Kan Davası - 20. BÖLÜM

 Kaderin Oyunu!


"Acaba hayat denilen şey tümüyle komik bir hikâye, inanılmaz, ahmakça bir masal değil mi?"

Kör Baykuş- Sadık Hidayet

Serhat havalimanında kontrolden geçerken yanında duran Erhan Bey’e bakmadan edememişti.

“Sence yanlış mı yapıyorum?” diye sorarken gözleri kalabalık havalimanındaydı.

Erhan Bey elindeki mor valizi X-Ray cihazına koyarken. “Yanlış olan bir şey göremiyorum efendim. Kemal Bey’in dediği gibi ailenizle elinde sonunda görüşecektiniz zaten. Geç olmaması daha iyidir.” Demesiyle, Serhat ne cevap vereceğini dahi bilmemişti. Kontrolden geçtikten sonra, Erhan Bey göğüs cebindeki bileti çıkarıp Serhat’a uzatmıştı.

Serhat bileti eline alırken, İstanbul – Mardin Business uçak biletine bakarken tebessüm edip.

“Dönüş yok?”

Erhan Bey, yanındaki çocuğun sorusuyla gülümseyip. “Belli olmaz dedim. Kemal Bey gidiş dönüş al demişti ama sizi tanıyorum Serhat Bey. Bence siz kafanız attığınız an atlayıp başka bir yere gideceğinizden boşa uçakta bir koltuk ayartmayalım değil mi?”

Erhan Bey’in sorusuyla Serhat kocaman sırıtmıştı. Babasıyla evde vedalaşmıştı. Kemal Bey her an fikrinden cayabileceği için havalimanına gelmemişti. Serhat babasının ne kadar kırıldığını gözlerinden görmüştü ama birini kırmadan diğerine gidemeyeceğini de anlamıştı bugün.

“Haklısın ama sana bir şey söyleyeyim mi Erhan amca… Sanırım bu benim için dönüm noktası. Hani annem öldüğü gece beni uyutmak için masal okumuştun ya…bugün o günle aynı benim için. Sanki bundan sonra alıştığım her şeyi kendi elimle değiştiriyorum.”

Erhan Bey’in, Serhat’ın sözleriyle gözleri dolmuştu. “Yapmayın efendim. Her değişim kötü olacak değil. Hiç değilse, belki bu sefer gerçekten size sahip çıkan bir aileye sahip olursunuz.” Erhan Bey’in sözleriyle Serhat’ın bedeni donmuştu. Yalıdaki herkesin farkında olduğu bir gerçeklikti bu.

Annesi çok anlayışlı bir kadındı ama bir anne gibi olmamıştı asla. Oğlunu çok seviyordu ama kocasını daha çok seviyordu. Babasının ise annesine ve kendisine bakışları her zaman nazik olurdu. Babasının sevgisi dünyanın en büyük sevgisiydi ama bugün daha iyi anlamıştı. Babasının sevgisi bencilce bir sevgiydi. İnsan sevdiği mutlu olsun diye her şeyi yapardı ama babası resmen onu manipüle etmeye kalkmıştı. Babasının ne zaman değiştiğini sorsalardı. Annesinin ölüm günü olduğunu hemen söyleyebilirdi. Babası bir gece de değişmişti. Ailesini düşünen bir adam yerine kendi acısıyla kavrulan bir adam gelmişti. Serhat’a o gün büyümek zorunda kalmıştı. Son kez masal dinlemişti o gün. Ertesi gün babasına sığınacak liman olması gerekmişti. Annesinin işleri babasının işlerini Erhan amcasıyla birlikte idare etmişti. İki sene boyunca böyle sürmüştü. Serhat’ta çocuk olmayı unutmuştu bile. O her yerde oyuncaklarıyla oynayan çocuk gitmiş elindeki kağıtların içeriğini açıklaması için Erhan amcasını bekleyen çocuk gelmişti. Babası geri döndüğünde ise eskisi gibi olamamışlardı. Babası bu sefer üstüne çok düşmüştü ama çoktan evin hakimiyeti Serhat’ın eline geçmişti. Kimse de bu düzeni bozmaya cesaret etmemişti. Ama Erhan Bey çok iyi biliyordu ki, Serhat’ı bu hale koca yalı getirmişti.

