Kan Davası - 2. BÖLÜM

Güvenenler, Şüphe Edenler! 



"Kötü gün dostu" olmak bir erdem, ama "kötü günü değiştiren dost" olmak, rastlamadığımız bir erdem."

Gündökümü / Bir Uyumsuzun Notları 2 - Tomris Uyar 


“Benim oğlum bir karıncayı bile incitemez, Latif Bey.” Kemal Bey sabaha karşı emniyetten çağırıldığından beri şoktaydı.

Oğlunu cinayet şüphesinden göz altına almışlardı ki, dünyadaki en saçma şey olabileceğine emindi Kemal Bey. Oğlu bahçedeki karıncaları ezmemek için he hafta sonu karıncalara şekerden yol yapar kimsenin de o yoldan geçmesine izin vermezdi. Merhametli oğlu cinayet şüphesiyle göz altına alınmıştı.

Cinayet şube amiri Latif Bey karşısındaki zengin adama kıl olmuştu şimdiden. Bu tarz adamları çok iyi biliyordu. Hele de böyle kadın cinayetlerinde çok görmüştü. Oğullarına kıl kondurmazlardı. Ama her zaman suçlu oğulları çıkardı. Karşısındaki adamın kim olduğunu çok iyi biliyordu Latif Bey. Karşısındaki adamı sabaha karşı kaldırıp buraya getirdikleri halde bile üzerindeki hiç kırışmayacak gibi duran siyah takım elbiseli adam Kemal Taş’tı. Jet sosyetesinin gözde bekar babasıydı. Karısını kaybettikten sonra hastanelerinden ellerini çekmişti. Oğluna ve eski mesleğine geri dönmüştü. Psikiyatrist olarak başarılı bir doktordu. Oğlunu ise gözlerden sakındığını bütün cemiyet ve emniyet çok iyi bilirdi ama başarılı bir doktorun oğlu kadın cinayeti işlemişti.

“Ama, oğlunuzu katledilmiş bir kadının başında bulduk. Ve bulduğumuz hali görseydiniz kesinlikle şaşırırdınız.” Diyen Latif Bey’le, Kemal Bey’in gözleri sertleşmişti.

Kemal Bey’in oğlu asla böyle bir şey yapmazdı. Oğlunu tanıyordu. Oğlunun hınzır bir insan olduğunu biliyordu ama asla böyle bir şey yapmazdı. Bir kadını değil oğlu bir canlıyı incitemezdi.

“Anlamıyorsunuz, oğlumun böyle bir durumda olmasının tek sebebi tesadüf olmalı.” Kemal Bey’in içinde fırtınalar kopsa da dışardan hiçbir şekilde belli etmiyordu.

Latif Bey karşısındaki adamın ısrarlarına göz devirmemek için kendini zorlarken.

“Kemal Bey, şu an oğlunuz sorguda… Hem kanıtlardan sonra oğlunuzun masum olup olmadığını öğreneceğiz.” Demesiyle, Kemal Bey kovulduğunu anlayınca yavaşça ayağa kalkarken.

“Oğlumun üzerine yıkmaya çalıştığınızın farkındayım. Benim bir tane oğlum var onu da sizi yedirmem.”

Kemal Bey son sözünü söyledikten sonra Latif Bey’in odasından çıkarken, karşısında hemen kahyası Erhan Bey tam karşısında duruyordu.

“Avukatların hepsi bekliyor efendim.” Kâhyanın sesindeki yorgunluk ve sıkıntı Kemal Bey’i daha çok boğmuştu. Birkaç saat içerisinde neler olmuştu. Oysa, oğlunun evden çıkarken yanağından öpüp sabaha karşı gelirim derken ki hınzır dolu sesi kulaklarında yankı yapıyordu.

“Oğlum nasıl?”

Korkuyordu. Oğlunun şu dünyada tek bildiği tepki gülümsemekti. Sorguda sıkıntı yaşayacağını çok iyi biliyordu. Serhat’ın bu kadar diğer tepkileri öğrenmemesi kendi suçuydu ama oğlunun gamsız olduğunu bildiğinden umursamamıştı ama böyle bir olayın oğlunda travma yaratacağını bildiğinden gergindi.

