Kan Davası - 20. BÖLÜM
Kaderin Oyunu!
"Acaba hayat denilen şey tümüyle komik bir hikâye, inanılmaz, ahmakça bir masal değil mi?"
Kör Baykuş- Sadık Hidayet
Serhat
havalimanında kontrolden geçerken yanında duran Erhan Bey’e bakmadan
edememişti.
“Sence
yanlış mı yapıyorum?” diye sorarken gözleri kalabalık havalimanındaydı.
Erhan Bey
elindeki mor valizi X-Ray cihazına koyarken. “Yanlış olan bir şey göremiyorum
efendim. Kemal Bey’in dediği gibi ailenizle elinde sonunda görüşecektiniz
zaten. Geç olmaması daha iyidir.” Demesiyle, Serhat ne cevap vereceğini dahi
bilmemişti. Kontrolden geçtikten sonra, Erhan Bey göğüs cebindeki bileti
çıkarıp Serhat’a uzatmıştı.
Serhat
bileti eline alırken, İstanbul – Mardin Business uçak biletine bakarken
tebessüm edip.
“Dönüş
yok?”
Erhan Bey,
yanındaki çocuğun sorusuyla gülümseyip. “Belli olmaz dedim. Kemal Bey gidiş
dönüş al demişti ama sizi tanıyorum Serhat Bey. Bence siz kafanız attığınız an
atlayıp başka bir yere gideceğinizden boşa uçakta bir koltuk ayartmayalım değil
mi?”
Erhan
Bey’in sorusuyla Serhat kocaman sırıtmıştı. Babasıyla evde vedalaşmıştı. Kemal
Bey her an fikrinden cayabileceği için havalimanına gelmemişti. Serhat
babasının ne kadar kırıldığını gözlerinden görmüştü ama birini kırmadan
diğerine gidemeyeceğini de anlamıştı bugün.
“Haklısın
ama sana bir şey söyleyeyim mi Erhan amca… Sanırım bu benim için dönüm noktası.
Hani annem öldüğü gece beni uyutmak için masal okumuştun ya…bugün o günle aynı
benim için. Sanki bundan sonra alıştığım her şeyi kendi elimle değiştiriyorum.”
Erhan
Bey’in, Serhat’ın sözleriyle gözleri dolmuştu. “Yapmayın efendim. Her değişim
kötü olacak değil. Hiç değilse, belki bu sefer gerçekten size sahip çıkan bir
aileye sahip olursunuz.” Erhan Bey’in sözleriyle Serhat’ın bedeni donmuştu.
Yalıdaki herkesin farkında olduğu bir gerçeklikti bu.
Annesi çok
anlayışlı bir kadındı ama bir anne gibi olmamıştı asla. Oğlunu çok seviyordu
ama kocasını daha çok seviyordu. Babasının ise annesine ve kendisine bakışları
her zaman nazik olurdu. Babasının sevgisi dünyanın en büyük sevgisiydi ama
bugün daha iyi anlamıştı. Babasının sevgisi bencilce bir sevgiydi. İnsan
sevdiği mutlu olsun diye her şeyi yapardı ama babası resmen onu manipüle etmeye
kalkmıştı. Babasının ne zaman değiştiğini sorsalardı. Annesinin ölüm günü
olduğunu hemen söyleyebilirdi. Babası bir gece de değişmişti. Ailesini düşünen
bir adam yerine kendi acısıyla kavrulan bir adam gelmişti. Serhat’a o gün
büyümek zorunda kalmıştı. Son kez masal dinlemişti o gün. Ertesi gün babasına
sığınacak liman olması gerekmişti. Annesinin işleri babasının işlerini Erhan
amcasıyla birlikte idare etmişti. İki sene boyunca böyle sürmüştü. Serhat’ta
çocuk olmayı unutmuştu bile. O her yerde oyuncaklarıyla oynayan çocuk gitmiş
elindeki kağıtların içeriğini açıklaması için Erhan amcasını bekleyen çocuk
gelmişti. Babası geri döndüğünde ise eskisi gibi olamamışlardı. Babası bu sefer
üstüne çok düşmüştü ama çoktan evin hakimiyeti Serhat’ın eline geçmişti. Kimse
de bu düzeni bozmaya cesaret etmemişti. Ama Erhan Bey çok iyi biliyordu ki,
Serhat’ı bu hale koca yalı getirmişti.