Serhat kendisine gelirken elindeki bileti hafifçe Erhan Bey’in koluna vurup. 

“O nasıl laf Erhan amca, benim koskocaman bir babam var. Bak şimdi ikincisinin yanına gidiyorum. Şu dünyada kaç insanın sırtını yaslayacağı iki babası olabilir ki?”

Serhat’ın şakayla söyledikleri Erhan Bey’i güldürmüştü.

“Evde anlaştığımız gibi, Begüm’e nereye gittiğimi söylemek yok. Enes’e ise hiçbir şey söyleme. Sanırım kavga ettik. Sormaz beni zaten bir süre ama sen yine de dediklerimi unutma. Kimse Mardin’e gittiğimi bilmesin. Dediğin gibi benim işim belli olmaz. Mardin diye Madrid’e gidebilirim.” Demesiyle, Erhan Bey çapkın bir şekilde gülümseyip.

“Beni de alırsın değil mi efendim?” diye sormasıyla, Serhat kocaman sırıtıp.

“Ayıp ediyorsun. Hadi ver de valizimi ben gideyim. Uçağın kapılarını kapatacaklar.” Demesiyle, Erhan Bey elindeki hafif ağır valizi verdiğinde, Serhat’a ağır gelmişti. Uyandığından beri kaslarını tam olarak çalıştırmıyordu. Sürükleyerek götürmeyi aklına not ederek.

“Sarılamayız valla. Olmaz. Bu sarılışlar veda gibi oluyor Erhan’ım canım benim ben vedaları sevmem. Görüşürüz yakında!” diyerek arkasını döndüğü gibi valizini de sürükleyerek, havalimanın valiz yerine doğru yürümüştü.

Erhan Bey yürüyen genç adamın sırtına bakıyordu. Serhat Bey her zaman böyle her şeyi tek başına sırtlanmak zorunda kalmıştı.

Serhat valizini temsil ettikten sonra hızla uçağa binmişti. Erhan Bey uçağın kalkışına kadar beklemişti. Yarım saat sonra uçak kalktığında, cebinden telefonu çıkarıp patronunu aramıştı.

“Alo, Kemal Bey. Serhat Bey’in uçağı kalktı.”

Diğer tarafta ise Kemal Bey’in çenesi kasılmıştı. Zoruna gidiyordu bu gerçekler. O oğlunu paylaşmak dahi istemiyordu.

“Anladım, Erhan. Eve gel sende. Biz de bir saat sonra yola çıkarız. Evde ol sen.” Kemal Bey son sözlerini söyleyip telefonu sinirle kapattığında, Erhan Bey iç çekerek dışarıya doğru yürümeye başladı.

Havalimanından dışarı çıktığında gözleri açık otoparktaydı. Seyfi’yi gördüğünde eliyle işaret edip yavaşça oraya doğru yürümeye başladı. Siyah Mercedes’e doğru yürürken, havalimanın girişine üç Passat ve bir tane transit siyah araç gelmişti. Erhan Bey önemli birisi geldiğini düşünüp omuz silkerek şoförün yanına binerken, Seyfi’de arabaya binmişti.  Erhan Bey yalıya doğru giderken, Havalimanın önüne park edilmiş siyah Passat’tan inen Aziz Bey heyecanla dışarı çıkmıştı.

Havalimanın otomatik kapıları açıldığında, kalabalık Çelebioğlu ailesi ortaya çıkmıştı.

“Baba!” Aziz Bey, Rahmi Bey’i görür görmez kollarını açıp yanına doğru gitmişti. Rahmi Bey oğluna sıkıca sarılırken gözleri dolmuştu.

Rahmi Bey ölse bu şehre adım atmazdı. Kızını almıştı bu koca şehir ama Aziz’in dedikleriyle mecbur kalmıştı. Bir kez daha oğlunu kaybetmeyecekti. Oğlunun düzeni buradaysa onlarda düzenlerini buraya getirmişlerdi. Hiç değilse, oğlunu yumuşatana kadar burada kalmayı planlamıştı.

“Oğlum!” Rahmi Bey oğlunun kokusunu içine çekerken, Aziz yavaşça babasından ayrılıp elini öpüp alnına koyduktan sonra, babasının yanında duran annesine de sıkıca sarıldıktan sonra onun da elini öpüp alnına koydu.

