Kan Davası - 18. BÖLÜM

 Bedenine Bakmış Ama Ruhuna...


...yaz geldi diye güneş açmaz ki her evde

Gönlümde tasfiye yol verdim maziye

Kal diyemedim

Beni de al diyemedim gölgem bile bana gölge etmesin diye...

Lalalar - Hiç Mutlu Olmam Daha İyi


Serhat karşısında oturan genç adama gülümserken, ev çalışanları fincanlara papatya çaylarını koymaya başlamıştı. Kemal Bey her gün içtiği filtre kahve yerine konan papatya çayına şokla bakarken, Serhat çalışanlara bakıp.

“Teşekkür ederiz. Çekilebilirsiniz.” Demesiyle, çalışanlar başlarını sallayıp yemek odasından çıkmışlardı. Çıkarken de kapıyı kapatmayı unutmamışlardı.

Kemal Bey kapatılan kapıya da tek kaşını kaldırıp bakarken bir an oğlunun mutlu haline bakıp derin bir nefes alıp solunda oturan adama döndü.

“Aziz Bey yeniden hoş geldiniz. Buyurun afiyet olsun.” Diyerek yemeğe başlamışını işaret etmişti ama Aziz Bey, Kemal Bey’in dediklerini dinlemiyordu. Onun tek odak noktası ona gülümseyen çocuğun donuk gözlerindeydi.

Aziz, kardeşinin gözlerinin dün böyle donuk bakmadığına yemin edebilirdi ama bu gün o su yeşili gözlere beton dökülmüş gibi bütün ruhunu çalmışlar gibi bakıyordu insanın içine. Aziz bu bakışların sebebin kendisi olup olmadığını bilmediği için oturduğu yerde rahatsız olmuştu.

Serhat hala konuşmayan genç adamın gözlerine bakıp. “Aziz abi, sorun mu var?” diye sormasıyla, Aziz yutkunup.

“Yok sorun yok.” Dedikten sonra gözlerini Serhat’ın o ruhsuz gözlerinden çekip Kemal Bey’in kahverengilerine dikmişti. “Sağ olun Kemal Bey.” Dedikten sonra kuruyan boğazını ıslatmak için yanındaki fincanı alıp dudaklarına götürüp küçük bir yudum almıştı ama aldığı yudumla gözlerini sımsıkı kapatırken Kemal Bey gülmeden edememişti.

“Serhat bugün hepimize papatya tarlası yedirecek sanırım.” Derken eline çatalını ve bıçağını alıp tabağına domates ve peynir koyarken, Serhat sadece sırıtıp tabağına pastırmaları sıralarken konuşmadan edememişti.

“İki yanımda ‘Hanım hanım bunlar benim çocuğum diyebilecek bir baba ve her an kan davası olacak ulan diyen bir abim varken, ben bütün papatya tarlasını buraya yığsam ne fayda.” Demesiyle, Kemal Bey oğluna inanamayarak bakarken, Aziz’in ise ağzı açık kalmıştı.

“B-Ben sadece çok öfkeliydim. O yüzden silahımı çıkarmıştım.” Aziz kendisini aklamaya çalışırken, Kemal Bey ise şokla papatya çayından içmeye başlamıştı.

Serhat, Aziz’in yüzüne bakarken, Aziz’in söylediklerine cidden alındığını görünce tebessüm edip.

“Ya sizde şakadan anlamıyorsunuz. Şaka şaka gülün diye!”

Serhat’ın dedikleriyle, Aziz derin bir nefes alıp tabağına azıcık bir şeyler koyarken, Kemal Bey oğlunun koluna hafifçe çatalıyla vurup.

“Şaka yapma bir daha sen!” derken sesinde yalancı bir sinir vardı.

Serhat babasının söylediklerine gülüp yemeğine dönmüştü. Karnı pek aç değildi aslında. Boğazından içkiden başka bir şey geçirmek istemiyordu.