Serhat
kendisine gelirken elindeki bileti hafifçe Erhan Bey’in koluna vurup.
“O nasıl
laf Erhan amca, benim koskocaman bir babam var. Bak şimdi ikincisinin yanına
gidiyorum. Şu dünyada kaç insanın sırtını yaslayacağı iki babası olabilir ki?”
Serhat’ın
şakayla söyledikleri Erhan Bey’i güldürmüştü.
“Evde
anlaştığımız gibi, Begüm’e nereye gittiğimi söylemek yok. Enes’e ise hiçbir şey
söyleme. Sanırım kavga ettik. Sormaz beni zaten bir süre ama sen yine de
dediklerimi unutma. Kimse Mardin’e gittiğimi bilmesin. Dediğin gibi benim işim
belli olmaz. Mardin diye Madrid’e gidebilirim.” Demesiyle, Erhan Bey çapkın bir
şekilde gülümseyip.
“Beni de
alırsın değil mi efendim?” diye sormasıyla, Serhat kocaman sırıtıp.
“Ayıp
ediyorsun. Hadi ver de valizimi ben gideyim. Uçağın kapılarını kapatacaklar.”
Demesiyle, Erhan Bey elindeki hafif ağır valizi verdiğinde, Serhat’a ağır
gelmişti. Uyandığından beri kaslarını tam olarak çalıştırmıyordu. Sürükleyerek
götürmeyi aklına not ederek.
“Sarılamayız
valla. Olmaz. Bu sarılışlar veda gibi oluyor Erhan’ım canım benim ben vedaları
sevmem. Görüşürüz yakında!” diyerek arkasını döndüğü gibi valizini de
sürükleyerek, havalimanın valiz yerine doğru yürümüştü.
Erhan Bey
yürüyen genç adamın sırtına bakıyordu. Serhat Bey her zaman böyle her şeyi tek
başına sırtlanmak zorunda kalmıştı.
Serhat
valizini temsil ettikten sonra hızla uçağa binmişti. Erhan Bey uçağın kalkışına
kadar beklemişti. Yarım saat sonra uçak kalktığında, cebinden telefonu çıkarıp
patronunu aramıştı.
“Alo,
Kemal Bey. Serhat Bey’in uçağı kalktı.”
Diğer
tarafta ise Kemal Bey’in çenesi kasılmıştı. Zoruna gidiyordu bu gerçekler. O
oğlunu paylaşmak dahi istemiyordu.
“Anladım,
Erhan. Eve gel sende. Biz de bir saat sonra yola çıkarız. Evde ol sen.” Kemal Bey son sözlerini söyleyip
telefonu sinirle kapattığında, Erhan Bey iç çekerek dışarıya doğru yürümeye
başladı.
Havalimanından
dışarı çıktığında gözleri açık otoparktaydı. Seyfi’yi gördüğünde eliyle işaret
edip yavaşça oraya doğru yürümeye başladı. Siyah Mercedes’e doğru yürürken,
havalimanın girişine üç Passat ve bir tane transit siyah araç gelmişti. Erhan
Bey önemli birisi geldiğini düşünüp omuz silkerek şoförün yanına binerken,
Seyfi’de arabaya binmişti. Erhan Bey
yalıya doğru giderken, Havalimanın önüne park edilmiş siyah Passat’tan inen
Aziz Bey heyecanla dışarı çıkmıştı.
Havalimanın
otomatik kapıları açıldığında, kalabalık Çelebioğlu ailesi ortaya çıkmıştı.
“Baba!”
Aziz Bey, Rahmi Bey’i görür görmez kollarını açıp yanına doğru gitmişti. Rahmi
Bey oğluna sıkıca sarılırken gözleri dolmuştu.
Rahmi Bey
ölse bu şehre adım atmazdı. Kızını almıştı bu koca şehir ama Aziz’in
dedikleriyle mecbur kalmıştı. Bir kez daha oğlunu kaybetmeyecekti. Oğlunun
düzeni buradaysa onlarda düzenlerini buraya getirmişlerdi. Hiç değilse, oğlunu
yumuşatana kadar burada kalmayı planlamıştı.
“Oğlum!”
Rahmi Bey oğlunun kokusunu içine çekerken, Aziz yavaşça babasından ayrılıp
elini öpüp alnına koyduktan sonra, babasının yanında duran annesine de sıkıca
sarıldıktan sonra onun da elini öpüp alnına koydu.