“Anam, hoş geldiniz. Arabalar hazır. Yalıyı ter temiz ettirdim.” Demesiyle, Şilan Hanım oğlunun saçlarını okşayıp.

“Sağ ol oğlum. Hadi gidelim de oğlumu göreyim. Canlı hiç görmedim ben onu.” Şilan Hanım’ın sesi titremişti.

Aziz arkasında hazırda duran adamlara işaret etmesiyle hemen bavullara yönelmişlerdi. Rahmi Bey karısını da alıp Transit araca binerken, Aziz’in gözleri kardeşlerindeydi.

Miran abisine sarılırken, “Abi çocuk kırgın değil dimi bize?” diye sormadan edememişti.

“Valla, Baran’ı görmek istemez diye evde bıraktım hem ablama da destek olur. Ablamı orada tek bıraktık gibi oldu.” Diyen İhsan’dan başkası değildi.

Aziz kardeşinin dedikleriyle gülerken, “Baran’a azıcık bile kırgın değil. O çocuk çok masum oğlum be.” Demesiyle, Yusuf’un gözleri dolmuştu.

Aras ikizinin kolunu okşarken babalarının yanına hızla binmişti. Yusuf’ta daha fazla dışarda durursa ağlayacağını bildiğinden ikizinin peşinden gitmişti.

Aziz giden kardeşinin arkasından kırgın bir şekilde baktı. Yusuf’un neden bu kadar üzgün olduğunu en iyi kendisi biliyordu. Hastanede konuştukları ikisinin de kalbini kırmıştı ama Yusuf bu sefer çok kötü bir şekilde sınırı geçmişti.

Aram abisin omuzuna elini koyup. “Abi hadi gidelim. Bende merak ettim bizim ufaklığı. Çocuğa bir kültür şoku yaşatalım.” Demesiyle, Aziz gülerek.

“Hadi arabalara o zaman!”

 

*                           *

 

Serhat geldiği yere bakmadan edememişti. Gökhan amcasından aldığı bilgilere dayanarak Mardin’in Midyat ilçesine gelmişti. Gözleriyle etrafa bakarken, her tarafın dust 2 miraç gibi görünmesi onda şok etkisi yaratmıştı.

Gece vakti buraya gelmenin delilik olduğunu da anlamıştı. Havalimanından iner inmez bir taksiyle Midyat’a gideceğini söyler söylemez taksici onu buraya getirmişti ama üç bin lira fiyat çıkarınca Serhat hayatında ilk defa gerçek bir şok yaşamıştı. İstanbul’da Anadolu’dan Avrupa yakasına geçse bu kadar tutmayacağına emindi ama bir şey diyememiş parayı vermişti ama taksiden nasıl indiğini bir Allah bir kendisi bir de taksici biliyordu.

Serhat buranın sıcak olacağını düşündüğünden bir eşofman altı bir de tişörtü vardı ama burası buz kesiyordu.

Serhat titreye titreye dar ve ara sokaklarda yürürken, telefonunu uçak modundan çıkarmamıştı. Başına gelenleri babası duyarsa onu bir dakika dahi burada tutmazdı. Telefonunu uçak modundan çıkaramadığından internete de bakamıyordu. İnternete bakabilse bir otel falan arayacaktı ama burada otel olduğundan da şüpheliydi.

Serhat ara sokaklarda sessizce yürürken, sokakta tek ses sürüklediği valizin tekerlek sesiydi. Serhat normalde korkan bir çocuk asla olmamıştı ama Mardin’in Midyat ilçesi geceleri çok ürkünç gelmişti ona. O böyle ısısız yerlere alışık değildi. Onun gece hayatı bile ışıklıydı. Böyle gecemi olurdu. Sessiz kimsesiz.

“Ben niye hemen Midyat’a niye geldim ki! Taksiciye evin adresini de verdim oysa bilmiyorum diye beni buraya attı! Ya köpekler yerse beni!” Serhat kendi kendini korkuturken duyduğu konuşma sesleriyle yutkunup insanların olduğu yere doğru yürümeye başladığında, koca bir konağın önünde insan kalabalığını görünce kaşlarını havalandırmıştı.

