Kan Davası - 21. BÖLÜM

 Kaderin Cilvesi! 


"Kalbi sevgi doluydu, ama hiç sevilmedi..."

Kısa Öykünün Büyük Ustaları -  Kolektif


Erhan Bey yalıya geldiğinde, çoktan Kemal Bey ve Leman Hanım gitmişlerdi bile. Erhan koca yalıda birkaç çalışanla kalakalmıştı. Ama alıştı bu durumlara. Gidip uyumak için en aşağı kattaki odasına doğru gidecekken, dışardan gelen gürültü sesleriyle kaşlarını çatmıştı. Birisi geri mi dönmüştü.

Erhan Bey omuzlarını düşürerek yalıdan çıkarken bahçenin önündeki korumaların tartıştığını duyunca kaşlarını çatmıştı.

Erhan Bey şu birkaç ayda yaşadığının stresini atmak için her şeyini verebilirdi. Kapının önüne geldiğinde korumalara tek kaşını kaldırıp.

“Ne oluyor burada?” diye sormasıyla, korumanın biri dönüp.

“Aziz Bey ve ailesi gelmişler, Erhan Bey. Serhat Bey’le görüşmek istiyorlar.” Demesiyle, Erhan Bey’in sağ gözü seğirmişti.

“Kapıyı açın.” Demesiyle, demir kapı açılmıştı. Erhan Bey Çelebioğlu ailesinin hepsini kapının önünde görünce kocaman bir kahkaha atmadan edememişti. Serhat Bey’in uçağı dört saat önce kalkmıştı. İnanamıyordu bu olana.

Rahmi Bey ise gülen adama anlamayarak bakarak. “Erhan Bey, gülünecek bir şey mi vardır?” diye sormasıyla, Erhan zorla gülmesini bastırıp.

“Kusura bakmayın efendim. Sinirlerim bozuldu… Hepiniz geldiniz buraya değil mi?” diye sormasıyla, Aziz anlamayarak başını sallamıştı ki, ailenin geri kalanı da bir şey anlamamıştı. Şilan Hanım heyecanla oğlunu görmeyi beklerken, Çelebioğlu erkekleri ise kardeşlerini görmek istiyordu ama Erhan Bey’in ağlamaklı bir sesle bağırdığı sözler Çelebioğlu ailesinin kaşlarını çatmasına neden olmuştu. 

“SEYFİ! ÇABUK MARDİN’E GİT!”

Aziz babasının yanından çıkıp öne geçerken, önündeki panik halindeki adamın endişesine kapılmadan edememişti.

“Ne Mardin’e gitmesinden bahsediyorsunuz siz Erhan Bey?” Aziz’in sert sesiyle, Erhan Bey yutkunmadan edememişti. Gözleri Rahmi Bey’in ve Şilan Hanım’ın yüzlerinde dolanırken dudakları hareket etmeye başlamıştı.

“S-Serhat Bey, Mardin’e gitti bugün. Sizinle tanışmak istiyordu.”

Bu sözlerle, Rahmi Bey kıkırdamaya başlamıştı. Koca adamlar babalarının kıkırdamasına şaşırırken, Şilan Hanım’da dudaklarını eliyle kapatmış gülüşlerini saklamaya çalışıyordu. Karı koca da birbirlerinin gözlerine bakmadan edememişlerdi. Birinin ela gözleri diğerinin ise su yeşili gözleri anlayışla birbirlerine bakıyordu.

Oğulları anlayamıyordu. Şaşırmışlardı ama neye şaşıracaklarını bile bilememişlerdi. Babalarının kıkırdamasına mı yoksa annelerinin sonunda kız kardeşlerinin öldüğünden beri duymadıkları gülüşlerine mi şaşıracaklarını bilmiyordu.

Aziz’in dudakları aralanmıştı ama sadece sıcak havayı üfleyebilmişti.

Erhan Bey’de şaşkındı. Asla böyle bir tepki beklemiyordu. Arkasından merdivenleri koşarak çıkan ayak sesleriyle arkasını döndüğünde endişeyle duran Seyfi duruyordu.

“Erhan amca ne oluyor? Ne Mardin’i?” diye sorarken gözleri Çelebioğlu ailesinde kalmıştı.

Erhan Bey tam konuşacakken kıkırdamasını zorla bastırmış olan Rahmi Bey kocan gülümseyerek Erhan Bey’e ve Seyfi’nin endişeli yüzüne bakarken.

“Boşuna herkesi ayağa kaldırmayın. Konakta Baran kaldı. Mardin’de yani. Biz Baran’ı görmek istemez diye buraya getirmezken, kaderin cilvesi işte…” Derken gözleri dolmuştu. “Bizden önce karşılaşmaları gerekiyormuş demek ki.”

Rahmi Bey’in sözleriyle Şilan Hanım kocasının beline sarılmıştı. Aziz babasının ne demek istediğini anlayarak.

