Kan Davası - 14. BÖLÜM

 Mutlu Ev, Mutsuz Ev!


"İnsanoğlu bu, kimin içinde ne var bilinmez."

İnce Memed 1 - Yaşar Kemal

“Serhat Bey, evinize yeniden hoş geldiniz!” Erhan Bey’in sözleriyle Serhat kocaman sırıtıp karşısındaki amcası gibi gördüğü adamın üstüne direk atlamıştı.

“Erhan Amca, seni çoook özledim!”

Erhan Bey, kucağındaki genç adama sarılırken, “Belimi ağrıtacaksınız Serhat Bey.” Demesiyle, Serhat Erhan amcasının gözlerine dikkatlice bakmıştı.

“Ciddisin sen? Baba ben özledim diyorum adam belim ağrıyacak diyor!” Serhat sitemle Erhan Bey’den ayrılırken, Kemal Bey’de oğlunun dediklerine göz devirip yalının içine girmişti.

“Bırak adamı Serhat. Çocuk gibi adamın üstüne çıkma.” Kemal Bey’in sözleriyle Serhat yüzünü buruşturup.

“Erhan amca görüyor musun bana resmen kilolusun dedi ya!” derken babasının arkasından yalıya girmeyi unutmamıştı.

“Evim gibisi yok yemin ederim ya! Hastane gibi kokuyorum. Hemen bir duş alacağım.” Derken koşarak merdivenlere yöneldiğinde, Kemal Bey oğlunun enerjik hallerine endişeyle bakmadan edemedi.

“Koşma oğlum. Dikişlerin patlayacak!”

Serhat babasının sözleriyle merdivenlerin korkuluklarından gövdesini sarkıtıp babasının koyu kahverengi gözlerine baktı.

“Yorgan diker gibi dikmişler baba beni, ne dikişi açılması. Açılmaz bu dikişler!” diyerek merdivenlerden kaybolduğunda Kemal Bey iç çekmeden edememişti.

Oğlu onca yaşananları yine görmezden geliyordu. Kendisi psikiyatrist olduğu halde oğluna derman bulamıyordu. Oğlunun her yaşanan kötü olayı arkasına atıp umursamamasını güçlü bir olay olarak görmek istese de bunun elinde sonunda patlayacağını biliyordu. Sadece zaman meselesiydi. Ne zaman patlardı muallaktı ama Serhat’ın biraz daha bu durumları görmezden gelmesine dayanamayacaktı. Az kalsın ölümden dönmüştü. Karaciğeri tamamen iflas etmiş organ nakli gerekmişti.

“Hala şaka yapıyor ya.” Kemal Bey sitemle konuşunca arkasında duran Erhan Bey’de iç çekmeden edememişti.

“Bunun acısının çok pis çıkacağını düşünmeden edemiyorum efendim.” Derken kahverengi gözleri endişeyle boş merdivendeydi. Serhat’ı babasından daha iyi tanıyan birisi varsa o da evin kahyası Erhan Bey’di. Erhan Bey Serhat’ı asıl büyüten kişiydi. Bütün huyunu suyunu bilirdi, Serhat’ı hiç ağlarken görmemişti ama o da korkuyordu. Taş bile elinde sonunda çatlarken, Serhat’ın çatlayacağından emindi.

Kemal Bey merdivenlere yönelmeden önce Erhan Bey’in sözlerine karşılık vermeden edememişti.

“Erhan içini ferah tut. Bunu da en az zararla atlatacağız.”

Kemal Bey kendisi odasına çıkarken, Erhan Bey üzülmeden edememişti giden adamın arkasından. Kemal Bey’in karısının ölümü bir trajediydi. Serhat’ın ise dünyanın en vurdumduymaz insanı olması Kemal Bey’e verilen bir nimet ya da bir cezaydı ama Kemal Bey bunu bir lütuf olarak almıştı.

Erhan Bey başını iki tarafa sallayıp mutfağa yöneldi. Serhat Bey’in en sevdiği yemekleri yaptırmalıydı. Akşam bir kaos istemiyordu yaşlı adam.

Erhan Bey mutfağa giderken, Serhat’ta banyosundaki aynadan kendine bakıyordu.

“Harbi delmiş lan beni!” Derken bir eli sırtında diğeri de göğsünün altındaydı. Hem ön tarafta dikiş izleri hem de arkada vardı. Göğsünün altındaki yara ufaktı ama sırtındaki yaranın çapı büyük duruyordu.