Konağın içinden epey konuşma ve davul sesleri geliyordu. Derin bir nefes almıştı. Korktuğu gibi haydut tipli insanlar yoktu. Serhat yürürken adımlarını hızlandırmıştı. Valizi sürekli taşımaktan kolları ağrımaya başlamıştı.

Konağın önünde iki insan vardı. Serhat bunların koruma olduğunu düşünürken, korumalarda Serhat’a dönmüşlerdi.

“Hayırdır bremin? Gece gece?” diye soran kalıplı adamla Serhat tatlı bir şekilde gülümseyip elindeki valizi gösterip.

“Abi valla ben buralı değilim. Yorgunluktan aha şurada bayılacağım. Bana bir bardak su verir misiniz? Hiç açık yer yok burada ya! Nasıl bir yerde yaşıyorsunuz siz? Burası nasıl Türkiye arkadaş. Her an bombalanıp vurulacağım diye korka korka yürüdüm.” Serhat adamlara dört saattir içinde tutuklarını dökerken, adamlar birbirine bakıp.

“Sen ağama haber ver. Garibanın birisi kapıya gelmiş de.” Demesiyle, Serhat kaşlarını çatmıştı.

“Dur orada abi gariban falan ayıp oluyor. Parası neyse verecek durumum var Allah’a şükür. Ben daha yeni ameliyat oldum. O yüzden bu haldeyim.” Serhat kurumuş boğazıyla konuşurken, diğer koruma çoktan içeri geçmişti. İçerde hala türkü sesleri geliyordu.

Serhat valizini yere koyup üstüne otururken omuzlarını düşürmüştü.

“Düğün mü var?” diye sormayı da ihmal etmemişti.

Koruma ‘cık’layıp.

“Sıra gecesidir. Ağam her ay sonu tertip eder.”

Serhat duyduklarıyla başını sallayıp. “Ne güzel ne güzel. Nasıl oluyor sıra gecesi? Kanepe şampanya falan değil sanırım?” diye sorarken gerçekten de merakından soruyordu. Serhat asla böyle mekanlara hayatında gitmemişti. Her zaman merak etmişti ama Erhan amcası ona göre yerler deyip hiç sokturmamıştı böyle mekanlara. Serhat’ta meraklı bir çocuktu.

“Kanape nedir la?” diye soran korumayla Serhat hayatının ikinci şokunu da yaşamıştı.

“Sen şimdi kanepenin ne olduğunu bilmiyor musun?” Serhat bunu hayretle sorarken gözleriyle ben nerelere geldim diye düşünmeden edemiyordu. “O değil de hiç değilse şampanyayı biliyorsun. Yani o kadar da farklı kültürler olmamız imkânsız. Kanepe, kürdana saplanmış birkaç yiyecek çeşidinden oluyor abim ya. Ben biraz su içeyim bir de dinleneyim sana kanepe hazırlarım yersin. Atıştırmalık ama doyurucu bir şey değil şimdiden söyleyeyim.” Demesiyle, koruma tam bir şey diyecekken, diğer koruma ve yanında kalıplı esmer bir adam gelmişti.

Serhat yeni gelen adamı süzmeden edememişti. Adam epey kalıplıydı. Beyaz gömlek üstüne de lacivert yelek giymişti. Gömleğinin ilk dört düğmesi açıktaydı ki bu da göğsünü dışarı çıkarmıştı. Adamın yüzüne baktığında ise, Serhat küçük dilini yutmak istemişti. Adamın gözleri simsiyah gibiydi ama gözlerinin maviliği çok beli oluyordu. Serhat bunun gece olduğu için böyle gördüğüne emindi. Adamın gözleri kesinlikle koyu maviydi. Gözlerinin altına ise sürme çekilmiş gibiydi. Saçları ise gece karası gibiydi. Bıyıkları ve sakaları adamda orta yaş karizması oluşturmuştu.

“Allah’ın misafiri gelmiş kapımıza.” Demesiyle Serhat içindeki korkan çocuğu çıkartıp.

“Hi! Abi, abim… Valla her yer kapalıydı. Buradan sesler geldiğini duyunca geldim valla.”

Serhat’ın ince sesle konuşmasıyla, kalıplı adam gülüp elini uzatmıştı. Serhat korkuyla adamın kendisinden en az iki kat büyük elini tutmasıyla, adam Serhat’ı hızla ayağa kaldırmıştı.