Aziz’de yemeğini yerken, üç kişiden de çıt çıkmıyordu ki, Serhat bu sessizlikten hiç hoşlanmadığı için kendisi için normal bir konu açtığını düşünüp konuşmaya başlamıştı bile.

“Dün akşam söylemeyi unuttum terapist haftaya da görüşmek istedi benimle. Kadın biraz kasıntı gibi ama tatlı da ama pek sevemedim de.” Derken dudaklarını büzmüş papatya çayından bir yudum almıştı.

Kemal Bey duyduklarıyla elindeki çatalı ve bıçağı bırakıp.

“Sen ne dedin? Eğer terapistinden hoşlanmandıysan bu terapinin pek de iyi gidebileceğini düşünmüyorum. En baştan Perez’i aramalıydım sanırım.” Derken masanın üstündeki telefona gözü gitmişti.

Serhat babasının sözlerine göz devirip. “Baba, relax. Geleceğimi söyledim... Kadından hoşlanmadım dedim. Terapisinden değil. Hem hoşlanmış olsaydım kesin o bana terapi değil ben ona terapi yapmaya başlardım ki Perez abiyle bir kez konuşursam diyeceği tek şey ‘Gel hastaneye seni biraz misafir edelim’.” Derken dudağını büküp sesini de kaba çıkarmaya çalıştığında Kemal Bey gür bir kahkaha atarken, Aziz ise olayın çok dışında olduğu için sadece gülümseyerek kardeşinin dediklerini dinliyordu.

Kemal Bey kahkahalarını bastırıp. “Adam haklı değil mi? Depresyondaki hastasına, atla ben arkandayım dedin Serhat. Bir de adama nerelerde atlayabileceğini söylemişsin. Senin yüzünden adam az daha kalsın verici kulesinden atlayacaktı.” Derken hala kıkırdıyordu.

Serhat hatırladığı anıyla gülerken, “Ama bana öyle bir hayattan bezmiş gibi konuşmuştu ki beni de depresyona sokacaktı. Hem her şeyin bitmesini istiyordu. Oradan daha yüksek binalara pek çıkamazdı oradan atlaması daha mantıklıydı… Ay, baba bana niye şimdi bunu hatırlatın ki vicdanım sızladı ya. Adam o olaydan sonra depresyonundan kurtulmuştu ama hata beni düğününe davet etmişti ya. Gitmeme izin vermemiştin. Ben o zaman sana niye küsmedim ki!” derken hala gülüyordu. On bir yaşında olmuştu bu olay. Babasının okul arkadaşı Perez abisi normalde amca demesi gereken adam asla kendisine amca dedirttirmiyordu. Bir gün Serhat’a terapi yapmak istemişti ama Perez abisinin iki üç hastasını daha çok hasta edince kliğine girişi yasaklanmıştı.

Aziz ise duyduklarına inanamıyordu. Gözleri irileşmiş bir şekilde küçük kardeşine bakıyordu. Kardeşinin böyle hinlikleri olduğunu asla tahmin edemezdi. Dışardan da çok minnoş bir çocuk gibi takılıyordu oysa.

Kemal Bey’de gülüp ağzına zeytini atıp.

“Adam İstanbul’un en büyük mafya babasının oğluydu oğlum. Adamın oğluna senin yüzünden bir şey olsaydı neler olurdu hiç düşündün mü? Allahtan verilmiş sadakamız varmışta adam aslında kendini öldürmek istemiyormuş. Derdi neyse ölümle biteceğini düşünmesi bile saçma.” Derken tabağındaki domatesi küçük parçaya kesip yerken, Serhat’a gülüp Aziz abisine döndü.

“Abi bakma babamın böyle anlattığına. Adamın annesi, annesi değilmiş aslında. Babası başka kadınla birlikteymiş. Gerçek annesi çocuğu doğurduktan sonra babasının karısı çocuğu elinden alıp kadını öldürtmüş. Adamda bunu öğrendikten sonra anne bildiği kadını öldürmüştü. Hapse yatmamak içinde deli raporu çıkarttırmıştı kendisine ama cidden kafayı yemişti adam. Göreceksin tamamen kayıptı. Bende öldüreceksen öldür kendini dedim. Gerçekten intihar etmeye çalışacağını ne bileyim dimi?” diye sorarken tatlı tatlı gülümsemeyi unutmamıştı.

Kemal Bey oğlunun dedikleriyle ağzındaki çayı az kalsın geri tükürecekti.

“Ne diyorsun sen Serhat! Adam katil miydi?” diye sorarken şoku hala üzerindeydi.

Aziz ise kardeşinin bıdı bıdı konuşmasını rüyadaymış gibi dinliyordu. Aziz hala inanamıyordu. Karşısındaki çocuk onun Çınar’ıydı.

Serhat babasının çıkışmasıyla oturduğu yerde rahatsız olup yardım için Aziz’in hülyalı gözlerinin içine baktı.

Aziz bu bakışlarla, Serhat’ın ‘Konuyu değiştir lütfen’ dediğini çoktan anlamıştı.

“Kemal Bey, Serhat. Sizinle bir şey konuşmam lazım.” Demesiyle, Kemal Bey oturduklarından beri varlığını pek belli etmeyen adama dönüp.

“Tabi, buyurun Aziz Bey.”

Kemal Bey’in sözleriyle, Aziz elinde tutuğu çatalı tabağın kenarına koyarken gözleri Serhat’ın donuk su yeşil gözlerine gitmişti. Bu söyleyeceklerinin o gözlerde ne etki yapacağını dahi bilmiyordu ama söylemesi gerektiğini biliyordu. Ailesine kardeşini evlerine getireceğini söylemişti. Burada daha fazla kalamazdı. Kemal Bey’in suçsuz olduğuna bile daha inanamamışken bunu yapamazdı. Burada kalıp bebeğini çocuk hırsızlarının yanında bırakamazdı.

Serhat ise gelecek haberden habersiz bir şekilde iki eliyle tutuğu fincandan papatya çayını içiyordu.

“Serhat, biz Mardin’de yaşıyoruz. Bütün hayatımızda orada…” Serhat tam dudaklarını aralayacakken Aziz Bey elini kaldırıp konuşmamasını işaret etmişti. “Ve ne kadar olayın içinde Kemal Bey’in olmadığını söyleşende ve sizde inkâr etseniz de görünen köy kılavuz istemez. Ben buraya Serhat’ı konağa götürmeye geldim. Ailesinin yanına, gerçek ailesinin yanına götürmek için geldim.”

Aziz’in sözleri koca yemek masasına bomba gibi düşmüştü. Serhat’ın gözleri şaşkınlıklı açılırken hala dudaklarında o masum gülümseme vardı. Kemal Bey’in elleri yumruk olmuştu. Kemal Bey bunu kabullenemezdi. Öğrendiklerini biliyordu. Oğlunu almaya çalışacaklarını biliyordu ama veremezdi. Oğlunu ellerinde silah tutan her an birilerini vurmaya hazır olan adamların ellerine vermeyecekti.

“Hayır.”

Kemal Bey’in sert sesiyle, Serhat’ın gözleri babasına dönmüştü. Babasının gözlerindeki keskinliğin ne anlama geldiğini biliyordu. Çelebioğlu ailesinin yanına gitme ihtimali bile yoktu. Babası onu onlardan kaçırırdı yine de vermezdi ki, kaçırmaya çalışmıştı. Birkaç ay daha Çelebioğlu bu gerçeği bilmeseydi kendisi şu an Japonya’nın Allah’ın unuttuğu bir şehirde olacağını biliyordu. Serhat’ın boğazında yumru oluşmuştu. Şimdi konuşursa geleceğini kökten değiştireceğini biliyordu ama konuşmak dahi istemiyordu. Varlıklarını kabullenmesi yetmiyor muydu?

Aziz Bey’in çenesi kasılmıştı bile. Su yeşili gözleri bir Serhat’a gidiyor bir de Kemal Bey’in daha çok koyulaşmış kahverengilerine.

“Demek istediğim bir şey var dedim. Soru sormadın farkındaysanız. Serhat benimle gelecek. Gerçek, öz ailesinin yanına.” Aziz’in sert sözleriyle Kemal Bey hışımla masadan kalkarken, Serhat’ın gözleri babasının yüzündeydi. Aziz’in ise gözleri can kardeşindeydi.

“Serhat on sekiz yaşında reşit bir birey! Ve yıllarca onu ben büyüttüm. Serhat sana yüz verdi diye astarını istemeye sakın cüret etme! Benim yanımdan oğlumu almazsınız!”

Serhat babasının sözleriyle gözlerini aşağıya indirmişti. Serhat’ın gözleri iki eliyle tutuğu fincandaydı. Elleri hafiften titrediğinden, fincanın içindeki sıvı hafifçe dalgalanıyordu.

“Eğer kardeşimi çalmasaydınız bizimle büyüyebilirdi. Bunu bir lütuf olarak sakın söylemeyin! Sen ve ailen koca bir ailenin ocağına ateş düşürdünüz!” Aziz’in sert sözleri Kemal Bey’i yaralamamıştı.

Kemal Bey, oğlunun Aziz’in sözlerinde haklılık payı bulacağını düşünmeden edemiyordu. Eğer böyle bir şey olursa ne yapacağını dahi bilmiyordu. O oğlu olmadan bir hiçti. Kemal Bey hızla hiç konuşmayan oğluna baktığında, Serhat’ın öylece boş bir şekilde kendisine baktığını görünce ilk defa karnından vurulmuş gibi hissetmişti. Serhat’ın gözleri ruhsuz bir şekilde bakıyordu. Sanki bu olanların onunla hiçbir alakası yokmuş gibi bomboş bakıyordu.

“Serhat, sende bir şey söylesen oğlum.”

Kemal Bey’in sesi o kadar aciz çıkmıştı ki, Serhat babasını ilk defa böyle görüyordu. Serhat içinden insan kaybedeceği bir şey olunca böyle mi oluyor diye düşünmeden edememişti. Onun da kaybedeceği şeyler çoktu. Mesela babasını kaybedemezdi. Teyzesiyle ne kadar uğraşsa da onu da kaybedemezdi, annesinin izlerini taşıyan bir insanı nasıl kaybedebilirdi ki. Erhan amcasını da kaybedemezdi. Erhan amcasının elinde büyümüştü. Onun üzerinde babasından annesinden çok daha emeği vardı yaşlı adamın. Bu yalıda çalışan kimseyi kaybetmek istemezdi.

Serhat ne kadar gerçek ailesini kabullenmiş gibi davransa da bu çok fazlaydı. Gidemezdi. Olmazdı. Babasını bırakamazdı. Bu hayatını bırakamazdı. Olmazdı.

Serhat iki çift gözün kendisine baktığını biliyordu. Dudaklarından çıkacak her kelimin bu yemek odasında yıldırım etkisi yapacağını da biliyordu ama konuşmak zorundaydı.

Serhat gözlerini Aziz’in beklentiyle kendisine bakan su yeşili gözlerine çevirirken, elindeki fincanı masaya koyup yavaşça ayağa kalkmıştı.

“H-Hayır.”

Tek bir kelime bir insanın kalbini kırar mıydı? Kırmıştı. Aziz Bey’in kalbi kırılmıştı. Su yeşili gözleri hem öfkeden hem de kırgınlıktan dolmuştu.

Serhat yaptığı etkinin farkındaydı. Yutkunup konuşmaya devam etti. “Aziz abi, gelemem. Benim hayatım burada. Lütfen benden böyle bir şey istemeyin. Sizi de anlıyorum ama benim ailem de, yaşamımda bu şehirde.”

Serhat’ın sözleriyle, Kemal Bey mutlu olmuştu ama Aziz’in çenesi kasılmıştı. Ellerini sımsıkı yumruk yapmış bir şekilde Serhat’ın gözlerine bakıyordu.

Aziz Bey kendini zorla toparlarken, düşüncelerini de hemen dile getirmemeye çalıştı. Yoksa çok ağır konuşabileceğini biliyordu.

“Çocuk hırsızlarının yanında mı yaşayacaksın?” diye sorarken hızla ayağa kalkmıştı.

Şimdi Serhat ve Aziz karşı karşıya duruyordu ki, Aziz Bey’in boyu Serhat’tan on beş santim daha uzun olduğundan, Serhat başını hafifçe kaldırmak zorunda olmuştu.

Kemal tam konuşacakken, Serhat konuşmuştu. Bu sorunun altında kalmak gibi bir olayı asla olamazdı.

“Babam çocuk hırsızı değil. Babaannemin yaptığı bir şey için beni seven adamı suçlamayacağım. On sekiz yıldır babam baktı bana.” Serhat’ın sesi kibardı ama altındaki sertlik bu konuda taviz vermeyeceğini gösteriyordu.

Kemal Bey oğlunun sözleriyle gözlerini kapatmıştı. Oğlunun onu bırakacağından çok korkmuştu ama Serhat’ın sevgisini çok küçük gördüğünü düşünmeden edememişti. Serhat’ın onu isteyerek bırakmayacağını bilmeliydi.

Aziz kardeşinin gözlerinde gördükleriyle burukça tebessüm etti. Kardeşinin gözlerinde kesinlikle keskinlik vardı ama o su yeşili gözlerdeki donukluk hala azda olsa duruyordu. Aziz masanın çevresinde dolanıp, tam Serhat’ın arkasında durduğunda, Kemal Bey Aziz’e bağıracakken, Aziz burnunu kardeşinin saçlarına gömerken fısıldayarak.

“Baktı. Bedenine bakmış ama ruhuna… Ben geri gelirim, kardeşim.” Dedikten sonra Serhat’ın ensesini öpüp ayrılmıştı ama Serhat bu sözlerle donmuştu. Babasının on sekiz yıldır fark etmediği bir şeyi öz abisi sadece yirmi dört saatten daha az bir sürede fark etmişti.

Serhat’ın gözleri bir an babasına gittiğinde, babasının koyu kahverengi gözleri ona minnetle bakıyordu ki, Serhat tebessüm etmeden duramamıştı. Babasını ağlatamazdı. Babası bu yaşananların hiçbirini hakketmemişti.

Kemal Bey hızlıca oğlunun yanına gelip, oğlunun omuzlarından tutarak kendine çevirerek sıkıca sarıldığında, Serhat’ta kollarını babasına dolamıştı. Kemal Bey’in yüzü gülümserken, Serhat’ın yüzündeki tebessüm gitmişti.

Babasını üzmemek için verdiği kararın ne kadar içini sıktığını en iyi biliyordu. Bu konuyu daha düzgün konuşabileceğini biliyordu ama gidebilirim iması bile babasını yıkmaya yetebilirdi. Birini kırmayayım derken yine kendisini kırmıştı ama Serhat içindeki sıkıntının acı ve hüzün olduğunu bile anlamamıştı. Sadece rahatsız edici bir his olarak göğsüne oturmuştu bu his.

“Oğlum.”

Kemal Bey’in acılı ama aynı zamanda mutlu sesi, Serhat’ın yüzüne yeniden tebessüm oturmuştu. Babasıyla her an ayrılabilirdi. Babası, yavaşça kendisini bırakırken, Serhat’ın yüzüne sevgili dolu bakışlarıyla bakmıştı.

“Sen oğlum, sen canımsın.” Dedikten sonra oğlunun alnından öpmüştü ki, Serhat sadece buna gülümsemekle yetinebilmişti.

Yemek odasında yankılanan öksürük sesiyle, Serhat kocaman gülümseyerek.

“Erhan amca sende bu girişi çok benimsedin.” Demesiyle Erhan Bey, baba ve oğula sevgiyle gülümserken.

“Aziz Bey, gittiler. Anladığım kadarıyla kahvaltı pek iyi gitmedi.” Derken gözleri hala yenmemiş masadaki yemeklerdeydi.

Kemal Bey’in de gözleri sofraya gitmiş daha sonra ise Serhat’ın zayıflayan yüzüne.

“Erhan, söyle de yattı hazırlasınlar. Bugün bütün planlarımı iptal ettir. Oğlumla güzel bir deniz turuna çıkalım.” Demesiyle, Serhat kıkırdayıp.

“Balık isterim Kemal Bey. Ama bu sefer kendiniz tutacaksınız.” Derken babasından yavaşça ayrılıp yemek odasının kapısına doğru yürürken omuzlarını dikleştirmişti.

“Eşek spasına bak hele! Sanki öneki balıkları başkaları tutuyordu!” Kemal Bey’in sahte çıkışına Serhat gür bir kahkaha atarak odadan tamamen çıktığında, Kemal Bey’in gözleri dolmuştu.

Erhan Bey, patronun iyi olmadığını biliyordu. Yavaşça kapıları kapatarak, patronuyla yalnız başına kalmıştı.

“Efendim yanlış olan ne?”

Erhan sorusuyla, Kemal Bey sinirle masadaki boş bardağı alıp duvara fırlatmıştı. Duvara çarpan kristal bardak bir anda bin bir parçaya buzla tuz olmuştu.

“Sorun ne mi? Sorun ne mi Erhan! Sorun Serhat! Sorun benim oğlumun bana bir kez bile bağırmaması!” Kemal Bey sinirle konuşurken elleri saçlarına gitmiş çekiştiriyordu.

Erhan Bey, Kemal Bey’in sözleriyle donmuştu. Ama patronunda haklı olduğunu biliyordu. Patronu çok haklıydı. Serhat Bey çocukluğundan beri hiçbir şeye ağlamaz, hiçbir şeye tam olarak kızmazdı bile. Tek yaptığı istediği bir şey olduğunda sürekli tekrar etmesiydi ki, bu da onun bıktırma politikasıydı. Serhat Bey’in bu sessizliği ve sakinliği bütün çalışanları korkutuyordu.

“Ulan! şu bardak gibi tuzla buz oldu bütün inandığı şeyler ama bir kere bile ağlamadı! Ağlamadı Erhan! Gülüyor. Gülümsüyor. Sakince oturuyor, konuşuyor. Hadi bana kızmadı. Hadi bana kızmadı. Ulan insan teyzesine de mi kızmaz. Öz ailesinin haklı olduğunu bildiği halde, haksızmış gibi gösterdi bugün burada. Öz abisine gelmem ben dedi Erhan. Sevinesim geliyor ama Serhat’ın bu durumu bu kadar sakin karşılaması sorun! Sorunları en büyüğü!”

Kemal Bey dün geceden beri içinde tutuklarını şimdi patlatmıştı. Kemal Bey, oğluna hiç benzemezdi. Oğlunun yanında patlamazdı ama o gün kesin patlardı. Bu yüzden evin her odası ses geçirmezdi.

Erhan Bey, Kemal Bey’in yanına gidip sarıldığında. Kemal Bey’de sarılışına karşılık vermişti. Babası öldüğünde, Erhan Bey onların yanlarındaydı. Erhan Bey her zaman Kemal Bey’in çalışanından çok abisi gibi olmuştu ama Erhan Bey konuşurken yine de çizgi çekmeyi seviyordu.

“Serhat Bey’de bir sorun olduğunu düşünmüyorum… Bence, Serhat Bey bile ne yaşadığını hala anlayamadı.”

Erhan Bey’in sözleriyle, Kemal Bey hıçkırarak ağlamaya başlamıştı.

“Umalım da böyle olsun Erhan. Oğlumu kaybedemem ben. Ben oğlum olmadan yaşayamam.”







Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

AHPO - 51. BÖLÜM: 2. Sezon - 2. Bölüm:

Hayırsız Evlat - 16. Bölüm: Kill Me! -1

Hayırsız Evlat - 15. BÖLÜM: Tavşan Deliği!