“Püüü! Oğlum ben seni bulmaz mıyım lan!” derken sırıtmadan edemiyordu. “Estetik paramı senden çıkaracağım, yaptırmışken şu çenemi daha da sivrileştirsem iyi olur aslında. Yapmışken bir de lazere mi gitsem. Her hafta tüy dökücülerinden kurtulurum…” Serhat aynadaki kendisine mırıldanırken eliyle de vücudunu yokluyordu. “O değil de kaslarım erimiz. Bunun için bile tazminat davası açmalıyım. Tabi ya lan! Gökhan amcaya diyeyim de bu heriften koparabildiğimiz kadar alalım.” Yüzünde dünyanın sırını çözmüş gibi bir sırıtış vardı. Arkasındaki jakuzinin dolduğunu görünce hızla aynadan ayrılıp jakuziye atlamıştı. Dikişlerinin birkaç tanesi hala duruyordu ama babasına dikişlerine yeniden yaptırtabileceğinden hiç su geçirmez bant kullanmak aklına dahi gelmemişti.

Serhat köpüklü suyun yanındaki keseyi alıp ilk önce kollarından kendini keselemeye başlarken gözleriyle de banyoya bakıyordu.

“Adam bir de üşenmemiş benim sevgilimin evine gelmiş ya!” derken öfkeyle de kendini keseliyordu.

“Bir de çekil bacım dedi. Ama şimdi bacımdan başka bir şey deseydi çok pis kıskanırdım ya… Bacım iyidir. O değil de, kardeşiyle aynı gözlere sahipti adam be. Benim de kardeşim olsaydı aynı göze mi sahip olurduk be! Olum çok güzel olurdu…” Serhat annesinin ondan başka çocuğa sahip olamayacağını hatırlayınca yüzündeki şapşal gülümseme silinmişti. “Babamı yeniden evlendirsem mi acaba? Ben kardeş istiyorum ya!” Kendisini vurmaya çalışan adama kin bile beselemiyordu. Heveslenmişti Serhat. Böyle bir kardeş sevgisi istiyordu. Onun için katil olabilecek bir saplantılı sevgiyi istemeden edememişti. O doğduğundan beri tekti ki, kuzeni bile yoktu. Ailenin tek çocuğu olarak kendini her zaman izole etmişti. Görüştüğü kişilerde hep babası yaşındaki adamlar olmuştu. Tek çocukluk arkadaşı Enes’ti ki onun babasını da pek sevmezdi. Kuralcı bir adamdı. Babası hiç Serhat’a kural koymamıştı. Serhat bunca yaşına kadar ne istediyse yapmış ve almıştı ve kimse de ona neden bunları alıyorsun yapıyorsun dememişti. Serhat bu yüzden kuralcı aileleri anlamıyordu. Ama Baran’ın o koruyucu halleri ve dehşete kapılacak kadar sevginin ne olduğunu öğrenmek istemeden kendini alamamıştı.

Kardeşi olsaydı o da bu kadar değişir miydi bilmiyordu. Çocukluğundan beri diğer insanlardan daha farklı olduğunu biliyordu. Birisi ölse bile ağlamazdı, en sevdiği oyuncakları kırıldığında ya da kaybolduğunda bile hiçbir zaman ağlamamıştı. Kendi kardeşi de olsaydı ve ölseydi ağlar mıydı diye düşünmeden edememişti. Vurulduğunda bile ne kadar canı acısa da ağlamamıştı.

Serhat’ın su yeşili gözleri donuklaşmış bir şekilde köpüklerdeydi. Aklında annesinin akrabalarının sözleri dolanıyordu.

“Annesine gram üzülmedi!”

“Çocuk değil ya canavar. Bebek bile annesini kaybettiğinde ağlıyor bir de şu çocuğa bakın ağlamayı geçtim bir kez gözleri bile dolmadı.”

“Psikopat olmasın.”

“Hişt. Babası duyacak şimdi.”

“Duyarsa duysun, terzi kendi söküğünü dikemez hesabı. Çocuğu da belki tırlatmıştır.”

“Serhat Bey, banyodan ne zaman çıkacaksınız?” Erhan Bey’in sözleriyle, Serhat kaç saattir jakuzide olduğunu bilmiyordu ama bütün bedeni keseden kızartacak kadar kaldığı kesindi. Elindeki keseyi kenara koymuştu.

“Saçlarımı yıkadıktan sonra çıkacağım Erhan amca.” Derken titreyen elleriyle köşedeki şampuanı alıp eline döktükten sonra saçlarına yedirmeye başlarken düşünmeden edememişti. Begüm her zaman şampuanın gözlerini yaktığını söylemişti. Başını iki tarafa sallayıp.

“Saçmalama oğlum.” Dedikten sonra saçını da üç defa yıkadıktan sonra jakuziden çıkıp kenardaki duş yerine geçip kendini duruladıktan sonra, havlusuna sarılıp odasına girmişti. Yatağın üstüne bırakılan pijama takımlarına gülümsemeden edememişti.