“Anam, hoş
geldiniz. Arabalar hazır. Yalıyı ter temiz ettirdim.” Demesiyle, Şilan Hanım
oğlunun saçlarını okşayıp.
“Sağ ol
oğlum. Hadi gidelim de oğlumu göreyim. Canlı hiç görmedim ben onu.” Şilan
Hanım’ın sesi titremişti.
Aziz
arkasında hazırda duran adamlara işaret etmesiyle hemen bavullara
yönelmişlerdi. Rahmi Bey karısını da alıp Transit araca binerken, Aziz’in
gözleri kardeşlerindeydi.
Miran
abisine sarılırken, “Abi çocuk kırgın değil dimi bize?” diye sormadan
edememişti.
“Valla,
Baran’ı görmek istemez diye evde bıraktım hem ablama da destek olur. Ablamı
orada tek bıraktık gibi oldu.” Diyen İhsan’dan başkası değildi.
Aziz
kardeşinin dedikleriyle gülerken, “Baran’a azıcık bile kırgın değil. O çocuk
çok masum oğlum be.” Demesiyle, Yusuf’un gözleri dolmuştu.
Aras
ikizinin kolunu okşarken babalarının yanına hızla binmişti. Yusuf’ta daha fazla
dışarda durursa ağlayacağını bildiğinden ikizinin peşinden gitmişti.
Aziz giden
kardeşinin arkasından kırgın bir şekilde baktı. Yusuf’un neden bu kadar üzgün
olduğunu en iyi kendisi biliyordu. Hastanede konuştukları ikisinin de kalbini
kırmıştı ama Yusuf bu sefer çok kötü bir şekilde sınırı geçmişti.
Aram
abisin omuzuna elini koyup. “Abi hadi gidelim. Bende merak ettim bizim
ufaklığı. Çocuğa bir kültür şoku yaşatalım.” Demesiyle, Aziz gülerek.
“Hadi
arabalara o zaman!”
* *
Serhat
geldiği yere bakmadan edememişti. Gökhan amcasından aldığı bilgilere dayanarak
Mardin’in Midyat ilçesine gelmişti. Gözleriyle etrafa bakarken, her tarafın
dust 2 miraç gibi görünmesi onda şok etkisi yaratmıştı.
Gece vakti
buraya gelmenin delilik olduğunu da anlamıştı. Havalimanından iner inmez bir
taksiyle Midyat’a gideceğini söyler söylemez taksici onu buraya getirmişti ama
üç bin lira fiyat çıkarınca Serhat hayatında ilk defa gerçek bir şok yaşamıştı.
İstanbul’da Anadolu’dan Avrupa yakasına geçse bu kadar tutmayacağına emindi ama
bir şey diyememiş parayı vermişti ama taksiden nasıl indiğini bir Allah bir
kendisi bir de taksici biliyordu.
Serhat
buranın sıcak olacağını düşündüğünden bir eşofman altı bir de tişörtü vardı ama
burası buz kesiyordu.
Serhat
titreye titreye dar ve ara sokaklarda yürürken, telefonunu uçak modundan
çıkarmamıştı. Başına gelenleri babası duyarsa onu bir dakika dahi burada
tutmazdı. Telefonunu uçak modundan çıkaramadığından internete de bakamıyordu.
İnternete bakabilse bir otel falan arayacaktı ama burada otel olduğundan da
şüpheliydi.
Serhat ara
sokaklarda sessizce yürürken, sokakta tek ses sürüklediği valizin tekerlek
sesiydi. Serhat normalde korkan bir çocuk asla olmamıştı ama Mardin’in Midyat
ilçesi geceleri çok ürkünç gelmişti ona. O böyle ısısız yerlere alışık değildi.
Onun gece hayatı bile ışıklıydı. Böyle gecemi olurdu. Sessiz kimsesiz.
“Ben niye
hemen Midyat’a niye geldim ki! Taksiciye evin adresini de verdim oysa
bilmiyorum diye beni buraya attı! Ya köpekler yerse beni!” Serhat kendi kendini
korkuturken duyduğu konuşma sesleriyle yutkunup insanların olduğu yere doğru
yürümeye başladığında, koca bir konağın önünde insan kalabalığını görünce
kaşlarını havalandırmıştı.