“Erhan Bey, sizi gece gece rahatsız ettiğimiz için üzgünüz. Biz yan yalıya taşındık. Biz yan tarafa geçelim. Sizin de içiniz ferah olsun. Bizim memlekete kardeşimin başına bir gelmez. Hele Çelebioğlu’nun çocuğuna dokunmak delilik sayılır.”

Erhan Bey her yeni duyduğu bilgiyle boğulurken sadece başını sallayabilmişti. İlk ayrılanlar Rahmi Bey ve karısı Şilan Hanım olurken, Aziz kardeşlerini başını sallayıp yan taraftaki demir kapıya doğru yürümüşlerdi. İşte o zaman Erhan Bey yan yalıdaki siyah elbiseli korumaları görmüştü.

Erhan Bey korkmuştu. Hayır, Serhat Bey’e bir şey olacağından korkmuyordu. Bu aile çok güçlüydü. Öyle para gücünden bahsetmiyordu. Birbirlerine tutunurken çok güçlüydü. Serhat Bey’in gerçekten ihtiyaç duyduğu ailenin bu aile olduğunu biliyordu ama korkusu Kemal Bey’di. Bu olanları duyarsa kötü bir şey yapmasından korkuyordu. Ve burada bir Serhat faktörü de şu an bulanmıyordu ki, Kemal Bey’i yumuşatsın.

“Bizim şaşkın yine kazıklanmış haberin olsun Erhan amca.” Seyfi’nin dedikleriyle hızla gence döndüğünde, Seyfi’nin telefonuna gömüldüğünü görmüştü.

“O da ne demek?” diye sorarken, Seyfi telefonun ekranını gösterdiğinde Erhan Bey gür bir kahkaha atmadan duramamıştı. Bütün korumalar ona dönmüştü.

Ekranda, Serhat Bey’in kredi kartının internet bankacılığı açıktı. Bir taksiye üç bin lira verdiğine inanmak dahi istemiyordu ama görünen köy kılavuz istemezdi. Serhat Bey’in en büyük imtihanı ne aşkı acısıydı ne de aile derdiydi. Onun en büyük imtihanı paraydı. Para biriminden dahi haberi yoktu. Neyin ne kadar tutuğunu bile anlayamayacak kadar uzak büyümüştü. Koca şirketi bile yönetebilirdi ama hala çarşıya çıktığında neyin pahalı neyin ucuz olduğunu anlayamıyordu.

“Şapşik bu çocuk ya! Buradan oraya taksiyle gitseydi aynı tutardı. Havalimanından nereye gittin de üç bin lira tutu be! Ayakta silkeliyorlar çocuğu sikinde değil yemin ederim. Ama bunların hepsi Kemal Bey’in suçu. Biraz dışarı çıkaralım bu şapşiği diye çok dil döktüm. Ama yok benim oğlum kırılgandır. Yerler onu diye büyütünce aha böyle oluyor!” Seyfi’nin taklit ederek konuşmasıyla Erhan Bey gözlerini kapatıp açarken sinirle.

“Seyfi! Patronun hakkında düzgün konuş ayağımın altına almayayım seni! Eşek sıpası!”

Seyfi Erhan amcasının bağırışıyla hemen içeri kaçarken, Erhan Bey’de öfkeyle içeri girerken bağırmayı unutmuyordu.

“Kaçma lan!”

 

-

 

Yan yalı da ise tam bir karmaşa vardı.

Şilan Hanım boğaz manzarasının tam önünde otururken, Rahmi Bey keyifle kahvesini içiyordu ki, ayakta dolanan en büyük oğluna eğlenerek bakmadan edemedi.

“Baba, çocuk İstanbul’u terk etmek istemiyor. Babasına fazla düşkün. Adam büyümü yapmış ne yapmışsa kardeşimi alamıyorum’ demiyor muydum oğlum sen?” diye soran Rahmi Bey’le İhsan’da gülmeden edememişti.

Abileri onları öyle bir aramıştı ki, buraya gelmekten başka çareleri kalmamıştı. Hızla yandaki yalıyı öyle bir almışlardı ki, tapuda çalışanlar bile ortada dönen parayı görünce kara para akladıklarını bile düşünebilirlerdi. Aceleyle geldikleri şehirde ise kardeşlerini bulamamışlardı.

Aziz utançtan kızarırken, Miran koltukta daha çok yayılıp abisine bakmadan edemedi.

“Kendimi Tom ve Jerry gibi hissediyorum nedense. Serhat’la ne zaman görüşmeye çalışsak sanki kader bir şekil de bizi ayırıyor.” Demesiyle, Şilan Hanım’da oğluna dönüp gülmüştü.

Aras ve Yusuf ise ellerindeki çaya bakarken kendi arlarında konuşmadan duramıyorlardı.

“Baran ne kadar şanslı her seferinde o ilk oluyor!” diyen Yusuf’la, Aras başını sallayıp.

“Haklısın. Bu sefer de Serhat Baran’ı vuruyormuş ne gülerim ama!” diyen Aras’la yanlarında duran Aram korkuyla ikizlere bakamaya başlamıştı.

