erhan Bey’in gösterdiği hole baktığında, Erhan Bey konuşmaya devam etmişti.

“Her yer yıkılmıştı. Serhat Bey ise kafasında kan akarken Kemal Bey’e sarılmış bir şekilde ‘Geçti, geçti.’ Diye sayıklıyordu. Sabaha kadar öyle kalmışlar. Çalışanlar eve gelince bana haber vermişti. Eve nasıl geldiğimi bile hatırlamıyorum. Kemal Bey hüngür hüngür ağlarken Serhat Bey kafasındaki kurumuş kana rağmen babasını teselli ediyordu. Dokuz yaşındaydı Rahmi Bey. Serhat Bey dokuz yaşındaydı. O yeşil gözlerindeki cehennemden çıkmış görüntüsünü asla unutmamam. O gece bu holde ne olduğunu sadece Kemal Bey biliyor.” Demesiyle, Rahmi Bey buruşturduğu suratıyla Erhan Bey’in gözlerine bakmıştı.

Erhan Bey zorla tebessüm edip. “Serhat Bey travma geçirmişti. O gece Kemal Bey’in ne yaptığını bilmem ama Serhat Bey büyük travma geçirmişti. Perez Bey çok uğraştı Serhat Bey’i hastaneye yatırmaya ama Kemal Bey izin vermedi. Serhat Bey ise travmanın etkisiyle o günü hiç hatırlamadı. Herkeste o gün hiç olmamış gibi davrandı. Ama o günden sonra Serhat Bey daha çok değişmişti. Eski söz dinleyen çocuğun yerine sürekli hınzırlıkla parlayan bir çocuk gelmişti. Sonrası da malum. Serhat Bey her şeyini kendisine saklayan bir çocuğa döndü. Kleptomanisi bile olduğunu bilmiyorduk. Sizin kızınızın ölümünden sonra öğrendik. En son ise Baran Bey Serhat’ı vurdu. Serhat Bey iki ay komada kaldı. Bir ay daha komada kalsaydı yurt dışına götürmeyi planlıyordu Kemal Bey. Bir şeylerin ters gittiğini düşünmüştü. Allah’a şükür ki uyandı. Sonumuz da bu işte. Bakın bunları Kemal Bey’e kan bilenesiniz diye demedim. Bunları anlatmamın sebebi Kemal Bey’e bir şey yaparsanız Serhat Bey’in son tutunacak dalını da kırarsınız. Serhat Bey’in dünyası hep Kemal Bey oldu. Sevgilisi oldu evet ama Kemal Bey yüzünden hayataymış gibi gelir bana hep. O yeşil gözleri babası için yaşıyor gibi bakar hep. Dediğim gibi bunları Kemal Bey’e cephe olasınız diye değil. Kemal Bey’in yapamadığı babalığı yapın diye anlattım size.”

Erhan Bey’in sözleriyle, Rahmi Bey dolmuş gözlerini kaçırdı. Onun küçücük oğlu bu zenginliğin içinde neler yaşamıştı. Kendisi evladının öldüğünü o kadar kolay kabullenmişti ki. Kızının acısı da üstüne geldiğinde işte o zaman anlamıştı iki evlat acısını da yüreği kabul etmiyordu.

“Oğluma hiç dokanmadı değil mi?” diye sorarken sesi istemsizce titremişti. Oğluna dokunduysa o Kemal Bey’in ellerini kırardı.

“Hayır. Kemal Bey sinir krizlerini Serhat Bey’den hep gizlemişti. O gün sadece büyük bir hata olduğunu düşünüyorum. Zaten o günden sonra Kemal Bey’in aklı başına gelmişti. Serhat Bey’i sarıp sarmaladı. Belki de oğlunu da kaybedeceğinin korkusunu hisseti ama Serhat Bey’in yanında azıcık bile sesini yükselttiğini görmedim. Her zaman oğluna karşı mahcup hisseti. Bu yüzden zaten bu olaylar ortaya çıktıktan sonra Serhat Bey’in gitmesine izin verdi… Serhat Bey’in kırılmaması için izin verdi Rahmi Bey. Ben Kemal Bey çok iyi tanırım. O oğlunu başkasının yanına göndermeyi geçin kimsenin eline vermeye razı bile değildi. Sadece Serhat Bey kırılmasın diye göz yumuyor.”