Konağın
içinden epey konuşma ve davul sesleri geliyordu. Derin bir nefes almıştı.
Korktuğu gibi haydut tipli insanlar yoktu. Serhat yürürken adımlarını
hızlandırmıştı. Valizi sürekli taşımaktan kolları ağrımaya başlamıştı.
Konağın
önünde iki insan vardı. Serhat bunların koruma olduğunu düşünürken, korumalarda
Serhat’a dönmüşlerdi.
“Hayırdır
bremin? Gece gece?” diye soran kalıplı adamla Serhat tatlı bir şekilde
gülümseyip elindeki valizi gösterip.
“Abi valla
ben buralı değilim. Yorgunluktan aha şurada bayılacağım. Bana bir bardak su
verir misiniz? Hiç açık yer yok burada ya! Nasıl bir yerde yaşıyorsunuz siz?
Burası nasıl Türkiye arkadaş. Her an bombalanıp vurulacağım diye korka korka
yürüdüm.” Serhat adamlara dört saattir içinde tutuklarını dökerken, adamlar
birbirine bakıp.
“Sen ağama
haber ver. Garibanın birisi kapıya gelmiş de.” Demesiyle, Serhat kaşlarını
çatmıştı.
“Dur orada
abi gariban falan ayıp oluyor. Parası neyse verecek durumum var Allah’a şükür.
Ben daha yeni ameliyat oldum. O yüzden bu haldeyim.” Serhat kurumuş boğazıyla
konuşurken, diğer koruma çoktan içeri geçmişti. İçerde hala türkü sesleri
geliyordu.
Serhat
valizini yere koyup üstüne otururken omuzlarını düşürmüştü.
“Düğün mü
var?” diye sormayı da ihmal etmemişti.
Koruma
‘cık’layıp.
“Sıra
gecesidir. Ağam her ay sonu tertip eder.”
Serhat
duyduklarıyla başını sallayıp. “Ne güzel ne güzel. Nasıl oluyor sıra gecesi?
Kanepe şampanya falan değil sanırım?” diye sorarken gerçekten de merakından
soruyordu. Serhat asla böyle mekanlara hayatında gitmemişti. Her zaman merak
etmişti ama Erhan amcası ona göre yerler deyip hiç sokturmamıştı böyle
mekanlara. Serhat’ta meraklı bir çocuktu.
“Kanape
nedir la?” diye soran korumayla Serhat hayatının ikinci şokunu da yaşamıştı.
“Sen şimdi
kanepenin ne olduğunu bilmiyor musun?” Serhat bunu hayretle sorarken gözleriyle
ben nerelere geldim diye düşünmeden edemiyordu. “O değil de hiç değilse
şampanyayı biliyorsun. Yani o kadar da farklı kültürler olmamız imkânsız.
Kanepe, kürdana saplanmış birkaç yiyecek çeşidinden oluyor abim ya. Ben biraz su
içeyim bir de dinleneyim sana kanepe hazırlarım yersin. Atıştırmalık ama
doyurucu bir şey değil şimdiden söyleyeyim.” Demesiyle, koruma tam bir şey
diyecekken, diğer koruma ve yanında kalıplı esmer bir adam gelmişti.
Serhat
yeni gelen adamı süzmeden edememişti. Adam epey kalıplıydı. Beyaz gömlek üstüne
de lacivert yelek giymişti. Gömleğinin ilk dört düğmesi açıktaydı ki bu da
göğsünü dışarı çıkarmıştı. Adamın yüzüne baktığında ise, Serhat küçük dilini
yutmak istemişti. Adamın gözleri simsiyah gibiydi ama gözlerinin maviliği çok
beli oluyordu. Serhat bunun gece olduğu için böyle gördüğüne emindi. Adamın
gözleri kesinlikle koyu maviydi. Gözlerinin altına ise sürme çekilmiş gibiydi.
Saçları ise gece karası gibiydi. Bıyıkları ve sakaları adamda orta yaş
karizması oluşturmuştu.
“Allah’ın
misafiri gelmiş kapımıza.” Demesiyle Serhat içindeki korkan çocuğu çıkartıp.
“Hi! Abi,
abim… Valla her yer kapalıydı. Buradan sesler geldiğini duyunca geldim valla.”