“Görüşmeme izin vermediler efendim. Gökhan Bey’i aldılar tek, o da avukatı olduğu için.” Demesiyle, Kemal Bey koridora doğru adımlarken elleri yumruk olmuştu. Kemal Bey sakin bir insan olabilirdi ama bu kızgın ya da sinirlenmeyeceği anlamına gelmezdi. Taş ailesinde tek bir kişinin sinirleri alınmış gibi yaşadığını bütün çalışanları bilirdi. Oğlundan başka kimse bu kadar sakin kalamazdı.

Kemal Bey’in patlamasına az kalmıştı. Karısını zaten trafik kazasında kaybetmişti, oğlunu da böyle bir olaya yem etmeyecekti.

“Kemal Bey!” diyen kadın sesiyle, Kemal Bey’in adımları durmuştu. Yanlarına gelen sarışın alımlı kadın siyah takım elbise giyinmişti.

“Kemal Bey, Ben Nuray Sanar. Gökhan Bey’in yardımcısıyım.” Kadın elini uzatırken kendini tanıtmıştı.

Kemal Bey kadının elini tutup kısa bir an tokalaştıktan sonra. “Tanıştığımıza memnun oldum. Bir şey diyecektiniz Nuray Hanım?”

Kemal Bey hemen oğlunu görmek istiyordu. Oğlunun ne halde olduğunu görmeliydi. Şoktaydı kesin. En son annesini kaybettiğini söylediklerinde şoka girmişti.

Nuray Hanım iç çekip. “Gökhan Bey sorgunun iyi gitmediğini söyledi. Serhat Bey, konuşmuyormuş.”

Kadının dedikleriyle Kemal Bey gözlerini sımsıkı kapatmıştı.

“Şoka girmiş olmalı. Daha çocuk o! Hiç mi pedagog yok sorgu da?” Kemal Bey inanamıyordu. Oğlunun sorgu da hakkını konuşacak kadar kendinde olmasını umuyordu ama sessizliğinin ne kadar büyük bir olay olduğunu bilmek canını yakmıştı. Baba olarak ellinin kolunun bağlı olduğunu hissetmeden edemiyordu.

“Serhat Bey bir ay önce on sekiz yaşına girmiş, Kemal Bey. Bir yetişkin gibi normal sorguya alındı kendisi. Bir de sosyal medya da Serhat Bey’in aleyhine fazla tweet var.” Demesiyle, Kâhya hemen telefonu çıkarıp sosyal medyayı açtığında, ilk hashtagler’de ‘SerhatTAŞTUTUTKLANSIN!’ okumasıyla, hızla telefonu Kemal Bey’e uzatmıştı.

Kemal Bey ekranda gördüklerini okurken kanı donmuştu. “Oğlumu idam sehpasına oturtacaklar resmen!”

Kemal Bey’in sesindeki dehşet ve kızgınlıkla Erhan Bey donmuştu. Erhan Bey, Kemal Bey’i bu kadar sinirli gördüğü tek zaman karısına çarpan arabanın sahibinin serbest kaldığını öğrendiği zamandı ki o zamanda, Kemal Bey’i sakin tutan tek kişi vardı oğlundan başkası değildi. Şimdi Kemal Bey’in yanında oğlu bile yoktu. Hayatında oğlundan başkası olmayan adamı oğluyla sınıyorlardı.

“Oğlum hakkında yazan bütün haberleri kaldırtacaksınız! Bir tane bile haber görmek istemiyorum. Benim oğlum suçsuz!”

Kemal Bey son emrini verdikten sonra sinirle yanlarından ayrılmıştı.

Erhan Bey yanında duran kadına dönüp.

“Nuray Hanım, Serhat Bey’in hapse girme ihtimali yüzde kaç?”