Rahmi Bey’in elleri yumruk olmuştu. “Bir kadının acımasızlığı yüzünden pamuk kalplimin benden, bizden alındığını söylüyorsunuz. Normal şeylerde yaşamamış belli. Allah bilir çocuk dahi olamadı benim oğlum. Abileri gibi sokaklarda top oynayamadı belki de, her yere düştüğünde ağlayamadı değil mi? Erhan Bey, ben nasıl bu adamı sağ bırakayım. Ulan hastanede koca şehirden kovuldum ben. İçerde yatan benim oğlumdu. Bir yukarı kata donör olanda benim oğlumdu! Komada kalan da benim oğlumdu! Ben kızımın acısına daha dayanamadan bilmeden oğlumu sizin ellerinize bıraktım. Erhan Bey, ulan!.. Ben senin o patronuna acılı günümde ağlayarak yalvardım. Yine yalvarırım. Evlatlarımın başına bir şey gelmesindense diz çöker yalvarırım. Ama, senin patronun bilerek sakladı benden. Deseydi. Öğrenir öğrenmez deseydi ki, durum bu, benim Serhat’tan başka kimsem yok ayırmayın bizi deseydi Allah’ıma yemin olsun aklımdan bile geçirmezdim. Anlardım. Benden başka kim anlayabilirdi ki bunu, evladını kaybetmemiş bir baba bunu anlayamaz. Ama senin Patronun kılı kırk yardı. Allah bilir oğlumu benden kaçıracaktı da… Sakın! Araştırmadan geleceğimi sakın düşünmeyin. Konsolosluğa gönderilen belgelerden haberim var. Üniversiteye yatırılacak olan paradan da haberim var. Oğlumu başka kıtaya kaçıracaktınız be! Onunla görüşmek isterdim bunları. Bu sohbeti ama biliyorum ki, ikinci lafımdan sonra kafasına sıkacağım. O yüzden burada olmaması daha iyi!” dedikten sonra yavaşça ayağa kalkıp odada volta atmaya başlamıştı.

“Şu hayatımda ne Ağa olmam umurumdaydı ne de kan davaları! Evlatlarımdan ve karımdan başka hiçbir şey umurumda olmadı! Kızım okumak istediğinde bile, orası olmaz memleketinde oku demedim ben! Kimse kızını dışarı salmazken ben gözüm kapalı kızıma güvendim. Yurtta kalamaz diye ev aldım. Yerleştirdim. Bir kere bile başımı da eğdirmedi. Ama elin oğlu kızımı öldürdü. Kızımın sevgilisinin olması bile umurumda olmazdı benim. Bu devirde herkes konuşarak evleniyordu zaten. Olsundu. Hata olmasa daha iyiydi. Hiç değilse ilk seni seviyorum diyene kanıp gitmezdi. İki kızıma da bunu aşıladım ben! Arkamdan kavat demedikleri kaldı! Ben bütün törelerimize kafayı sadece evlatlarım mutlu olsun diye yaptım ve pişman değilim. Ama Kemal Bey’in yaptığı yıllar önceki babamın öğretilerini umursamayan beni silip attı Erhan Bey. Serhat ölseydi, yine bilemezdim değil mi? O adam bunu söylemezdi. Ben üç gün içinde aynı zamanda kızımı ve oğlumu kaybedebilirdim. Gelip bana Kemal Taş’ı savunmaya kalkmayın. Çocuğumun hayatına el birliğiyle sıçmışsınız benim de sizinle aynı yolda yürümeye niyetim yok. O adamı gebertmeyeceksem tek bir nedeni var oğlum. Anladınız mı? Ben oğluma isim bile koyamadım ki, biri o ismi dile getirirde canım yanar diye! Mezarında bile Rahmi Çelebioğlu’nun oğlu bebek Çelebioğlu yazıyor! Ulan! İnsanın çocuğu çalınır mı be! Delireceğim! Bebek ulan bebek! Fakir olsak ne olurdu! Lan insan kediyi yavrusundan ayıramazken, bir insanın yavrusu alınır mı be!”