Serhat’ın
ince sesle konuşmasıyla, kalıplı adam gülüp elini uzatmıştı. Serhat korkuyla
adamın kendisinden en az iki kat büyük elini tutmasıyla, adam Serhat’ı hızla
ayağa kaldırmıştı.
“Ben
Devran. Bana burada herkes Devran Ağa der, küçük bey. Sen kimsin?” diye
sormasıyla, Serhat’a masumca gülümseyip.
“Ben mi?
Serhat ya benim adım. Düz Serhat. Yani bir unvanım yok.” Serhat içten içe
saçmalamasına inanamazken, karşısındaki Devran Bey sadece gülmüştü.
“İçeri
buyur et. Allah kapımıza göndermiş seni. Belli sende zor durumdasın. Gel bu
gece evimizde misafir ol.”
Devran Bey
içeriyi gösterirken Serhat bir an düşünecek gibi olsa da gecenin ikisinde
nereye gidebileceğini bilmediğinden bu sıcak kanlı adamın konağına adım
atmıştı.
“Dizilerdeki
gibi bir hayat yaşadığınızı bilmiyordum.” Derken, korumanın biri de mor valizi
almış içeri girmişti.
Devran Ağa
yanında en az bir seksen boyu olacak çocuğa tepeden bakarken gülümsemeden
edememişti.
“Dizilerde
bizi hep kötü gösteriyorlar. İnanma sen onlara.” Demesiyle Serhat başını iki
tarafa sallayarak.
“Yok sizin
kan davanıza şahit oldum ben. Valla dizilerden beter kincisiniz. Yani size
demiyorum ama tanıdığım bir Mardinli kesinlikle böyle.” Derken boğazı yine
acımıştı.
“Abi valla
çok şey istiyorum ama bir bardak su alabilir miyim?” Serhat kibar bir şekilde
sorarken, Devran çalışanlarına tek göz işaretiyle haber verirken.
“Sen otur
şuraya bakayım. Hasta mısın sen?” diye sorarken, Devran çocuğun normalden fazla
terlediğini hemen anlamıştı. Gözlerinin içi bile fazla kızarmıştı ki, çocuğun
boynu da kızarmış gibiydi.
Serhat
kendisine gösterilen divana otururken, bir çalışan hemen koca bir soğuk su dolu
bardak getirmişti. Serhat bardağı eline alırken elli hafifçe titremişti.
Seyfi’yi kesinlikle yanına getirmesi gerektiğini biliyordu. Bardağı kafasına
dikerken, Devran çocuğun yanına oturmuştu.
Serhat
ferahladığında sonunda, elindeki boş bardağı çalışana uzatmıştı. “Yok abim, ben
yeni ameliyat oldum sayılır. Benim karaciğeri kökten değiştirdiler de. Arada
bir böyle çok yürüdüğümde böyle oluyorum.” Serhat konuşurken bedeninde ne kadar
üşüdüğünü içtiği suyla da anlamış oldu.
Devran
çocuğun dedikleriyle kaşlarını çatmıştı. “Kimlerden sende buraya gece vakti
geldin?” diye sormasıyla, Serhat iç çekmeden edememişti. Yanındaki adamın
görünüşü korkutucuydu ama adama içi kaynamıştı bile. Serhat insanları tanıma
konusunda pek profesyonel değildi ama Serhat herkese kolay güvenen bir çocuktu.
“Devran
abim, benim burada neden bulunduğumu anlatmam için hikâyenin en başına gitmemiz
lazım.” Demesiyle, Devran çalışanına göz atıp.
“Anlat
sen. Ben bu gece uyumayacaktım zaten. Hem senin için ferahlar hem bende bizim
şehirde neler döndüğünü öğrenmiş olurum.” Demesiyle, Serhat tam konuşacakken
sırtına konan battaniyeyle hemen arkasını dönmüştü ama gördüğü korumayla başını
sallayıp.