Erhan Bey her şeye hazırlıklı olmalıydı. Eğer ki, Serhat Bey’i hapse atarlarsa hapishaneyi ve hastaneyi ayarlamaları gerekecekti. Taş ailesinin göz bebeğinin bir gün bile hapishanede yaşayamayacağını biliyordu. Katil olarak damgalanırsa tek kurtuluş yolları, Serhat Bey’e ‘deli’ yaftası yapıştırmak olacağını biliyorlardı. Ölen kadının ailesiyle görüşmeleri gerekiyordu. Ne kadar istiyorlarsa kan parasını vermeleri gerekiyordu. Ailenin suç duyurusunu kaldırmaları gerekecekti.

Medyada Serhat Bey hakkında yazılan her şeyi kaldırmak ise ayrı bir çaba gerekecekti. Hata, kamuoyunu oyalamak için başka bir haber bile servis etmeleri gerektiğini çok iyi biliyordu Erhan Bey.

Nuray Hanım yanındaki yaşlı adama bakarken gözlerini kısmıştı. “Serhat Bey’in konuşmaması onun aleyhine işleyecektir. Polislerden örendiğimize göre, maktulün karnındaki bıçakta Serhat Bey’in parmak izine rastlamışlar. Ama daha her şey kesin değil. Gökhan Bey, panik halinde bıçağı tutuğunu öne sürüyor ki bizde böyle olduğuna inanıyoruz. Ama Serhat Bey konuşmadan o daire de tam olarak ne olduğunu asla bilemeyeceğiz. Apartmanın giriş çıkışlarında kamera yok. Serhat Bey’in neden orada olduğuna dair bir bilgimiz yok. Kadınla Serhat Bey’in tanışıklığı nedir onu dahi bilmiyoruz… Eğer bu durum böyle gider de başka bir kanıt bulunamazsa Serhat Bey suçlu sayılacak ki, halk zaten doğruyu dahi bilmeden Serhat Bey’i suçlu olarak görmeye başladı.”

Erhan Bey duyduklarıyla derin bir nefes aldı. Bu işlerle uğraşmak için gerçekten de çok yaşlıydı ama kendi elleriyle büyüttüğü çocuğu kesinlikle kurtaracaktı. Paranın çözemeyeceği şu ülke de çok az şey vardı.

“Anladım, Nuray Hanım. Siz işinize dönebilirsiniz. Benim de yapacak çok işim var.” Diyerek koridordan çıkmaya başlamıştı.

Sarışın kadın ilk defa böyle bir olay görmüyordu ama ilk defa bir ailenin masum olduğunu bildiği halde bütün kanıtlar aleyhlerine işliyordu. Serhat Bey’in konuşması bile bir şeyleri değiştiremeyeceğini biliyordu. Zengin aile geçmişi ve kadın cinayetlerinin sürekli katilerinin serbest bırakılmaya çalışması yüzünden kızgın bir halk. Polis Serhat Bey’i salsa bile, halkın artık gözüne batmıştı. Polisler halkı mutlu etmek için suçsuz bir çocuğu hapse bile gönderebilirdi ki bunun olmasından korkuyordu sarışın kadın.

 

*                                   *

 

“Kadını neden öldürdün?”

Serhat’ın gözleri boş boş karşısındaki komiserdeydi. Komiser ona çok kızgındı ki, bu durum Serhat’ı daha çok dehşete düşürüyordu.

O kadını öldürmemişti ki. Eve girmeden önce ölüydü zaten kadın. O bir şey yapmamıştı. Yapmazdı. O kimsenin canını alamazdı ki, korkardı. Allah korkusu vardı onda. O çiçek bile koparamazdı canları var diye.

O sadece fizik sorularını alıp çıkacaktı. Meraktan eve girmişti bir tek. Girdiğine gireceğine bin pişmandı. Neden girmişti ki zaten? Kadını kim öldürmüştü? Kadını öldürmüştü peki kapıyı niye aralık bırakmıştı ki?

Serhat düşünceleriyle korkmadan edememişti. Allah’ım ben neler düşünüyorum diye iç geçirirken bedeni titremişti.