Rahmi Bey sonunda dururken, Erhan Bey yutkunmadan edemedi. Ayaktaki ellilerinin üstünde olan adamın babalığı canını yakmıştı. Serhat Bey’i önemsediği her yerinden belliydi. Kemal Bey’de böyleydi ama işte bir aması vardı.

“Serhat Bey bunu kabul etmez. Üzgünüm ama Serhat Bey’in huyunu çok iyi biliyorum iki aileyi de birleştirmeden rahat durmaz Rahmi Bey. Siz Kemal Bey’le tartıştıkça kendinizden itersiniz. En kötüsü ise, Serhat Bey çözemediği bir şey olduğunda kaçar o işte. İkinizin de onu kaçırmasından korkuyorum. Kemal Bey zaten yaptığı hatanın farkındayken sizde bir hata yapmayın. Kemal Bey’e kızgınsınız biliyorum, hakkınız ama Serhat Bey kızgınlığı umursamaz. O kimseye darılmaz, kızmaz da, bugün yüzüne yumruk attın yarım saniye sonra size sımsıkı sarılır. O böyle bir çocuk. Sizin kızgınlığınız ve öfkeniz yüzünden masum olan Serhat Bey’i üzmenize izin veremem.” Dedikten sonra ayağa kalkmıştı.

Rahmi Bey’in çenesi kasılmıştı. “Ben oğlumu üzecek bir şey yapmam. Hele bu kadar geç kalmışken asla.” Dedikten sonra yutkunmuştu. “Erhan Bey, Allah senden razı olsun. Belli bu tımarhane de oğlumu bu kadar saf ve masum yetiştiren kişi sensin. Ama, Taş ailesi. Benim Kan Davam onlarla. İçine girme. Her kan davasında adam öldürmüyoruz biz. Bazı Kan davaları çok da beter oluyor.” Dedikten sonra arkasını dönüp odadan çıkarken gözleri koca holde kalmıştı. Oğlunun başına burada bir şey gelmişti ama ne olduğunu dahi bilmiyordu. Oğlunu değiştiren ne yaşamıştı bu koca holde.

Erhan Bey donmuş bir şekilde kalırken, Rahmi Bey dışarı çıkmıştı. Hızla yan yalıya girerken gözleri bahçede oturan oğullarında kaldı. Bir kez bile oğullarına yanlış yapmamıştı. Şu dünyada tek bir cezayı Baran’a vermişti ki, o da o bir oğlunu vurdu diye ki bunu bilmeden yapmıştı. Oğullarına insan hayatının ne kadar önemli olduğunu iyi öğretmişti ama Baran bütün öğrettiklerini hiçe sayarak masumu vurmuştu. Çocuğunun bütün hayallerini bir hatayla ellerinden almıştı. Bu yüzden şimdi aceleyle Mardin’e gitmiyordu. Baran ve Serhat’ın hesaplaşması lazımdı. Bu karşılaşma olmazsa daha sonra başlarına daha büyük bir şekilde patlayacağını biliyordu.

“Baba?” Aziz’in sesiyle, Rahmi Bey en büyük oğlunun su yeşil gözlerine bakarken, Aziz babasının gözlerindeki hafif kızarmayı görmüştü.

Rahmi Bey oğullarını yanına özellikle almamıştı ama Aziz babasıyla gitmediğine pişman olmuştu.

“Çalışma odasındayım ben. Baran kardeşinizle ilgilenirken işle ilgilenemez. Görüşmeleri takip edeceğim.” Diyerek hızla yalının içine girdiğinde, karısının köşede kuran okuduğunu görünce tebessüm edip hızla merdivenleri çıkarken, arkasından onu takip eden oğlunun olduğunu çoktan anlamıştı. Çalışma odasına girip kapıyı kapatacakken, Aziz içeri girip kapıyı kapatmıştı.

Oda bembeyaz döşenmişti. Koltuklar ise uçuk pembe şeklindeydi. Rahmi Bey’in en sevdiği renkti uçuk pembe. Kızlarına hep pembe giydirmişti.

Rahmi Bey hızla çalışma masasının arkasındaki beyaz döner koltuğa otururken, Aziz babasının tam karşısında oturmadan dikildi.