“Bu sefer biz karaciğer vermek zorunda kalırız oğlum! Bizim kan grubuz Baran’la uyumlu!” Yusuf’un dedikleriyle, Aram daha çok dehşete düşerken, Aras omuz silkip.

“Valla bu sefer karaciğeri verecek kişi karşı taraf kardeşim. Kemal Bey versin ben ne diye veriyorum!”

“Haklısın, ilk biz vurduk biz verdik… Şimdi Serhat vurursa mantıken Kemal Bey vermesi gerekiyor. Ya uyumsuzsa?”

Yusuf duyduklarıyla yüzünü buruşturup. “Bende vermem o salağa! Benim bir parçamın Baran’da dolaşma fikri hiç hoş değil anasını satayım!”

Aras iç çekip çayından içerken, yanında onlara bakan abisine döndü.

“Abi senin de kan grubun Baran’la uyumluydu dimi?” diye sormasıyla, Aram ağzını açıp kapatmıştı ne diyeceğini dahi bilmiyordu.

“Siz ne halt konuşuyorsunuz lan orada fısır fısır?” İhsan abilerinin sözleriyle, ikizler hemen başlarını Aram abilerinden çekip İhsan’a dönmüştü.

“Öylesine abi? Her zamanki gibi. Çocuğu yine Baran görecek diyorduk.” Yusuf’un dedikleriyle, İhsan yüzünü buruşturmuştu.

“Harbi lan! Bende kalaydım keşke! Şimdi gitsek olmaz. Baba hemen arada şu salak oğlunu bizim yanımıza gelsin. Ya da biz niye geri dönmüyoruz ki?” diye sormasıyla Aziz’de bunu merak etmişti. Babasını tanıyorsa hemen dönmek için acele ederdi.

Rahmi Bey kahvesinden küçük bir yudum alıp oğullarının gözlerine bakarken sıcak bir şekilde gülümsemeden edemedi. Kızının acısından sonra ilk defa bugün içten bir şekilde gülümseyebiliyordu ve bunun sebebinin küçük oğlunun olmasından o kadar mutluydu ki, küçük oğlunun şimdiden ele avuca sığmaz olduğunu anlamıştı.

Rahmi Bey’in konuşmasıyla, çocuklar babalarının planlarını çoktan anlamışlardı. Şilan Hanım ise kocasına burukça bakıyordu.

“Birkaç gün Baran’la yalnız kalsınlar. Aziz abinizin dediği gibi Serhat bunu ne kadar umursamıyor olursa olsun, Baran kendini suçlu görüyor ki görmekte de haklı çocuğu haksız yere vurdu. Bırakın onlar aralarındaki bu büyük yanlışı düzeltirken biz de, Serhat hakkında öğrenebileceğimiz her şeyi, yan taraftaki Erhan Bey’den öğrenelim.”

 

*                                *

 

Devran ağa gömleğinin kollarını katlayıp yatağın üstüne koyduğu yeleği de üstüne geçirirken gözleri yatak odasındaki komodine takılmıştı. Mavi gözleri köstekli saatini arıyordu. Gümüş saati bulamayınca kaşlarını çatmıştı.

“Kılıç!” diye bağırmasıyla, hemen kapının önünde duran sağ kolu hızla odaya girmişti.

“Buyur Ağam?” 

Kılıç’ın üstünde normal bir siyah takım elbise vardı, yüzü ise sinek kaydı tıraşı olmuştu ama bu da çocukken geçirdiği su çiçeklerinin izini ortaya çıkarıyordu.

Devran sağ kolunun kahverengi gözlerinin içine bakarken, iç çekip.

“Kapıyı kapat.” Derken sesi normaldi ama altında yatan siniri çoktan Kılıç çok güzel bir şekilde hissetmişti.

Kılıç Ağasının emrini hemen yerine getirip kapıyı kapattıktan sonra Devran’ın çenesi sinirle gerilmişti.

“Saatim yok.” Demesiyle Kılıç korkuyla Ağasına baktı. Ağasının saati babasından kalan son şeydi. O saat kaybolursa ağasının dünyayı dar edeceğini biliyordu.

“Hemen çalışanlara söyleyeyim ağam…” Devran sağ kolunun konuşmasını yarıda kesmişti.

“Kimseye söyleme, hiç değilse çocuk gidene kadar kimseye söyleme. Bahçeye düştü büyük ihtimal. Sen bir ara ama bulamazsan çocuk gittikten sonra herkese haber ver arasınlar. Boşuna Allah’ın garibanını kötü hissettirmeyelim.” Demesiyle, Kılıç dün gece kapının önüne düşen çocuğu görmemişti ama Hatice Hanım’dan duyduğuna göre masumluğun vücut bulmuş haliydi çocuk.

“Emrin olur Ağam. Ben şimdi gider bakarım.”

Kılıç hızla odadan çıktığında, Devran’da hızla odasından çıkmıştı. Konak eskiydi. Çok eskiydi. Beş kuşaktır aynı yerde yaşamıştı ailesi.

Aşağıya doğru inerken aşağıdan çocuğun sesini çok rahat bir şekilde duymaya başlamıştı.