“Ben Devran. Bana burada herkes Devran Ağa der, küçük bey. Sen kimsin?” diye sormasıyla, Serhat’a masumca gülümseyip.

“Ben mi? Serhat ya benim adım. Düz Serhat. Yani bir unvanım yok.” Serhat içten içe saçmalamasına inanamazken, karşısındaki Devran Bey sadece gülmüştü.

“İçeri buyur et. Allah kapımıza göndermiş seni. Belli sende zor durumdasın. Gel bu gece evimizde misafir ol.”

Devran Bey içeriyi gösterirken Serhat bir an düşünecek gibi olsa da gecenin ikisinde nereye gidebileceğini bilmediğinden bu sıcak kanlı adamın konağına adım atmıştı.

“Dizilerdeki gibi bir hayat yaşadığınızı bilmiyordum.” Derken, korumanın biri de mor valizi almış içeri girmişti.

Devran Ağa yanında en az bir seksen boyu olacak çocuğa tepeden bakarken gülümsemeden edememişti.

“Dizilerde bizi hep kötü gösteriyorlar. İnanma sen onlara.” Demesiyle Serhat başını iki tarafa sallayarak.

“Yok sizin kan davanıza şahit oldum ben. Valla dizilerden beter kincisiniz. Yani size demiyorum ama tanıdığım bir Mardinli kesinlikle böyle.” Derken boğazı yine acımıştı.

“Abi valla çok şey istiyorum ama bir bardak su alabilir miyim?” Serhat kibar bir şekilde sorarken, Devran çalışanlarına tek göz işaretiyle haber verirken.

“Sen otur şuraya bakayım. Hasta mısın sen?” diye sorarken, Devran çocuğun normalden fazla terlediğini hemen anlamıştı. Gözlerinin içi bile fazla kızarmıştı ki, çocuğun boynu da kızarmış gibiydi.

Serhat kendisine gösterilen divana otururken, bir çalışan hemen koca bir soğuk su dolu bardak getirmişti. Serhat bardağı eline alırken elli hafifçe titremişti. Seyfi’yi kesinlikle yanına getirmesi gerektiğini biliyordu. Bardağı kafasına dikerken, Devran çocuğun yanına oturmuştu.

Serhat ferahladığında sonunda, elindeki boş bardağı çalışana uzatmıştı. “Yok abim, ben yeni ameliyat oldum sayılır. Benim karaciğeri kökten değiştirdiler de. Arada bir böyle çok yürüdüğümde böyle oluyorum.” Serhat konuşurken bedeninde ne kadar üşüdüğünü içtiği suyla da anlamış oldu.

Devran çocuğun dedikleriyle kaşlarını çatmıştı. “Kimlerden sende buraya gece vakti geldin?” diye sormasıyla, Serhat iç çekmeden edememişti. Yanındaki adamın görünüşü korkutucuydu ama adama içi kaynamıştı bile. Serhat insanları tanıma konusunda pek profesyonel değildi ama Serhat herkese kolay güvenen bir çocuktu.

“Devran abim, benim burada neden bulunduğumu anlatmam için hikâyenin en başına gitmemiz lazım.” Demesiyle, Devran çalışanına göz atıp.

“Anlat sen. Ben bu gece uyumayacaktım zaten. Hem senin için ferahlar hem bende bizim şehirde neler döndüğünü öğrenmiş olurum.” Demesiyle, Serhat tam konuşacakken sırtına konan battaniyeyle hemen arkasını dönmüştü ama gördüğü korumayla başını sallayıp.

“Sağ olasın abi… Şimdi Devran abi, ben İstanbul’da doğdum büyüdüm. Ben doğarken, hemşire beni parayla sat…” Devran duyduklarıyla şok olurken Serhat ise psikoloğuna bile dile getirmediği şeyleri daha iki dakika önce tanıdığı bir yabancıya döküyordu. “Beni satın alanda Babaannem. Bakma öyle kötü kadın değildir aslında, biraz gıcık ve geçimsiz bir insan olarak anlatırlar ama ben hayal meyal hatırlıyorum tatlı kadındı. Neyse, beni satın alan babaannemin oğlu yani babamın karısının doğumda bebeği ölmüş. Daha da çocuklarının olma olasılığı olmadığı için böyle bir şey yapmış. Ama ne annemin ne de babamın bundan haberi var. On sekiz yıl boyunca hiçbirimizin haberi olmadı. Babaannem ben çocukken ölmüştü ki, o ölse böyle bir şeyi söylemezdi. Babamla aynı huydular. İnatçı ikisi de neysem…” Serhat’ın sözünü önüne konan sıcak dumanı tüten çay kesmişti. Devran Bey’de eline bardağı alırken çocuğun anlattıklarıyla kanı donmuştu.