“Bir şey olmuş değil mi? Baran vurmasından daha kötü bir şey…” Aziz kardeşinin o gözlerindeki donukluktan anlamıştı, Rahmi Bey konuşmadan bilgisayarını açarken Aziz’in elleri yumruk olmuştu. “Ne yapmışlar baba! Benim Çınar’ıma ne yapmışlardı da o güzelim orman gözlerini bataklığa çevirmişler!”

Aziz’in çıkışmasıyla, Rahmi Bey bakışlarını öfkeyle parlayan su yeşil gözlere çevirirken.

“Bilmiyorum.” Diyebildi sadece, Erhan Bey’in dahi bilmediği bir şey olmuştu o koca yalıda. Oğlunun başının kanadığı ve aklının unutmasını sağlayacak kadar kötü bir şey olmuştu o holde. Kemal Taş’ın yıllarca mahcup olacağı bir şey olmuştu ama bunu Kemal Taş’tan başka kimse bilmiyordu.

Aziz babasının dedikleriyle dumura uğramıştı.

“Bilmiyorum, derken baba?” diye sorarken boynundaki damarları şişmişti.

Rahmi Bey’in de çenesi kasılmıştı. “Sende açma bunun konusunu bir daha. Hatırlamıyormuş oğlum. Hastaneye yatırılması istenecek kadar kötü bir şey olmuş ama ne Erhan Bey biliyor ne de Serhat… Sende gömülen şeyleri gün yüzüne çıkarma oğlum. Masum işte, çocuk kendisine yapılan yanlışı bile unutacak kadar masum.” Derken sesi titremişti. “Bundan sonra gerçek bir ailesi olduğunu hissettireceğiz. Serhat ağlayamıyorsa biz ağlayamayız olur biter. Çocuğun bunca zaman sırtına binmişler. Bizim de acımızı yüklenmesine gerek yok Aziz. Çocuğa da Çınar deme! O Serhat. On sekiz yıl boyunca Serhat’ı. Çocuğun bildiği dünyasını başına yıkıldı bir de ismini alma ondan.” Dedikten sonra bilgisayarına dönmüştü.

Aziz öylece kalakalmıştı. Babasının her sözü kafasında yeninden yankı yapıyordu. Canı yanıyordu. Oturup ağlayacaktı şimdi. Aziz derin bir nefes alırken bile boğazında o nefes tıkanıyordu.

“A-Anladım.” Dedikten sonra odadan çıktığında hızla aşağıya indi. Bu şehir onlara zulümdü.

Aziz hızla dışarı çıktığında, bahçede birbirleriyle şakalaşan kardeşlerine hüzünle bakıp.

“Ben dışarı çıkıyorum biraz. Siz takılın.” Dedikten sonra hızla dışarı çıkmıştı. Korumaya başıyla işaret verdiğinde koruma hızla arabayı garajdan çıkarmak için gitmişti.

Aziz’in elleri titriyordu. Yan yalıya gidip yalıyı yakmamak için kendini zor tutuyordu. Kardeşine bir şey yapılmıştı o evde. O evde bir şey olmuştu işte. Bir insanın gözleri boşu boşuna boşluğa dönmezdi. Bir şeyler olmuştu ama ne olduğunu bile bilmiyordu ki, kardeşinin yarasının ne olduğunu dahi bilmiyordu. Bilseydi belki de yarasına yara bandı olurdu. İyileştiremezdi belki ama daha fazla kanamaması için yara bandı olurdu. Kendi canının yanıp yanması önemli değildi. Kardeşinin o gözlerinin kendisine parıl parıl bakmasını istiyordu. O su yeşili gözlerin masumluğun yanında saf mutlulukla bakmasını istiyordu.

Arabası önünde durduğunda, koruma hızla inmişti. Aziz arabaya binip bu lanet yerden hızla uzaklaşırken direksiyonu sımsıkı sıkmadan duramamıştı.

Babası haklıydı.

Haklıydı ama kendine göre bu haksızlıktı.

Neden sürekli onlar acı çekmek zorundaydı ki!

Aziz Sarıyer’den uzaklaşırken, yalının bahçesinde ise daha başka bir konuşma geçiyordu.