“Peki, neden bu kadar her şeyde biber var?” diye soran çocuğun sesindeki merak çoktu.

“Ağam böyle sever. İçli köfte de yaptım sağa, aç mı bıraktılar seni yavrum? Çöp badi kalmışsın.” Diyen Hatice Hanım’ın sesindeki endişeyle Devran Ağa gülerek avluya çıkmıştı. Beyaz kocaman şemsiyenin altında birbirleriyle konuşanlara gülümsemeden edemedi.

“Senin ağa yakında basur olur benden söylemesi. Babamda böyleydi basurdan ameliyat olunca bıraktı.” Serhat’ın sözleriyle Devran Ağa’nın yüzündeki gülümseme silinmişti bile.

“Tövbe de lan!” Devran Ağa’nın konuşmasıyla,

Serhat yakalanmış gibi arkasını dönmüştü ki, Devran Ağa sonunda çocuğun giydiklerini tam olarak görmüştü.

Serhat sıfır kolu bir tişört giymiş altına ise dizlerinde biten kiremit renginde bir şort giymişti.

“Allah korusun tabi Ağam. Çocuktur işte.” Hatice Hanım’ın sözleriyle, Devran Ağa Hatice Hanım’a bakmadan başını sallarken çocuğun ne kadar zayıf olduğunu düşünüyordu. Bacakları çok ince ve tüysüzdü ama üst bedeni o kadar da zayıf değildi. Kollarında hala az da olsa kas kütlesi duruyordu.

Serhat kocaman sırıtıp. “Günaydın Devran abi!” demesiyle, Devran’da çocuğun gülüşüne gülümsemeden edemedi. Karşısındaki çocukta şeytan tüyü vardı. Gülmek istemesen bile gülümsüyor buluyordu insan kendini.

Devran şemsiyenin altındaki koca masanın baş köşesine geçerken, eliyle yan tarafını gösterip.

“Günaydın bakalım. Hadi otur da kahvaltı yapalım.” Demesiyle, Serhat hızla Devran Ağa’nın gösterdiği sol tarafta rahat sandalyeye geçmişti.

Hatice Hanım Ağasının Türk Kahvesini koyarken, Serhat’a da portakal suyu koymuştu. Çocuk sabahın köründe kalkmış mutfağa girmişti ama Hatice Hanım ondan önce kalkmıştı. Normal de çocuğu mutfağa sokmazdı ama çocuğun acı yiyemediğini duyunca, kendi kahvaltısını hazırlamasına müsaade etmişti.

“Sağ olasın Hatce. Hadi sizde kızlarla kahvaltınızı yapın.” Diyerek kadını kibar bir şekilde gönderdiğinde, Serhat hızla önündeki tabağa hazırladığı acısız yemekleri koyarken, Devran Ağa’nın kaşları çatılmıştı.

“İnek misin la sen?” diye sormadan edememişti.

Serhat ağzına attığı cerri domatesi yutarken,

“Niye öyle dedin ki şimdi?” diye sorarken sesi öyle masum çıkmıştı ki Devran Ağa kahvesinden küçük bir yudum alırken keyiflenmeden edememişti.

Devran Ağa yanında oturan çocuğun kimin çocuğu olduğunu biliyordu ama çocuğun masumluğu bu kan davası yüzünden ona kötü davranmasını engelliyordu.

“Aaa, yediğim yemekten mi öyle dedin?” Serhat anladığı şeyle kıkırdamadan edememişti. “Hani demiştim ya karaciğer nakli oldum ya ben, eskisi gibi yiyemiyorum yani yiyorum da yağsız bir kahvaltı yapmam gerekiyor.” Demesiyle, Devran çocuğun dün gece anlattıklarını yeniden hatırlamıştı.

“Harbiden, nasıl afettin de buralara kadar geldin?” diye sormadan edememişti. Devran Ağa eline çatalını alıp ciğer kavurmasını ağzına atarken sorusunu duyup burukça gülümseyen çocuğun su yeşil gözlerine bakmadan edemedi. Yanında oturup ona burukça gülümseyen çocuğun yerinde olsaydı değil gelmek bir daha dönüp yüzlerine bakamazdı.

“Affetmek mi? Affedilecek bir şey yok ki. Öfkeliydi, insan öfkeliyken gözü döner yanlışı doğruyu ayırt edemez. Hem o gözlerdeki derin kederi gördüm ben. Hem küslükle hayat mı geçer? Ben birine küs kalamam ki.”

Çocuğun dedikleriyle Devran donmuştu.

Serhat yanındaki adamın donduğunu anlayınca gülüp. “Ya sen bunları boş ver. Hem ben sana ne diyeceğim…”

Devran Ağa kendine gelirken çocuğun konuşması için gözleriyle işaret edince Serhat kocaman gülümseyip.

“Diyorum ki ben buraya böyle elim salana salan geldim ya! Bir şeyler alıp gideyim kapılarına diyorum. Şimdi eli boş gelen insanları pek sevemiyorum. Misafirliğe boş mu gidilir canım. Ama ne alacağımı bilemedim şimdi. Senin kesin bir fikrin vardır Devran abi dimi?” Serhat’ın heyecanla soru sormasıyla, Devran başını sallayıp.