Devran inanamıyordu duyduklarına. Bir insanın evladını nasıl bu kadar kolay parayla satmışlardı.

Serhat çalışana teşekkür edip geri anlatmaya döndü. “On sekiz yıl sonra ben, sınav sorularını çalmak için bir eve girdim. Apartmana çıkarken bir de ne göreyim bir dairenin kapısı açık. Yemin ediyorum yaşayacaklarımı bilsem değil o kapıdan içeri girmek bir daha hırsızlık yapmam. Ama tabi meraklı ben girdim. Merak kediyi öldürür hesabı bir de ne göreyim. Kızın birini öldürmüşler. Ben şok geçirdim tabi. Ama polisler kızın başında beni bulunca aldı götürdüler emniyette. Kızın ailesi de buralıymış. Görecen az kalsın şişlenip öteki tarafa gidecektim. Ama sonra babamla Gökhan amca gerçek katili buldular. Beni akladılar. Gökhan amca bizim aile dostumuz aynı zamanda babamın hastaneleriyle ilgilenen avukatımız. Neyse olaya döneyim. Ben suçsuz olunca serbest bıraktılar beni normal olarak. Eve gittik, babamla. Benim sevdiğim kız var. Çok korkmuştu olanlara, bende gidip gönlünü alayım diye evden kaçıp yanına gittim. Nerden bileyim ölen kızın abisinin peşime takıldığını. İnanmamış gerçek katile. Benim katil olduğumu düşünüyordu. Sevdiğim kızın evini bastı. Arbede yaşandı. Sevdiğim kızla oğlan beni vurdu iki defa. Ondan sonra ne oldu pek bilmiyorum. Karaciğerim gitmiş. Beni öldürmeye çalışan oğlanın abisiyle karaciğerim uyuşmuş bana verdiler karaciğerini. Ama ben iki ay komada kaldım.” İçerden gelen zılgıt sesiyle Serhat bir an irkilse de umursamadan başından geçenleri anlatmaya devam etti. Anlattıkça içindeki o boğucu hava gidiyordu. Ama karşısındaki adam inanamayarak çocuğu dinliyordu. “Buraya kadar her şeye okeydim ben. Komadan çıktıktan sonra eve geçtiğimin daha bir hafta sonrası, beni vuran çocuğun en büyük abisi kapıma dayandı. Ben aslında onların öz kardeşiymişim. Devran abi sen de tahmin etmezdin böyle bir şeyi değil mi? Oluyor işte. Seni eve götürmeye geldim falan dedi. Bende babamı bırakamam deyince bastı gitti. Bir haftadır ses soluk yok. Açıkçası biraz darıldım. Yani biraz ısrar etseydi gelebilirdim bence. Neyse, bugün babamla konuştum böyle olmuyor falan diye, babamda git yanlarına deyince, ilk bulduğum uçakla geldim valla. İndikten sonra taksiye bindim beni bıraktı gitti. Evin adresini vermiştim aslında ama bilmiyormuş buraları pek. Beni sizin şu başta olan Pazar meydanında bıraktı. İki saat yürüdüm ya. Evlerin hepsi mi birbirine benzer arkadaş. Size bir mimari reform şart!”

Serhat kuruyan boğazını çayla ıslatırken, Devran Ağa sinirle gülmüştü.

“Dalga mı geçiyon lan! Bu ne oğlum ne kullanıyorsun sen?” diye sorarken hızla ayağa kalkmıştı.

Çocuğun on sekiz yılını bir çırpıda anlatmasına mı yanaydı yoksa çocuğun başına gelenlere üzülse miydi bilmiyordu ama çocuğun başına gelenlerin normal olmadığını biliyordu ve çocuğun anlattığı kızı ölen ailenin kim olduğunu hemen anlamıştı.