“Ablam aramadı değil mi abi?” İhsan’dan başkası sormamıştı bunu.

Miran kaşlarını çatmış elindeki telefona bakıyordu. Üç saat geldi çatıyordu. Yarım saat içinde ikizi ya arardı ya da Miran babasının yanına gider Serhat’ın konağa hiç gelmediğini söylerdi.

“Biraz daha beleyek. Başına kötü bir şey gelseydi Mardin’i geçin bütün ülke duyardı. Otele falan gitmiştir çocuk.” Diyen kişi Yusuf’tan başkası değildi.

Aras ise ikizinden uzakta oturuyordu. “Otel diye Devran itinin kucağına düştüyse ne bok yiyecez! Gebertir lan! Birimizden birini vurmamak için kendini ne kadar zor tutuyor o it bilmiyor musun?” diye sormasıyla, Aram kardeşinin kafasına hafifçe vurup.

“Ağzından yel alsın geri zekalı! Çocuk hala devam eden kan davamız olduğunu bilirse ne bizim yanımıza gelir ne de bizimle olur. O şerefsiz babası da zaten açığımızı bekliyordur Serhat’ı bizden tamamen koparmak için.”

Aram’ın dedikleriyle Miran’ın çenesi kasılmıştı. “Geri zekalı geri zekalı konuşmayın! O Devran itinin haberi olmayacak Serhat’tan! Serhat’ın da kan davamızdan. Allah’ın masumuna bu yükü vermeyeceksiniz anladınız mı?” Miran’ın sözleriyle dört kardeşte başını sallarken, Miran yeniden telefonun kapalı ekranına bakmaya başladı.

“Hadi Dilan arayacan bir be!”

 

**

 

Serhat bavulunu ve telefonunu Devran Ağa’nın evinden aldıktan sonra, Devran Ağa zorla ben seni bırakırım demişti ki, Serhat’ta evin yolunu bilmediği için hemen bu teklife atlamıştı. Şimdi ise elindeki paket çikolatayla yanındaki mavi gözlü adamla arabanın içindeydi. Öndeki Kılıç ise dikiz aynasından bu garip duruma nasıl düştüğünü bilmiyordu.

“Yani sen benimkilerin aile dostusun ha?” diye sorarken Serhat ağzına bir tane daha mavi badem şekeri atmıştı.

Devran Ağa yanındaki oğlanın sözleriyle gülümserken,

“Çok yakınızdır. Hata aramızda kan bağı bile vardır.” Demesiyle Kılıç’ın nefesi boğazında kalacaktı az kalsın.

Serhat inanamayarak yanındaki adama bakıyordu. “Oha! Akraba mıyız? Ya biliyordum kan çekiyor işte. İyi iyi.” Derken gözleri sımsıcak bir şekilde Devran Ağa’nın mavi gözlerindeydi.

Devran Ağa yanındaki çocuğun gözlerine bakarken yüzündeki sinsi gülümsemesini silemedi. Çelebioğlu’nun konağına ölse gitmezdi ama yanındaki çocuğu kendi elleriyle götürmek istiyordu. O Çelebioğlu ailesinin yüzündeki değişim için bile giderdi. Bugün zevkten dört köşe olacaktı.

Serhat şekerlerini kıtır kıtır yerken, Devran Ağa’da yanındaki masum çocuğu bu kan davasına bile sokmadan kullanabileceğini şimdiden anlamıştı. Çocuk dünyanın en masum insanıydı. Çikolatacı da bile, çıkan faturayı şaşırmamış hemen ödemişti oysa, Devran Ağa sadece çocuğun bu kadar büyük ücreti duyunca onun ödemesini istemesi için fiyatı yükseltmişti ama çocuk sanki havaymış gibi dört bin yedi yüz lirayı öylece ödemişti.

Mahmut Efendi’nin kendisine kızgın olan yüzünü unutamazdı. O da çocuğun bu fiyatı ödemesini beklemiyordu. Şaka diyemeden çocuk hızla post cihazına kartını bastırmış ödemişti. Devran Ağa yanındaki saftiriğin nasıl İstanbul gibi bir yerde büyüdüğünü anlamak istemiyordu ama akşam yatmadan önce azıcık çocuğun dedikleri için araştırma yaptığında çocuğun neden böyle olduğu anlaşılabilirdi. Çocuk koca hastanenin tek varisiydi. Bir de anne tarafından kalan vakıflar ve koca bir holding çocuğa kalmıştı. Yanındaki çocuğun bu sene Forbes’e bu yılın milyarderleri olarak gireceği bile düşünülüyormuş. Çocuk üniversite okumadan milyarderdi.