“Kahvaltını yap da çarşıya çıkarız. Hem sende akşamları vurulma ihtimalin olan memleketimi sabah da görmüş olursun.”

Serhat duyduklarıyla utançla başını tabağına gömerken, Devran Ağa çocuğu utancıyla baş başa bırakıp kahvaltısını yaparken gözleri geniş avluda dolanmıştı.

Devran Ağa nedense dün geceden beri hayatının değişeceğini hissetmişti. Yanındaki çocuğun o su yeşili gözlerini görür görmez o yalnızlıkla dolu hayatında bir şeylerin değişeceğini anlamıştı ama şu anda görmezden geliyordu bu hissi. Yanındaki çocuğun düşmanın çocuğu olduğunu unutmaması gerekiyordu.

Devran iç çekip kahvaltısına devam ederken yanındaki çocuğunda sessizce kahvaltısını yaptığını anladı.

 

-

 

Serhat kahvaltısını yaptıktan sonra ayaklarına giydiği parmak terlikler yerine düzgün bir ayakkabı giyip konağın dış kapısında pusu kurmaya başlamıştı. Devran Ağa ise bulamadığı saatini hala arıyordu ama çocuğa verdiği söz için aşağıya inmişti.

“KILIÇ! Arabayı hazır eyle!”

Serhat Devran Ağa’nın bağırışıyla irkilmişti. Devran Ağa ise kapıda pusuya yatmış su yeşili gözlü çocuğa tek kaşını kaldırmıştı.

“Orada ne bekliyorsun sen?” diye sormasıyla, Serhat omuz silkip.

“Seni.” Demesiyle, Devran Ağa’nın kaşları havalanmıştı ama umursamaz bir şekilde çocuğun yanına doğru gelip konağın dış kapısını açtığında, Serhat’ta Devran Ağa’yı takip etmeye başlamıştı. Konağın tam önünde duran jeeple, ikisi de arkaya oturduğunda, önde şoför koltuğunda Kılıç vardı.

“Ağam nereye gideriz?” diye soran Kılıç’ın gözleri kaçamak bir şekilde Ağa’sının yanındaki çocuktaydı. Kılıç çocuğa çocuk demek bin şahit ister demek istese de yutmuştu. Serhat’ın boyu hiçbir zaman kısa olmamıştı kendisi bir seksen boyundaydı. Ameliyat olmadan önce de kilosu seksendi. Vücuduna iyi bakardı ama Kılıç bunu bilmediğinden çocuğun çok zayıf ama uzun olduğunu anlamıştı.

“Çarşıya götür bizi… Mahmut’un yanına daha doğrusu.” Demesiyle, Kılıç anlamayarak arabayı çalıştırırken Serhat ‘Mahmut kim?’ diye sormak istese de yanında oturan adamın bir asabi bir kibar hallerini daha çözememişti.

“İstemeye mi gidiyoz Ağam?”

Kılıç’ın sorusuyla Devran Ağa’nın kaşları daha çok çatılırken, tam sert bir şekilde çıkışacakken yanındaki Serhat kocaman gülümseyerek.

“Allah iyiliğini versin Kılıç abi! Hem biz daha tanışmadık dimi ben Serhat düz Serhat ama sen kesinlikle düz Kılıç değilsin dimi?” diye sormasıyla, Kılıç çocuğun arabaya bindiğinden beri ilk defa konuştuğunu duyduğundan çocuğun ne kadar mutlu bir ruh olduğunu şimdi anlamıştı. Hatice Hanım’ın neden çocuğa Allah’ın garibanı dediğini anlamıştı. Bu saf ruhun başka açıklaması olamazdı bir genç adamın sesinin bu kadar kibar ve neşeyle çıktığını ilk kez duyuyordu.

“Kılıç adım. Önünde de bir şey yoktur.” Demesiyle Serhat su yeşili gözlerini büyüterek Devran Ağa’ya dönmüştü.

“Olmaz ama ya! Aramızda tek ünvanlı sensin.”

Serhat’ın sesi sitemli çıkmıştı. Devran Ağa kendisine sitem eden çocuğa sırıtırken.

“Sizinkileri öldürürsen sağa da Ağa derler.” Demesiyle, Serhat’ın kaşları havalanmıştı.

“Padişahlık mı alıyorum ben ya! Lakap tak bana işte. Lakap istiyorum. İlk tanıdığım lakaplı insan sen olduğunu göre bana lakap takmalısın!”

Serhat’ın sesindeki sitem ve hafif kızgınlık Devran Ağa’nın hoşuna gitmişti. Yanındaki çocuğun sürekli gülümsemesi yerine her duyguyu yansıtmasının daha iyi olduğunu düşünüyordu.

“Ben mi sana lakap takacağım?.. İnsan sevdiğine lakap takar Serhat Bey. Hem abilerinden iste sen bunu.” Demesiyle Serhat dudaklarını büzüp kollarını göğsünde birleştirirken arkasını dönmüş yola bakmaya başlamıştı.