Donuk yeşil gözleri karşısındaki otuzlu yaşlarının sonunda belli olan komisere dönmüştü. Komiserin arkasındaki siyah camın ters ayna olduğunu biliyordu. Başının tepesindeki sarı ışık ve, masadaki plastik şişelerdeki sulara baktı bir an daha sonra yeniden karşısındaki komisere bakmıştı.

Komiserin dudaklarının hareket ettiğini görüyordu ama kulakları ve aklını o kadının soğuk bedenine dokunduğunda, cinayet mahalinde bıraktığını biliyordu. Gözleri yanında duran babasının arkadaşına girmişti.

Gökhan amcasının burada ne işi olduğunu bir an kendine sormadan edememişti. Daha sonra aklına Gökhan amcasının avukat olduğu geldiğinde gözlerini ondan çekip gri masaya dikmişti.

Cinayet şüphelisiydi.

Bunun farkındalığıyla bedeni titremişti.

“Komiser Bey, Serhat şu anda şokta konuşmasını bekleyemez…” Gökhan Bey’in sözünü geldiğinden beri gözlerini çevirmekten başka bir şey yapmayan çocuğun bedenin titrediğini görünce hemen kesilmişti, elini Serhat’ın koluna atıp.

“Serhat, iyi misin oğlum?” endişeyle sorarken, Serhat’ın panik dolu gözleri Gökhan Bey’in mavi gözlerine gitmişti. Serhat korkuyla ayağa kalkarken, komiserde hemen ayaklanmıştı.

“Kalkma otur!” diye emir verse de Serhat korkuyla etrafının farkındalığını yeninden yaşıyordu.

O bir ceset görmüştü. Kadının soğukluğunu hala parmaklarında hissediyordu.

Serhat’ın yeşil gözleri panikle etrafına bakarken, Gökhan Bey komisere bakıp.

“Bizi biraz yalnız bırakın. Çocuğun ne halde olduğunu görmüyor musunuz?”

Komiser avukatın haklı olduğunu anlayınca, “Sorguya biraz ara veriyorum. Buradan çıkamazsınız.” Dedikten sonra sorgu odasından çıktığında, Serhat’ın gözleri giden komiserin kapattığı kapıda kalmıştı.

Serhat ağzını açıp kapatıyordu ama ağzından ufacık bile bir ses çıkmıyordu. Elleri boğazına gittiğinde, hissettiği sıcaklıkla derin bir nefes almıştı ama dudaklarından bir kelime dahi dökülmemişti.

Gökhan Bey, Serhat’ın tam önünde durup.

“Serhat, bana bak lütfen… Oğlum, baban dışarıda, seni merak ediyor. Böyle davranma ne olursun.”

Gökhan Bey’in karşısında kayıp bir çocuk gibi duran genç adama içi gidiyordu. Çocukluğunu bilirdi Serhat’ın. Serhat’ı asla böyle bir şokta görmemişti. Annesinin kaybında bile küçük bir şok yaşamış ama hemen atlatmıştı ama şimdi sanki çok kötü bir şey görmüş gibi davranıyordu ki, bir cinayet mahali görmüştü.

“Serhat konuşman lazım. Bana, bize doğruları söylemen lazım. İçeri atacaklar yoksa seni!”

Gökhan Bey sonunda dayanamamış çıkışmıştı. Beş saattir sorgu odasındaydılar. Serhat’ın ağzından ufacık bir şey bile çıkmıyordu.

“Bana sadece neden o evde olduğunu söyle, lütfen Serhat. O evde ne halt yiyordun sen?”

Serhat bayılmadan önce son duydukları Gökhan Bey’in sitemli sesiyle sorduğu sorularıydı.

 

*                                     *

 

Cem korkuyla yanına bakıyordu. Önündeki fizik yazılı sorularına bakarken elleri titriyordu.

Sabah bir uyanmışlardı haberlerde gördükleri ve duydukları şeyden sonra dokuz kişilik sınıfta ölüm sessizliği vardı.

Hepsi biliyordu ki, Serhat asla böyle bir şey yapmazdı. Serhat’ın böyle bir şey yapma ihtimali bile yoktu.