Ama bu kadar zengin çocuğun para birimden haberi dahi yoktu.

“Akraba demeyelim. Yani akrabayız da çok uzak akrabayız.” Demesiyle, Serhat başını sallarken Devran da içinden ‘Hepimiz ademden geldik sonuçta.’ Diye geçirirken, Serhat merakla dışarıya bakıyordu.

“Buralar sabahları bir hoşmuş cidden uzak akrabadan Devran abim.” Demesiyle, Devran yüzünü buruşturup.

“Bu kadar uzun isme gerek yok çocuk.” Demesiyle, Serhat kocaman sırıtıp.

“Sen bana lakap tak bende sana lakap takıyım!” demesiyle, Devran dönüp dolaşıp nasıl aynı konuya geldiklerini anlamazken.

Kılıç ise gülüp ağlamak arasında kalmıştı. Arabada kan davalılarının çocuğu oturuyordu.

“Hasbinallah!” dedikten sonra Serhat gözlerini çektiğinde, Serhat elindeki bademden Devran Ağa’nın kucağına bir tane koyup.

“Güzel anlaşmaydı bir kere! Ben hem sana koyacağım lakabı bulmuştum bile.” Demesiyle, Devran Ağa hızla başını çevirip Serhat’ın o su yeşili gözlerine bakmıştı.

“Ofluydu ha!” demesiyle, Serhat başını sallamıştı. “İyi lakap falan yok sana! Senden kaç yaş büyüğüm ben abi de yeter!” demesiyle, Serhat kendini geri çekmişti.

Devran Ağa bir anda soğuk yapmaya başlamıştı. Serhat yanındaki dengesiz adama sinirle bakarken cebinde vermek için an kolladığı saati cebinin dibine tıkmıştı. Vermeyecekti. İnsanlardan çaldığı şeyleri vermek için her zaman uygun zamanı beklerdi ama yanındaki adam gıcık etmişti onu. Vermeyecekti. Her gıcık olduğu insandan çaldıklarını kendine saklamak gibi bir huyu vardı. Bu saati de kendine saklayacaktı. Hem onun için önemli olsaydı kesin ortalığı ayağa kaldırırdı diye düşünüyordu.

Serhat dudaklarını büzüp daha sesli şeker yemeye devam ederken, Devran Ağa ise yanındaki çocuğun kan davalı olduğu ailenin çocuğu olduğunu unutmamak için sürekli kendini azarlıyordu. Yanındaki çocuğun davranışları kan davasının sebebinin aynısıydı. Gözleri bile aynıydı. Devran Ağa’nın elleri yumru olurken derin bir nefes çekti. Yanındaki çocuk onun gibi masumdu ama kapılamazdı. Elinde sonunda o çocuğun gözleri ona düşmanca bakacaktı.

Araba tanıdık, konağın önüne doğru dururken, konağın önündeki korumaların hızla elleri bellerine gitmişti ki, diğer yoldan da gelen üç araba acı bir fren yapmıştı.

Serhat şaşkınlıkla etrafına bakarken. “Akrabamızsın ama sanırım pek sevilmiyorsun.” Derken hala şekerden yiyordu.

Devran Ağa çocuğun sözleriyle yan bir şekilde sırıtıp.

“Çok severiz biz birbirimizi.” Demesiyle, Serhat omuz silkip, arabadan inerken Kılıç’a dönmeyi de unutmamıştı.

“Kılıç abi bagajı açsana. Devran Abi sağ olasın.” Demesiyle, Devran Ağa yine soğuk yapmak istese kendisine masumca bakan çocuğa gülümseyip.

“Bir şey değil, Mera gözlü.” Dedikten sonra kapıyı kapatmıştı.