“Sağ
olasın abi… Şimdi Devran abi, ben İstanbul’da doğdum büyüdüm. Ben doğarken,
hemşire beni parayla sat…” Devran duyduklarıyla şok olurken Serhat ise
psikoloğuna bile dile getirmediği şeyleri daha iki dakika önce tanıdığı bir
yabancıya döküyordu. “Beni satın alanda Babaannem. Bakma öyle kötü kadın
değildir aslında, biraz gıcık ve geçimsiz bir insan olarak anlatırlar ama ben
hayal meyal hatırlıyorum tatlı kadındı. Neyse, beni satın alan babaannemin oğlu
yani babamın karısının doğumda bebeği ölmüş. Daha da çocuklarının olma
olasılığı olmadığı için böyle bir şey yapmış. Ama ne annemin ne de babamın
bundan haberi var. On sekiz yıl boyunca hiçbirimizin haberi olmadı. Babaannem
ben çocukken ölmüştü ki, o ölse böyle bir şeyi söylemezdi. Babamla aynı
huydular. İnatçı ikisi de neysem…” Serhat’ın sözünü önüne konan sıcak dumanı
tüten çay kesmişti. Devran Bey’de eline bardağı alırken çocuğun anlattıklarıyla
kanı donmuştu.
Devran
inanamıyordu duyduklarına. Bir insanın evladını nasıl bu kadar kolay parayla
satmışlardı.
Serhat
çalışana teşekkür edip geri anlatmaya döndü. “On sekiz yıl sonra ben, sınav
sorularını çalmak için bir eve girdim. Apartmana çıkarken bir de ne göreyim bir
dairenin kapısı açık. Yemin ediyorum yaşayacaklarımı bilsem değil o kapıdan
içeri girmek bir daha hırsızlık yapmam. Ama tabi meraklı ben girdim. Merak
kediyi öldürür hesabı bir de ne göreyim. Kızın birini öldürmüşler. Ben şok
geçirdim tabi. Ama polisler kızın başında beni bulunca aldı götürdüler
emniyette. Kızın ailesi de buralıymış. Görecen az kalsın şişlenip öteki tarafa
gidecektim. Ama sonra babamla Gökhan amca gerçek katili buldular. Beni
akladılar. Gökhan amca bizim aile dostumuz aynı zamanda babamın hastaneleriyle
ilgilenen avukatımız. Neyse olaya döneyim. Ben suçsuz olunca serbest bıraktılar
beni normal olarak. Eve gittik, babamla. Benim sevdiğim kız var. Çok korkmuştu
olanlara, bende gidip gönlünü alayım diye evden kaçıp yanına gittim. Nerden
bileyim ölen kızın abisinin peşime takıldığını. İnanmamış gerçek katile. Benim
katil olduğumu düşünüyordu. Sevdiğim kızın evini bastı. Arbede yaşandı.
Sevdiğim kızla oğlan beni vurdu iki defa. Ondan sonra ne oldu pek bilmiyorum.
Karaciğerim gitmiş. Beni öldürmeye çalışan oğlanın abisiyle karaciğerim uyuşmuş
bana verdiler karaciğerini. Ama ben iki ay komada kaldım.” İçerden gelen zılgıt
sesiyle Serhat bir an irkilse de umursamadan başından geçenleri anlatmaya devam
etti. Anlattıkça içindeki o boğucu hava gidiyordu. Ama karşısındaki adam
inanamayarak çocuğu dinliyordu. “Buraya kadar her şeye okeydim ben. Komadan
çıktıktan sonra eve geçtiğimin daha bir hafta sonrası, beni vuran çocuğun en
büyük abisi kapıma dayandı. Ben aslında onların öz kardeşiymişim. Devran abi
sen de tahmin etmezdin böyle bir şeyi değil mi? Oluyor işte. Seni eve götürmeye
geldim falan dedi. Bende babamı bırakamam deyince bastı gitti. Bir haftadır ses
soluk yok. Açıkçası biraz darıldım. Yani biraz ısrar etseydi gelebilirdim
bence. Neyse, bugün babamla konuştum böyle olmuyor falan diye, babamda git
yanlarına deyince, ilk bulduğum uçakla geldim valla. İndikten sonra taksiye
bindim beni bıraktı gitti. Evin adresini vermiştim aslında ama bilmiyormuş
buraları pek. Beni sizin şu başta olan Pazar meydanında bıraktı. İki saat
yürüdüm ya. Evlerin hepsi mi birbirine benzer arkadaş. Size bir mimari reform
şart!”
Serhat
kuruyan boğazını çayla ıslatırken, Devran Ağa sinirle gülmüştü.
“Dalga mı
geçiyon lan! Bu ne oğlum ne kullanıyorsun sen?” diye sorarken hızla ayağa
kalkmıştı.