“Küstün mü bana sen?” Devran gülerek sorarken Kılıç ise Ağa’sının o kader gününden beri ilk defa içten güldüğünü görüyordu. Yanındaki çocuğun kimin çocuğu olduğunu merak etmeden edemedi. Ağasını yıllar önceki haline hemen nasıl çevirmişti ki.

“Küstüm tabi.” Serhat’ın sahte kırgınlıkla dedikleriyle, Devran kıkırdarken.

“Hani küsmezdin sen insanlara?” diye sormadan edememişti. Çocuğun nazlı halleri komikti.

Serhat başını omuzuna yatırıp alttan alttan Devran Ağa’nın koyu mavi gözlerine bakarken.

“Ya arkadaş. Bir dakikacık küseyim dedim hemen lafımla beni vurdu! Neyse küsmedim! Nereye gidiyoruz? Meraktan öleceğim! Mahmut kim? Ne alacağız? Ne düşündün? Sakın Baklava deme! Aha şuradan kendimi atarım yollara valla parça pinçik olurum sonra babalarımla uğraşır durursun!” Serhat eğlenerek konuşurken, Devran yanındaki çocuğun sürekli konuşmasıyla kafasından duman çımasına az kalmıştı.

“Bebekken kim tükürdü la ağzına senin?”  

Devran Ağa’nın sorusuyla Kılıç sessizce gülerken, Serhat anlamayarak yanındaki mavi gözlü adama bakıyordu.

“Bebekken niye ağzıma tükürsünler ki benim? Hem hiç hijyenik değil.” Serhat gerçekten de bu sözü anlamamıştı. Neden yanındaki Devran Ağa’nın böyle bir soru sorduğunu anlamıyordu.

Devran Ağa derin bir nefes alırken,

“Habünallah ve Nimel Vekil!” Devran Ağa bunu öyle bir söylemişti ki, Kılıç dudaklarını dişlemeden duramamıştı.

Serhat ise kocaman gülümseyip. “Âmin. Âmin.” Demesiyle Devran Ağa gür bir kahkaha atmıştı.

Serhat yanındaki adamın gür kahkahasına gülümsemeden edememişti. Yanındaki adamın asabi olduğunu dün akşamdan beri anlamıştı ama içten içe gülebileceğinden de emindi.

Kılıç Ağasına şaşırırken, arabayı da büyük Pazar yerinde durdurmuştu.

“Ağam geldik.” Demesiyle, Serhat hızla camdan dışarıya baktığında şekerciye gelmeyi beklemiyordu.

“Harbiden kız mı isteyeceğiz?” diye sormadan edememişti.

Devran Ağa ise gülerek arabadan çıkıyordu.

“Sizin ailede kız kalmadı ki neyi kimi isteyeyim.” Demesiyle yaptığı potu anlayarak endişeyle Serhat’a bakmıştı ama Serhat arabadan inerken gülümsüyordu.

“Haklısın sanırım. Annem anca erkek çocuk doğurmuş. Acaba hala doğurabilir mi? Böyle ufak bir şey olsa tadından yenmez.” Demesiyle Devran şokla yanındaki çocuğa bakıp.

“Tövbe estağfurullah!” demesiyle Serhat gülümseyip.

“Daha çok gül sen de Devran abi!” Demesiyle, Devran’ın bedeni donmuştu. Önündeki zayıf ama uzun çocuğun sözleri göğsünde sıcak bir hissin yayılmasına sebebiyet vermişti.

Serhat arkasında donan adamdan habersiz kocaman eski dükkâna bakıyordu. Dükkân bir çikolatacı ve şekerci olduğu çok belliydi.

Serhat hızla dükkânın kapısını açıp içeri girdiğinde, kapının üstündeki zil sesiyle Devran Ağa kendine gelip Serhat’ın arkasından dükkâna girmişti.

Dükkandaki tezgâhın arkasında genç bir çocuk vardı.

“Ağam hoş gelmişsiniz!” diyen çocuk hızla tezgâhın arkasından çıkıp Devran Ağa’nın elini öpüp alnına koyarken,

“Sağ olasın Semih. Ustan yok mudur?” diye sorarken gözleri dükkânda dolanmıştı.

Serhat ise çikolatalarla bakışmaya başlamıştı. Doktor daha erken diye istediği kadar yemesine izin vermiyorlardı. Erhan amcası ise günde bir tane bitter çikolata veriyordu.

“İçerdedir Ağam. Hayır bir şey yoktur inşallah?” diye sormasıyla, Devran Ağa’nın gözleri kumral çocuğa dönmüştü. Başını çikolata tezgahına gömüş hepsine hasretle bakıyordu.

“Hayır hayır.” Demesiyle, Semih’in gözleri büyümüştü.

Devran Ağa Mardin’in gözde bekarlarındandı ki, Çelebioğlu’nun ailesindeki hiçbir erkeğin evlenmeyeceğinden emin olan Midyat halkı gözünü Devran Ağa’ya dikmişti.

“Hemen çağırayım ben ustamı!” diyerek dükkânın iç kısmındaki kapıdan içeri kaçarken, Devran Ağa ise Serhat’ın arkasından sessizce yaklaşıp baktığı mavi badem şekerlere baktığını görünce gülümsedi.

“Bizim buranındır. Alayım ister misin?” diye sormasıyla, Serhat hızla başını çevirip omuzundan başını çıkartan Devran Ağa’nın gözlerine baktı.

“Sen boyatırdın bunları dimi? Mavi badem şekeri mi olur yoksa!” diyen Serhat kocaman sırıtıyordu.

Devran Ağa çocuğun dediklerini anlamayarak bakarken, Serhat gözlerini gözlerine dikip.

“Gözlerinle aynı diyorum da!” demesiyle, Devran Ağa anladığı şeyle anlamlı bir şekilde mavi badem şekerlere baktı.

“Bakıyorum Karadeniz şivesine kaydın hemen.” Demeyi de unutmamıştı.

Serhat göğsünü kabartarak. “Baba tarafım Oflu benim. Kan çeker.” Demesiyle, Devran çocuğun dedikleriyle sırıtmadan edememişti.

“Yalnız senin babanın kökü buradan.” Demesiyle, Serhat’ın gururla şişirdiği göğsü patlamış balon gibi yavaşça sönerken.

“Olsun. Olsun yani. Ben on sekiz yıl boyunca Ofluyum ben dedim kendime. Kan olmasa da gönül bağım var benim Oflularla aramda.” Demesiyle, Devran gür bir kahkaha atmadan duramamıştı. Yanındaki çocuğun her sözü onu güldürüyordu.

“Bak yine aynı şekilde güldün!” Serhat gülümseyerek dedikleri şeyle Devran Ağa hızla çocuktan uzaklaşırken bakışlarını kaçırmıştı. Çocuğun onun üzerindeki etkisini ölse de kabul etmeyecekti.

“Ağam hoş gelmişindir!” diye gelen yaşlı beyaz sakalı bir dedeyle, Serhat tatlı bir şekilde dedeye bakmaya başlamıştı.

Serhat’ın yaşlı insanlara ve çocuklara zayıfı vardı.

“Hoş geldim Mahmut Efendi… Nasılsın?” diye sorarken Serhat merakla Mahmut dedeye bakıyordu.

“İyiyim Ağam, yanındaki bu güzel bakan genç adam kimdir?” diye sormasıyla, Devran yanındaki Serhat’ın omuzuna büyük elini attığında, çocuğun omuz kemiğini hissedileceğini bilmiyordu.

“Mahmut dedeciğim! Ben Serhat… Dede diyebilir değil mi?” diye sormasıyla, Mahmut Bey Serhat’ın sorusuyla gülüp.

“De oğlu de.” Dedikten sonra merakla hala Devran Ağa’ya bakıyordu.

Devran Ağa, Serhat’ın Çelebioğlu’ndan olduğunu söylerse Mahmut Efendi’nin çocuğu kovacağını bildiğinden.

“Allah’ın misafiridir. Buralara gelmişken, senden bir paket yaptırmanı isteyecektim… Bizim buraların en güzel lokumunu da çikolatasını da sen yaparsın.” Demesiyle, Mahmut Efendi gururlu bir şekilde başını sallarken.

“Tabi, hemen hazırlarım ben. Ne kadar olsun?” diye sormasıyla, Devran yanındaki çocuğun tatlı bir şekilde Mahmut Efendi’ye baktığını görünce yarım bir şekilde gülümseyip.

“Ne kadar olsun?” diye sorduğunda, Serhat dudaklarını büzüp sorduğu soruyla Mahmut Efendi bile gülmüştü.

“Dükkânı alamıyor muyum?”

“Allah senin iyiliğini versin oğlum. Siz şurada oturun Ağam. Ben hemen bir koli hazırlatırım. Allah’ın misafiri şekere düşkün.” Derken kıkırdayarak arkaya doğru geçtiğinde, Serhat dudaklarını büzüp Devran Ağa’ya dönmüştü.

“Ama ben ciddiyim. Param var. Dükkânı komple alamaz mıyım? Mahmut dede hep bana çikolata yapsın olmaz mı yani?”

Devran Serhat’ın ciddi olduğunu anlayınca gözlerini büyütmüştü.

“Sen ciddiydin?” diye sorarken teyit etmek istemişti sadece.

Serhat hızla başını sallarken. “Evet. Alacak param var. Yani hiç değilse kredi kartım iki üç mağaza alacak kadar para olduğuna eminim. En son yat aldığımda sorun olmamıştı.” Demesiyle, Devran başını eğip derin bir nefes bırakırken yanındaki çocuğun kalbe zarar olduğunu şimdi anlıyordu.

“Senin eline o kartı kim verdi?” diye sormadan edememişti.

Serhat omuz silkip. “Babam. Çocukluğumdan beri bende.” Demesiyle, Devran Ağa sinirle kıkırdarken ağzında zorla mırıldanmadan edememişti ama Serhat kıkırdamalardan tam olarak ne demek istediğini anlamamıştı bile.

“Çelebioğlularının hepsi manyak!”

 

**

Baran sabah kahvaltısını yapmış ablasıyla divanda oturuyordu. Ailesiyle İstanbul’a gidemediği için kırgındı.

“Somurtup durma Baran!” Dilan’ın sitemli sesiyle, Baran elindeki çayı yandaki sehpanın üstüne koyarken iç çekti.

“Üzülmeden edemiyorum.” Demesiyle Dilan kardeşine hüzünle bakmadan edemedi.

“Üzülme, hem abim demedi mi? Çocuk birine darılacak bir insan bile değilmiş. Yumuşacık kalbi var dedi.” Demesiyle, Baran dudaklarını dişleyip ablasından dolmuş ela gözlerini kaçırdı.

“Vurdum abla ben onu. Kardeşimi vurdum. O darılmasa ben kendime darılırım. Bildiğin iki defa sıktım. Öldürmek için gittim ben oraya. Başarıyordum da. Kardeşimin ölümünü atlatamadan en küçük kardeşimi de kendi ellerimle öldürecektim.”

Dilan kardeşine hüzünle bakarken çalan telefonla gözleri Baran’ın sehpada duran telefonuna kaymıştı.

Baran kendine gelirken telefonunu almıştı. Ekranda ‘Miran abim’ yazısını görünce heyecanla hızla açıp kulağına götürmüştü.

“Abi?” diye sorarken karşı tarafta vapur sesi geliyordu.

“Baran, biz buradayız da. Siz nasılsınız?” diye sorarken Miran direk konuya girmek istiyordu. Babasının dediklerini biliyordu ama küçük kardeşinden özür dilemek istiyordu. Az kalsın çocuğu hapse kendi elleriyle tıkacaktı.

“İyiyiz abi, ablamla oturduk çay içiyoruz.” Demesiyle, karşı tarafta kısa bir an sessizlik olmuştu.

“Serhat… Serhat’la mı çay içiyorsunuz?” diye soran Miran’la Baran’ın kaşları çatılmıştı.

“Abi ne Serhat’ı? Sizinle değil mi çocuk? Nasıl içek. Sen de iyice bunadın.” Baran’ın sözleriyle Dilan’da kaşlarını çatmıştı.

“Ne diyon oğlum sen? Akşam Mardin’e gelmiş çocuk. Biz İstanbul’a gelirken çocuk Mardin’e bize gitmiş!” Miran’ın sert sözleriyle, Baran’ın bedeni kasılmıştı.

“A-Abi, abi sen ne diyon ya!” derken gözleri koca avluda dolanmıştı.

Kardeşi akşam buraya gelmişti ha? Baran öğrendikleriyle kalakalırken, Dilan kardeşinin elinden telefonu alıp konuşmaya başladı. 

“Miran, ne demek istiyorsun sen?” Dilan Çelebioğlu babasına çekmişti sesi her zaman otoriterdi.

“Dilan Serhat Mardin’e gelmiş. Biz İstanbul’dayız. Çocuk konağa gelmedi mi?” diye soran Miran’ın sesinde endişe vardı.

Dilan kaşlarını çatmıştı. Öğrendiği bilgi hem onu sevindirmiş hem de korkutmuştu.

“Babam gile bize daha gelmediğini söyleme. Gece geldiyse merkezde otel de falan kalmıştır. Midyat’a hemen gelmemiştir. Ben şimdi Baran’ı yollatırım merkeze. Çocuğu alır konağa gelir. Miran sakın anama deme valla bu sefer kalp krizi geçirir.”

Dilan’ın söyledikleriyle karşı taraf yutkunmuştu.

“Üç saat. Üç saat içerisinde çocuğu konağa getirin Dilan. Yoksa bana Mardin’i yaktırırsınız.” Miran’ın sözleriyle, Dilan iç çekip.

“Tamam tamam yakarsın. Hadi ben seni ararım.” Dedikten sonra telefonu kapatıp Baran’ın eline verdi.

Dilan Hanım derin bir nefes alırken karşısındaki panik kardeşine bakıp.

“Baran çabuk adamları topla. Havalimanına gidin, nerede olduğunu nereye gittiğini öğren. Getir buraya. Valla Devran itinin haberi olursa çocuğu vurur! Kan davası diye kan biliyor zaten.” Demesiyle, Baran yutkunmuştu.

Kardeşleri korumasız etrafta dolanıyordu. Kimse yeni kardeşlerinin olduğunu bilmeden buraya getirmeliydi.

“Tamam abla. Ben hemen bulup getireceğim!” dedikten sonra hızla avludan çıkıp dışarı çıktığında korumalara dönüp.

"Adamları toplayın merkeze gidiyoruz!" 



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

AHPO - 51. BÖLÜM: 2. Sezon - 2. Bölüm:

Hayırsız Evlat - 16. Bölüm: Kill Me! -1

Hayırsız Evlat - 15. BÖLÜM: Tavşan Deliği!