Serhat duyduğu tabirle donarken, Kılıç arabadan inip bagajlarını yere koyup. Karşı arabadan inip buraya doğru koşan Baran’a yakalanmadan arabaya binip hızla çalıştırmıştı.

Serhat kaçan Ağa’yla kaşları çatılırken, Baran elindeki silahla Serhat’ın yanına gelmişti.

“Serhat! Senin o arabada ne işin vardı oğlum?” diye bağırırken Serhat’ın gözleri şaşkınlıkla önündeki hala giden arabanın yerindeydi.

“Badem şekeri ne olacak!” diye sahte kızgınla mırıldandıktan sonra önündeki Baran’a döndü.

“Baran abicim sen de huy edindin ha! Bak bu sefer böbreğe falan sık ki, gitse bile yaşayabileyim. Valla kalbe falan sıkarsan çok uğraşırız.” Demesiyle, Baran utançla elindeki silahı hızla beline yerleştirirken.

“Oğlum ben sana sıkmayacaktım ki giden ite sıkacaktım.” Derken sesinde hafif utanç vardı.

Serhat elindeki çikolatayı Baran’a uzatıp. “Valla gideni boş ver sen. Bak tatlıyla kapınıza kadar dayanmışım. İçeri almayacak mısınız beni? Hem ben Baba Bey ve Anne Hanım’ı görmek isterim.”

Baran kardeşinin sözleriyle, gülümseyip.

“Bir şey yapmadılar değil mi sana?” diye sorarken bu durumu babasına nasıl açıklayacağını düşünüyordu. Devran Ağa saklamak istedikleri sırı çoktan öğrenmişti. Bu durum hiç istemedikleri bir şeydi. Devran sinsiydi. Serhat’a bir şey yapmaması söz konusu dahi olamazdı. Kan bileniyordu hepsine.

Serhat’ta Devran Ağa’yla Çelebioğlu’nun arasının olmadığını Kılıç’ın hal ve hareketlerinden anlamıştı ama bozuntuya vermemişti. Devran Ağa’yla oynamıştı birlikte. Serhat saf olabilirdi ama koca şirket yönetiyordu. Bir insanın hal ve hareketlerinden niyetini de anlardı.

“İçerde ablamız var. Dilan. Kocası görevden daha gelmedi bizde kalıyor. Bebeği var bir de. Ama bizimkiler burada değil.” Dememeden edemedi. Ailesi İstanbul’a Serhat için gitmişti. Bunu bilmesi gerekiyordu.

Serhat dudaklarını büzüp. “Hepsi nerede?” diye sorarken bavulunu Baran’ın eline tutuşturmuş, korumaların açtığı tahta kapya doğru yürümeye başladı.

“İstanbul’da seninle görüşmek için gittiler ama aynı gün sende Mardin’e gelmişsin.” Demesiyle, kardeşinin ona her an kızmasını bekliyordu. Ya da başka bir şey demesini. Çocuğu vurmuştu ama Serhat sanki kırk yıllık dostmuş gibi omuzuna elini atıp.

“Hadi be! Desene, iki tarafında niyeti aynıymış. Neyse artık onlar Erhan amcayla birbirlerini yesinler. Bebek var demiştin dimi! Yaaa! Görebilir miyim? Ben bebekleri çok severim! Kaç aylık! Kime benziyor! Dilan abla izin verir mi? Eniştem kim ki? Polis mi? Görevde dedin…”

Serhat çenesiyle Baran’ın beyninin pekmezini akıtırken, Baran sadece gülümseyerek kardeşinin her sorusunu cevaplamaya çalışıyorken. Serhat’ta Baran’a Devran Ağa meselesini unutmaya çalışmak için kafasını karıştırmaya çalışıyordu.

Çelebioğlu’nun bilmediği şey en küçüklerini saf sanırken aslında saf ayağına takılıp herkesin istediğini yapmasına izin veren bir insan olduğuydu ama bu durumu şu dünyada sadece bir kişi biliyordu ki, Çelebioğlu’nun bu kişiyle tanışmasına daha çok vardı.  




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

AHPO - 51. BÖLÜM: 2. Sezon - 2. Bölüm:

Hayırsız Evlat - 16. Bölüm: Kill Me! -1

Hayırsız Evlat - 15. BÖLÜM: Tavşan Deliği!