Erhan amcası gitmeden önce çıkarmış olmalıydı.

Kendisini kuruladıktan sonra iç çamaşırını hızla giyip, pijama takımını da giydikten sonra odasının köşesinde her zaman sevdiği ama hiçbir zaman giymediği ayıcıklı terliklerini ayaklarına geçirdikten sonra dolabından bir baş havlusu çıkarıp saçlarındaki suları aldıktan sonra odadan çıkmıştı.

Evini gerçekten de çok özlemişti. Hastane kalabalıktı hiç yalnız hissetmemişti ama evi kadar onu rahat hissettirmiyordu.

Merdivenlerden inerken düşünmeden edemiyordu. Yalıyı bir kez bile boyatmamışlardı. Annesi en son nasıl boyattıysa öyle kalmıştı duvarlar. Her sene iki defa silinirdi duvarlar o kadar. Merdivenlerin korkuluklarını bile boyatmamışlardı. Vernikten başka bir şey atılmazdı tahta merdivenlere. Gözleri merdivenin duvarlarındaki çini tabaklara kalmadan edememişti. Her çini tabağını annesi farklı bir ülkeden getirmişti. Eli bir an çini tabaklara gidecekken kendisini zor tutmuştu. Her zaman bunlara dokunmaktan korkmuştu. Dokunurum da kırarım diye korkuyordu.

Hole geldiğinde gözlerini hızla yemek odasına çevirmişti. Hızlı adımlarla yemek odasına girdiğinde, babasının baş köşeye oturduğunu görünce gülümsemeden edemedi.

“Afiyet olsun.”

Kemal Bey oğlunun kılık kıyafetine baktıktan sonra saçlarına bakmadan edememişti.

“Yemekten sonra saçlarını kurutalım.” Demesiyle, Serhat başını sallayıp hemen babasının sağ tarafına oturmuştu.

Kemal Bey oğlunun sandalyeye oturmasıyla yemeğe başlamıştı. Serhat’a önündeki yaprak sarmasına ve sigara böreğine bakarken kocaman sırıtıp eline çatalını alıp yaprağa dalmıştı.

Kemal Bey oğlunun hızlı hızlı yemekleri götürdüğünü görünce yarım bir şekilde gülümseyip suyundan bir yudum alıp kendi brokolisini ve bifteğine dönmüştü.

“Baba biliyor musun? Enes’in babası Enes’i dershaneye yazdıracakmış.” Serhat ağzındaki yaprağı midesine gömerken konuşmadan edememişti. Enes’in bu hafta sonu dershaneye yazdırılacağını duyunca bir kanka gibi arkadaşını takip etmek istemişti.

“Evet, haberim var.” Kemal Bey elindeki çatalı bırakıp oğlunun gözlerinin içine bakmıştı.

Serhat babasının dedikleriyle babasına en tatlı olduğunu düşündüğü bakışlardan atmaya başlamıştı.

“Peki, babacığım beni de yazdırır mısın? Hani mezuna kaldım ya.” Serhat tatlı tatlı babasından isteğini dile getirdiğinde, Kemal Bey derin bir nefes alıp konuşmaya başlamıştı ama oğlundan da çekinmeden edemiyordu.

“Hayır. Eylül ayında Japonya’ya gideceksin. Orada eğitimini tamamlayacaksın.”

Serhat duyduklarıyla dudaklarını büzmeden edememişti. “Neden?”

Serhat’ın tek sorusu Kemal Bey’i bozguna uğratmıştı.

“Ne neden oğlum? Senin için böylesinin daha iyi olacağını düşündüm.” Demesiyle, Serhat çenesini eline yaslayıp babasının gözlerinin içine baktı.

“Neden Japonya? Neden Fransa, İngiltere, ne bileyim İsviçre değil de neden Japonya?”

Serhat’ın sorduğu şeyle Kemal Bey donmuştu. Oğlunun bu duruma kızacağını düşünmüştü ama oğlu ona kızmak yerine neden Japonya olduğunu sorguluyordu.

“Seninle sohbet ederken sen söylemiştin. Orada bir dönem yaşamak istediğinden falan bahsedince bende bu ülkeden uzaklaşmak sana iyi gelir diye düşünerek böyle plan kurdum.” Demesiyle, Serhat babasına bakarken gülümsemeden edememişti.

“Tamam. Eylül’de mi gideceğim?” diye sorarken eline yeninden çatalını alıp yaprak sarmasına geri dönmüştü.

Kemal Bey oğlunun bu sakinliğiyle kalakalmıştı. “Sorun değil mi senin için? Ne bileyim bütün arkadaşların burada kaldı?” diye sorarken tedirgindi.

Serhat omuz silkip. “Begüm Hukuk kazanacak baba. