Kan Davası - 15. BÖLÜM

 Üzülmek!



"Bazen, aklımız kalbimizin doğru olmasını dilediği şeye inanır."

Melekler ve Şeytanlar - Dan Brown


Serhat geldiği dükkânın önünde durmadan edememişti. Buraya ne mutlulukla gelmişti oysa daha dokuz ay önce ne amaçla gelmişti oysa, sabah kendisine bir ay önce atılan mesajla hazır olduğunu öğrenince burukça gülümsemeden edememişti.

Kutlu Terzi

Annesinin terzisiydi. Yıllardır Beyoğlu’nun köşesindeydi dükkânı. Sahibi huysuz bir insandı ama Annesinden bilirdi ki, en iyi iş buradan çıkardı.

Serhat bir adım atıp dükkâna girdiğinde, dükkânın kapısının üstünde takılı olan zil çalmıştı. Zilin tiz sesiyle dükkânın ortasında, dikiş makinasının arkasına oturmuş yaşlı adam gözlüklerinin üstünden gelen kişiye baktığında, Serhat’ı görünce yüzünü buruşturmadan edememişti.

“Bir aydır gelmeni bekliyordum. Biraz daha gelmeseydin depoya kaldıracaktım.” Huysuz adamın sözleriyle, Serhat yarım bir şekilde sırıtıp.

“Üzgünüm Kutlu Bey, birkaç pürüz vardı gelemedim.” Demesiyle, terzi ayağa zorla kalkıp arkasındaki raflara dönmüştü.

“Annende aynı şekilde kaybolmuştu… Şapkasını Erhan’la sen gelmiştin… Sahi, o yaşlı kurt ne yapıyor?” diye sorarken rafları kenara çekip gizli gardırobu açtığında, içinde siyah kumaşa sarılmış askıyı alıp geri dolabı kapatmıştı.

Serhat, yaşlı adamın sözleriyle gözleri donuklaşmıştı ama dudakları hareket ediyordu.

“Erhan amca iyi. Evde beni idare ediyor her zamanki gibi.” Demesiyle, Kutlu Bey’de iç çekip.

“Annene çekmişsin sende, o yaşlı kurt seni değil babanı idare ediyordur.” Derken siyah kumaşı çıkarıp içindeki beyaz önlüğü çıkardığında, Serhat’ın gözlerindeki donukluk gitmişti. Gözleri heyecanla beyaz önlükteydi.

“Öyle demeyin. Babam idare edilecek bir insan değil. Evin yaramızı ve şımarığı benim.” Derken yavaşça yaşlı adama doğru yürüyüp, yaşlı adamın dikkatlice baktığı önlüğe bakmadan edememişti.

Yaşlı adam eserinden memnunun olmuş olmalıydı ki, yeniden siyah kılıfa koymuştu beyaz önlüğü. Siyah kılıfın fermuarını çektikten sonra dikkatlice tezgâhın üstüne koyup, tezgâhın altından karton poşeti alırken konuşmuştu.

“Kibarlığından ödün vermesin değil mi? Eee, yedi yaşında neysen yetmişinde de o olursun. Hala rakı balık yapıyor musun?” diye sorarken karton poşete siyah kılıfla askıyı dikkatlice koyarken, Serhat’ın sağ eli sol koluna gitmiş öylece yaşlı adamın hareketlerini izliyordu.

“İltifattınız iç çok müteşekkirim. Ne yazık ki, artık keyfimin istediği gibi içki içemiyorum.” Derken dudaklarını dişlemeden duramamıştı.

Yaşlı adam elindeki karton poşeti Serhat’a uzattığında, Serhat poşeti alıp gülümsemişti.

“Başına bir şeyler gelmiş belli ama merak etme deşelemeyeceğim seni… Umarım Hanım kızımıza uyar.” Demesiyle, Serhat yutkunup kocaman sırıtmıştı.

“Anlayışınız için sağ olun. Emin olun çok beğenecektir.” Dedikten sonra cebinden cüzdanını çıkaracaktı ki, yaşlı adam eline dokunup.

“Bu dükkânı bana annen açtı oğlum. Senin paran burada geçmez.” Demesiyle, Serhat’ın yüzünde buruk bir gülümseme oluşmuştu.

“Annem başka ben başkayım. Bir iş için ücretinizi almalısınız. Lütfen alın.” Derken zorla elini cebindeki cüzdana ulaşıp içinden kartını çıkarmıştı.

Yaşlı adam Serhat’ın yeşil gözlerindeki kararlılığı görünce iç çekip post cihazını çıkarmış cüzi bir miktar girmişti. Serhat’a kartı posta tutup ödediğinde kartı geri cüzdanına koymuştu. Cüzdanını cebine koyarken, yaşlı adam sinirle konuşmuştu.

“Bazen annene değil de babana çekseydin diyorum be çocuk!”

Serhat bu söze kıkırdayıp.

“Annem gibi bir kadına benzediğim için çok mutluyum efendim ben.” Demesiyle, yaşlı adam Serhat’ın gözlerine bakıp.

“Huy olarak benziyorsun sadece.” Demesiyle, Serhat gür bir kahkaha atıp kapıya doğru yürümüştü.

“Annem ve babamdan başka kime benzeyecektim ki! Sizinle sohbet etmek çok eğlenceliydi Kutlu Beycim ben tabana kuvvet.”

Serhat dışarı çıkarken elindeki kâğıt poşet ağır gelmişti. Hayır poşet ağır değildi, içinde ne olduğunu bildiğinden kendisine ağır gelmişti. Ne umutlarla diktirmişti bu önlüğü ama her şey gibi bu da boşa gitmiş gibi hissediyordu.

Serhat bisikletine doğru yürürken omuz silkip gülümsemişti. Özlem ondan ayrılmış olabilirdi ama bu son bir kez görüşemeyecekler demek değildi ki. Hiç değilse aşklarının güzel bir sonla bitmesini istiyordu. Böyle çok yarım kalmış hissetmekten kendini alamıyordu genç adam.

Serhat gülümseyerek elindeki karton poşeti bisikletinin önündeki sepete koyduktan sonra bisikletine binip hızla sürmeye başladı. Gözleri gülüyordu Serhat’ın.

Serhat bisikletini Özlem’in evine doğru sürmeye başlamıştı. İki saatlik yol vardı ama Temmuz’un sıcağında bisiklet sürmek onu eğlendiriyordu. Babası kışları bisiklet kullanmasına izin vermiyordu zaten.

Serhat hızla bisikletini sürerken gözleri de heyecanla yoldaydı. Dikkatli sürüyordu bisikletini kimseye çarpmadan ya da bir arabanın altına kalmadan kullanıyordu bisikletini.

Serhat iki saat boyunca bisiklet sürmekten terlemişti ama umursamadan Özlem’in evinin önünde durmuştu. Bisikletinden inerken, sepetine koyduğu karton poşeti de eline alıp bahçe kapısının üstündeki kilidi açıp içeri girerken, en son burada vurulduğu aklına gelince kıkırdamadan edememişti.

Serhat hala ölümden döndüğüne inanamıyordu.

Serhat kapının önüne geldiğinde derin bir nefes almıştı. Eli kapının ziline giderken dudaklarını dişlemeden edememişti.

“Serhat bir kapıyı çalacaksın bu kadar sorun etme be oğlum.” 

Serhat kendi kendini gazlarken eli zile basmıştı çoktan kulağına dolan rahatsız edici kuş sesini bile görmezden gelmişti. Kapının arkasından ‘Geliyorum’ sesini duyduğunda gülümsemeden edememişti.

Kapı açıldığında, gülümseyen Özlem’i görünce Serhat’ın kalbi bir atış kaçırmıştı. Özlem’in gün geçtikçe daha çok güzelleştiğini görünce içi akmıştı.

Özlem’in ise yüzündeki gülümseme silinmişti.

Serhat karşısındaki sevdiği kızda yaptığı ettiği görünce kocaman gülümseyip.

“Biraz konuşabilir miyiz?” diye sormasıyla Özlem’in gözleri panikle, Serhat’ın arkasında adam var mı diye baktıktan sonra başını salladığında, tam Serhat içeri girmek için adım atacakken, Özlem kapının önündeki terlikleri giyip kapıyı aralık bırakarak dışarı çıkmıştı.

“Dışarda konuşalım.”

Özlem’in sesindeki kırgınlık ve sertlik Serhat’ın canını yakmıştı ama Serhat her zamanki gibi sadece gülümsemişti.

“Olur.” Dedikten sonra bahçeye geçtiklerinde, iki gençte karşı karşıya duruyordu.

Su yeşili gözler karşısındaki genç kızın kahverengi gözlerinin içine bakarken, kahverengi gözler Serhat’ın bedeninde dolanıyordu.

“İyi misin?”

Özlem’in bu rahatsız edici sessizliği bozmasıyla, Serhat omuz silkip.

“Ölmedim. Yani iyiyim.” Derken sesi eğlenir gibi çıkmıştı.

Özlem, Serhat’ın dedikleriyle yutkunmuştu.

“Çok üzgünüm.”

“Çok üzgünüm.”

İki gençte aynı anda söyledikleriyle kıkırdamadan edememişti. Serhat elini uzatıp Özlem’in omuzunu tutarken.

“Sana yaşattığım her şey için çok üzgünüm. Ayrıldığın için kızgın değilim, Özlem. Ben seni kendimden bile daha çok severken nasıl sana kızabilirim ki.”

Serhat’ın sözleriyle Özlem’in gözleri dolmuştu. Serhat hemen başını biraz eğip Özlem’le aynı boya kendini getirirken gülümseyerek baktı.

“Ağla diye demedim bunları. Bunları söylememin tek bir sebebi var sevgilim. Düzgün bir ayrılığı hakkediyoruz bence.” Serhat bunları söylerken öyle bir söylemişti ki, Özlem alt dudağını dişleyip derin bir nefes almak zorunda kalmıştı.

“Se-Seni vuran ben olduğum halde mi?” Özlem’in sesi kısık çıkmıştı ama Serhat çok rahat bir şekilde sevgilisinin dediklerini duymuştu bile.

Serhat duyduklarıyla kocaman sırıtmıştı ki bu sırıtış gerçekti. Ne bir acı vardı bu sırıtışta ne de bir hüzün. Bu sırıtışta saf sevgi vardı.

“Senin elinden gelecek ölüm bile bana lütuf olarak gelirdi.” Demesiyle, Özlem’in sağ gözünden bir yaş firar etmişti.

Serhat, Özlem’in omuzunu bırakıp parmaklarıyla hafifçe o bir damla yaşın çenesine doğru yol almasın diye, parmağıyla o bir damlayı karşılamıştı.

“Bir damla göz yaşın için ölürüm ben güzelim. Ağlama lütfen. Bugün seni mutlu görmek istiyorum. Arkamda bir enkaz bırakmadığıma emin olmak istiyorum.” Serhat’ın sözleriyle Özlem derin bir nefes alıp.

“Ya, sen?” diye sormasıyla Serhat kocaman sırıtıp.

“Baksana bana, üzülmüş bir halim var mı?” diye sorarken sesi o kadar mutlu olmuştu ki Özlem karşısındaki gencin gerçekten de ayrılıklarına üzülmediğine inanmıştı.

“Hiç mi üzülmedin?” diye sorarken sesi titremişti genç kızın.

Serhat, Özlem’in sorusuyla kaçtığı gerçekliğe bir an düşecekti kendine hızla gelip.

“Üzülmedim. Hata sevindim. Sınavı kazanmışsınız Özlem Hanım...ah! Doktor Özlem Hanım demeliyim değil mi?” diye sorarken elinde hala tutuğu karton poşeti Özlem’e doğru uzatmıştı.

“Bu sana doktor hanım. Ama ben gidince açın lütfen.” Demesiyle Özlem kendisine uzatılan karton poşeti alırken Serhat asker selamı verip.

“Komutanım ben artık ayrılıyorum. Kalbinizi bunca zaman koruduğumu düşünüyorum. Mutlu günlerimiz ve kötü günlerimiz oldu ama hiçbir zaman pişman olmayacağımız günler yaşadığımızı düşünüyorum. Umarım pişman değilsindir benimle tanıştığına…”

Serhat şakayla konuşurken Özlem’in burnunun ucu sızlıyordu.

“Pişman değilim asker. Ama bu aşkın tek üzüleni ben olmak üzmedi değil.” Sesi boğuk çıkmıştı. Serhat Özlem’i kollarının arasına almak istese de şimdi ayırılması gerektiğini biliyordu.

“Bu durum sizin suçunuz değil komutanım. Askeriniz sorunlu bir insan. Her neyse, kendine iyi bak. O dünyalar güzeli kalbini kıracak birisine sakın emanet etme yoksa bu eski asker öğrenir ve kalbini kıran kişiyi kırar. Terhis vaktim gelmiştir benim Komutanım. Bize ayrılan sürenin sonuna gelmiş bulunmaktayız.” Dedikten sonra hiç düşünmeden arkasını dönüp hızla bahçe kapısından dışarıya çıktıktan sonra bisikletine binerken gözleri donuktu.

Arkasında nasıl bir enkaz bıraktığını bildiğinden üzülmek istiyordu. Ağlamak istiyordu. Özlem’i o kadar çok sevmişti ki bu ayrılığın ona en büyük darbe olacağını düşünmüştü ama bir kez bile gözleri dolmamıştı. Serhat bisikleti sürmeden önce son sözlerini söylemişti.

“Baban dünyaca ünlü bir psikiyatrist olabilir ama sen sorunlusun Serhat Taş.”

 Özlem giden eski sevgilisinin arkasından sessizce ağlarken, Serhat’ın onu her zaman çok sevdiğini sanmıştı ama bu konuşmadan sonra anlamıştı. Özlem ağlarken elindeki karton poşete bakıp alayla gülümsedi. Serhat’ın giderayak ona yine bir şey hediye ettiğini biliyordu. Arabasını daha verememişti ki, Serhat’ın o arabayı geri almayacağını da biliyordu.

Özlem derin bir nefes alıp elindeki karton poşetin içindeki askısı olan siyah kılıfı dışarı çıkardığında, siyah kılıfın bile ipekten olmasına şaşırmadan edememişti ama Serhat’ın bu sefer elbise aldığı kesindi. Özlem siyah kılıfın fermuarını aşağıya indirdiğinde, içindeki görünce ağzından hıçkırık kaçmıştı.

Beyaz doktor önlüğünün gözünün üstünde,

‘Dr. Özlem Polat.’

Yazıyordu.

Özlem hıçkırıklarla ağlarken elindeki beyaz doktor önlüğüne sarılmış öylece ağlıyordu. Serhat’ın ona sevgisinden şüphe etmişti değil mi? Üzülüp üzülmesi hiç umurunda değildi. Bir insan sevdiğinin hayallerini gerçekleştiren bir insan ben seni seviyorum demese de olurdu.

“Serhat!”

 

*                             *

 

Rahmi Bey koltukta fenalaşmış bir şekilde otururken ev ahalisi öğrendiklerine inanamıyordu. Hepsi bir ağızdan konuşmaktan başka bir şey yapmıyordu.

“Biliyordum ulan o adamda bir halt olduğunu!” diyen İhsan’dan başkası değildi. Haberi öğrenir öğrenmez eve gelmişti.

“Tam şerefsizler ya! Kardeşimizi çaldılar lan bizden!” Yusuf’un sesi ağlamaklı çıkıyordu ki, ağlamıştı da. Ölü bildikleri kardeşlerinin kanlı canlı olması Yusuf’u ağlatmıştı.

“Adamı ne yapacaksın lan! Orada kardeşimiz varken. Kardeşimizi alalım yeter. Çocuk bir de karaciğerinden oldu ulan!” Aram’ın söyledikleriyle, Baran suçlu bir şekilde oturduğu yerde daha da küçülmüştü.

Zaten koca avluda dört kişi konuşmuyordu. Şilan Hanım sessizce Baran’ın odasından topladıkları fotoğraflara en büyük oğlu Aziz’le birlikte bakıyorlardı. Aziz ise öylece kardeşinin küçüklük fotoğrafına bakıyordu. Serhat’ın kocaman gülümseyen yüzüne dolmuş gözleriyle bakmakla yetiniyordu.

“Oğlum saçmalamayın ya! Çocuğun yanına gideriz her şeyi anlatırız.  Reşit zaten, o çocuk hırsızıyla kalacak değil ya!” diyen Miran’la, Baran sessizliğini bozmuştu.

“Avukatın dediğine göre, birbirlerine çok düşkünlermiş. Böyle bir haberin Serhat’ı yıkabileceğini söyledi. Hem daha yeni ameliyat oldu ya…” Baran’ın kısık sesle söyledikleriyle, Aras kardeşine öfkeyle baktı.

“Baran bence sen, Serhat seni affedene kadar konuşma. Ne de olsa çocuğu az kalsın ölüme götüren de sendin!”

Aras’ın söyledikleriyle Miran sinirle kardeşine dönmüştü.

“Bilse vurur muydu oğlum! Bilmiyordu! Bilmiyorduk! Ulan bana kalsa karaciğeri bile verdirmeye gönlüm razı değildi! Hepimiz bu duruma kızmıştık, babamla Aziz abim dışında!”

Miran’ın dedikleriyle konuşan herkes suspus olmuştu. Aziz ise adının geçmesiyle kardeşine dönmüştü. Dolmuş yeşil gözleriyle kardeşinin ela gözlerine bakıp elindeki fotoğrafı göğsünün iç cebine koyup ayağa kalktı.

Aziz’in ayağa kalkmasıyla herkes Aziz’e dönmüştü.

Rahmi Bey kolundaki tansiyon aletini bırakıp oğluna dönmüştü ama Aziz kimseyi umursamadan avludan dışarıya çıkmak için adım atacakken, Rahmi Bey kendini zorlayarak.

“Nereye oğul?”

Aziz babasının sorusuyla arkasını dönmeden büyük dış kapıların önüne gelip, herkesi dumura uğratacak o son sözleri söylemişti.

“Kardeşimi ait olması gerektiği yere getireceğim. Sizin konuşmalarınız umurumda değil! Benim kardeşim o! O BENİM ÇINAR’IM! Ben Çınar’ımı eve getirmeye gidiyorum!”




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

AHPO - 51. BÖLÜM: 2. Sezon - 2. Bölüm:

Hayırsız Evlat - 16. Bölüm: Kill Me! -1

Hayırsız Evlat - 15. BÖLÜM: Tavşan Deliği!