“Ben de ilk duyduğumda böyle tepki vermek istedim de. Kime vereceğimi bilmediğimden tamam diyebildim sadece. Bir de Devran abi sen çok kolay sinirleniyorsun. Olmaz böyle sinir her şeye sinirlenirsen kalpten gidersin. Benim annemin babası da böyle gitti. Adama ne deseler hemen sinirleniyordu yemin ederim. Biraz papatya çayı öneriyorum.” Serhat çayını içerken dedikleriyle, Devran çocuğa sadece gülebilmişti.

“Çelebioğlu senin ailen değil mi?” diye sormasıyla Serhat hızla başını sallayıp.

“Valla onlar!”

Devran sinirle gülerken çocuğun zayıf bedenini incelemeden edemedi. Allah’ın misafiri diye aldığı çocuğun, düşman ailenin çocuğu olduğunu asla bilemezdi. Devran çocuğun masum gözlerine bakarken iç geçirip.

“Hatçe!” diye bağırmadan edememişti.

İçerden başı yazmayla bağlı bir kadın içeri girerken, Devran çocuğa bakıp.

“En üst kattaki odayı hazırla, bugün misafirimiz vardır. Bir sıcak duş alsın. Donmuş gelene kadar. Biraz da sıcak süt verin, uyusun.” Dedikten sonra Serhat’a dönmüştü. “Sabah ola hayır ola. Sen uyu dinlen. Sabah kahvaltı da konuşuruz.” Dedikten sonra sıra gecesinin yapıldığı yere doğru gitmişti.

Serhat elinde bardakla öylece kalakalmıştı.

“Ağanızdaki karizma Fikret amca da yok. Büyük olay bana kalırsa.”

 

*                                          *

 

Erhan Bey yalıya geldiğinde, çoktan Kemal Bey ve Leman Hanım gitmişlerdi bile. Erhan koca yalıda birkaç çalışanla kalakalmıştı. Ama alıştı bu durumlara. Gidip uyumak için en aşağı kattaki odasına doğru gidecekken, dışardan gelen gürültü sesleriyle kaşlarını çatmıştı. Birisi geri mi dönmüştü.

Erhan Bey omuzlarını düşürerek yalıdan çıkarken bahçenin önündeki korumaların tartıştığını duyunca kaşlarını çatmıştı.

Erhan Bey şu birkaç ayda yaşadığının stresini atmak için her şeyini verebilirdi. Kapının önüne geldiğinde korumalara tek kaşını kaldırıp.

“Ne oluyor burada?” diye sormasıyla, korumanın biri dönüp.

“Aziz Bey ve ailesi gelmişler, Erhan Bey. Serhat Bey’le görüşmek istiyorlar.” Demesiyle, Erhan Bey’in sağ gözü seğirmişti.

“Kapıyı açın.” Demesiyle, demir kapı açılmıştı. Erhan Bey Çelebioğlu ailesinin hepsini kapının önünde görünce kocaman bir kahkaha atmadan edememişti. Serhat Bey’in uçağı dört saat önce kalkmıştı. İnanamıyordu bu olana.

Rahmi Bey ise gülen adama anlamayarak bakarak. “Erhan Bey, gülünecek bir şey mi vardır?” diye sormasıyla, Erhan zorla gülmesini bastırıp.

“Kusura bakmayın efendim. Sinirlerim bozuldu… Hepiniz geldiniz buraya değil mi?” diye sormasıyla, Aziz anlamayarak başını sallamıştı ki, ailenin geri kalanı da bir şey anlamamıştı. Şilan Hanım heyecanla oğlunu görmeyi beklerken, Çelebioğlu erkekleri ise kardeşlerini görmek istiyordu ama Erhan Bey’in ağlamaklı bir sesle bağırdığı sözler Çelebioğlu ailesinin kaşlarını çatmasına neden olmuştu.  

“SEYFİ! ÇABUK MARDİN’E GİT!” 







Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

AHPO - 51. BÖLÜM: 2. Sezon - 2. Bölüm:

Hayırsız Evlat - 16. Bölüm: Kill Me! -1

Hayırsız Evlat - 15. BÖLÜM: Tavşan Deliği!