Cem sıranın çekildiğini duyduğunda, gözleri Begüm’e gitmişti. Begüm elindeki sınav kağıdını öğretmene verdiğinde, öğretmen kısa bir an kâğıda bakıp.

“Hiçbir şey yazmamışsın kızım?” diye soran Şakir öğretmenden başkası değildi branşı edebiyatı ama şu an sınavda gözetmenlik yapıyordu.

Begüm öğretmenin gözlerinin içine bakarken. “Sınıf arkadaşım tutuklanmışken hangi akılla sınavı yapmamı bekleyebilirsiniz hocam? Serhat’ı kadın cinayetiyle suçluyorlar. Birde güya sevgilisi olduğunu söylüyorlar. Serhat’ın ne zamandan beri Özlem’den başka bir sevgilisi oldu. Özlemden başka kadının yanına oturmasına bile izin vermeyen çocuğun, kendinden yaşça büyük biriyle sevgili olup bir de güya sevgilisini öldürecek ha!” Begüm sabahtan beri duyduklarını öğretmenine patlamıştı.

Şakir öğretmen öğrencilerinin moralsizliğinin farkındaydı. Öğretmenler odasındaki insanlarda şaşırmıştı ama kimse Begüm gibi Serhat’ın suçsuz olduğunu söyleyemiyordu. İnsanoğluydu, yapmış olabilirdi. Bu dünyada ne insanlar neler yapmamıştı ki, Serhat yapmayacaktı.

Begüm’ün kızarmış gözleri arkadaşlarına dönüp. “İnanmıyorsunuz değil mi internetteki haberlere?”

Begüm’ün cevap bekleyen umut dolu gözleri, sınıfın derin sessizliğe boğulmasıyla, Begüm inanamayarak arkadaşlarına bakarken, Şakir öğretmen ayağa kalkıp.

“Begüm, arkadaşına güvenini anlayabiliyoruz ama ateş olmayan yerden duman çıkmaz.” Diyen öğretmeniyle, Begüm’ün ağzı açık kalmıştı.

“Siz bu duruma düşseydiniz. Serhat sizin yanınızda olurdu be! Gidiyorum ben, kusura bakmayın hocam.” Diyerek çantasını sıradan aldığı gibi sınıftan hızla çıkmıştı.

Cem giden kızın arkasından bakarken iç çekti. Serhat’ın masum olduğunu biliyordu ama böyle bir olaya karışmış mıydı karışmıştı. Hem onlar daha lise öğrencileriydi ne yapabilirlerdi ki?

Begüm sınıftan çıktığında direk on ikinci sınıfların sayısal bölümüne doğru yürümeye başlamıştı. Özlem’le birlikte Serhat’ın yanına gitmelilerdi. Begüm ne kadar dedikoducu bir kız olarak bilinse de gerçek bir dostu. Hem Serhat onu çok olaydan kurtarmıştı.

Begüm çantasını tek kolunda sabitlerken, 12-F sınıfının kapısının önünde durmuştu. Özlem’in bugün okula geldiğini görmüştü ama hiç konuşamamışlardı. Aslında kimse Özlem’le konuşamamıştı. Özlem’in ne kadar üzgün olabileceğini kimse tahmin edemezdi.

Begüm derin bir nefes alıp kapıyı çaldığında, içeriden ‘gir’ diyen öğretmen kapıyı açtığında ilk önce öğretmeni görmüştü. Öğretmen sınıfta dolanıyordu.

“Zerin hocam, Özlem’i müdür çağırıyor.” Demesiyle, Kadın öğretmen tek kaşını kaldırıp ortada oturan genç kıza bakıp.

“Özlem, müdür Beyin yanına gidebilirsin.” Demesiyle, Özlem başını kağıdından kaldırdığında, Begüm o zaman genç kızın ağlamaktan haşat olmuş yüzünü görmüştü. Genç kızın gözleri ağlamaktan kan çanağına dönmüştü.

Özlem sıradan kalkarken, Begüm yüzüne bakmıştı. Sadece bakmıştı. Özlem sabahtan beri duyduklarını sindiremiyordu. Sevgilisine konduramıyordu ama sevgilisinin her zaman sakinliğinin altından bir şey çıkacak diye korkuyordu. Dört yıl boyunca olan bir şüpheydi bu. Bir insanın bu kadar sakin olmasına imkân yoktu. Daha sonra ailesiyle tanıştığında, Serhat’ın neden bu kadar sakin olduğunu anlamıştı ama yine de o en başta oluşan şüphe asla gitmemişti. Bir insanın hiç kızmaması, üzülmemesi normal değildi. Korkuyordu. Haberlerin gerçek olma ihtimali onu çok korkutuyordu.

Serhat’ın mutluluk halinin altında cani bir katilin yatmasından korkuyordu.

Özlem sınıftan çıktığında, Begüm hemen Özlem’in kolunu tutup merdivenlere doğru yönelmişti.

“Müdür’ün yanına gitmiyor muyuz?” Kırık sesiyle konuşurken, Begüm sinsice sırıtıp.

“Yalan söyledim. Serhat’ın yanına gidiyoruz. O salak kesin korkmuştur. Seni gördüğünde korkusu geçer.”

Begüm heyecanla konuşurken, Özlem’in adımları durmuştu. Okulun ara katında kalmışlardı. Bu kata sadece kantin ve yemekhane vardı. Bir alt kata spor salonu ve öğretmen çıkışı vardı. Begüm kimseye yakalanmadan öğretmen çıkışından çıkmayı planlıyordu.

“Niye durdun kızım ya?” Begüm kızgınlıkla Özlem’e bakarken, Özlem yüzünü duvara çevirip.

“Gelmiyorum ben.” Demişti.

Begüm yanlış duyduğunu düşünerek.

“Ne dedin?”

Özlem yutkunup yüzünü Begüm’üme çevirirken.

“Gelmiyorum ben Begüm. Serhat’ın yanına gidemem.” Derken sesi acılıydı.

Begüm şokla Özlem’e bakıyordu.

“Sen delirdin! İnanamıyorsun herhalde o haberlere değil mi?” Diye sorarken, Özlem’in sustuğunu gören Begüm kendi saçını başını yolacak duruma gelmişti.

“Özlem, o senin sevgilin! Serhat bizim Serhat! Lan, kedinin gözü şişti diye iki ay boyunca okulda kucağında gezdirdi o çocuk! Nasıl katil olduğunu düşünürsün sen!”

Begüm inanamıyordu. Bu olanlara inanamıyordu. Daha dün gülüyorlar eğleniyorlardı.

Özlem başını eğerken, “Biliyorum Begüm ama…” Begüm hızla Özlem’in sözünü kesmişti.

“Serhat’a üzülüyorum. O çocuk sana aşkından deli oluyordu be! Ama sen bir ama için onu siliyorsun.”

Özlem duyduklarıyla ağzından bir hıçkırık kaçarken, “Begüm yanlış anladın beni.”

Begüm sinirle elini saçlarına geçirirken, “Neyi yanlış anladım Özlem! Millet katil diyor diye, her haltın bildiğin çocuğa şüpheyle bakıyorsun be! Senin sevgin bu kadarmış anladım ben.”

Begüm son sözlerini söyleyip hızla merdivenlere yöneldiğinde, Özlem dizlerinin üstüne çökmüştü.

Begüm ise sinirle, dışarı çıktığında gözleri hemen bahçe kapısından çıkarken çantasının içinden telefonunu çıkarıp taksi çağırmıştı. Twitter sayesinde Serhat’ın nerede olduğunu biliyordu. Emniyet müdürlüğüne götürmüşlerdi arkadaşını.

Taksi geldiğinde, hızla binmiş, taksicinin konuşmasına izin vermeden hemen konuşmuştu.

“Abicim, beni hemen emniyet müdürlüğüne götürür müsün?” 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

AHPO - 51. BÖLÜM: 2. Sezon - 2. Bölüm:

Hayırsız Evlat - 16. Bölüm: Kill Me! -1

Hayırsız Evlat - 15. BÖLÜM: Tavşan Deliği!