Çocuğun on
sekiz yılını bir çırpıda anlatmasına mı yanaydı yoksa çocuğun başına gelenlere
üzülse miydi bilmiyordu ama çocuğun başına gelenlerin normal olmadığını
biliyordu ve çocuğun anlattığı kızı ölen ailenin kim olduğunu hemen anlamıştı.
“Ben de
ilk duyduğumda böyle tepki vermek istedim de. Kime vereceğimi bilmediğimden
tamam diyebildim sadece. Bir de Devran abi sen çok kolay sinirleniyorsun. Olmaz
böyle sinir her şeye sinirlenirsen kalpten gidersin. Benim annemin babası da
böyle gitti. Adama ne deseler hemen sinirleniyordu yemin ederim. Biraz papatya
çayı öneriyorum.” Serhat çayını içerken dedikleriyle, Devran çocuğa sadece
gülebilmişti.
“Çelebioğlu
senin ailen değil mi?” diye sormasıyla Serhat hızla başını sallayıp.
“Valla
onlar!”
Devran
sinirle gülerken çocuğun zayıf bedenini incelemeden edemedi. Allah’ın misafiri
diye aldığı çocuğun, düşman ailenin çocuğu olduğunu asla bilemezdi. Devran
çocuğun masum gözlerine bakarken iç geçirip.
“Hatçe!”
diye bağırmadan edememişti.
İçerden
başı yazmayla bağlı bir kadın içeri girerken, Devran çocuğa bakıp.
“En üst
kattaki odayı hazırla, bugün misafirimiz vardır. Bir sıcak duş alsın. Donmuş
gelene kadar. Biraz da sıcak süt verin, uyusun.” Dedikten sonra Serhat’a
dönmüştü. “Sabah ola hayır ola. Sen uyu dinlen. Sabah kahvaltı da konuşuruz.”
Dedikten sonra sıra gecesinin yapıldığı yere doğru gitmişti.
Serhat
elinde bardakla öylece kalakalmıştı.
“Ağanızdaki
karizma Fikret amca da yok. Büyük olay bana kalırsa.”
* *
Erhan Bey
yalıya geldiğinde, çoktan Kemal Bey ve Leman Hanım gitmişlerdi bile. Erhan koca
yalıda birkaç çalışanla kalakalmıştı. Ama alıştı bu durumlara. Gidip uyumak
için en aşağı kattaki odasına doğru gidecekken, dışardan gelen gürültü
sesleriyle kaşlarını çatmıştı. Birisi geri mi dönmüştü.
Erhan Bey
omuzlarını düşürerek yalıdan çıkarken bahçenin önündeki korumaların
tartıştığını duyunca kaşlarını çatmıştı.
Erhan Bey
şu birkaç ayda yaşadığının stresini atmak için her şeyini verebilirdi. Kapının
önüne geldiğinde korumalara tek kaşını kaldırıp.
“Ne oluyor
burada?” diye sormasıyla, korumanın biri dönüp.
“Aziz Bey
ve ailesi gelmişler, Erhan Bey. Serhat Bey’le görüşmek istiyorlar.” Demesiyle,
Erhan Bey’in sağ gözü seğirmişti.
“Kapıyı
açın.” Demesiyle, demir kapı açılmıştı. Erhan Bey Çelebioğlu ailesinin hepsini
kapının önünde görünce kocaman bir kahkaha atmadan edememişti. Serhat Bey’in
uçağı dört saat önce kalkmıştı. İnanamıyordu bu olana.
Rahmi Bey
ise gülen adama anlamayarak bakarak. “Erhan Bey, gülünecek bir şey mi vardır?”
diye sormasıyla, Erhan zorla gülmesini bastırıp.
“Kusura
bakmayın efendim. Sinirlerim bozuldu… Hepiniz geldiniz buraya değil mi?” diye
sormasıyla, Aziz anlamayarak başını sallamıştı ki, ailenin geri kalanı da bir
şey anlamamıştı. Şilan Hanım heyecanla oğlunu görmeyi beklerken, Çelebioğlu
erkekleri ise kardeşlerini görmek istiyordu ama Erhan Bey’in ağlamaklı bir
sesle bağırdığı sözler Çelebioğlu ailesinin kaşlarını çatmasına neden olmuştu.
“SEYFİ! ÇABUK MARDİN’E GİT!”
Yorumlar
Yorum Gönder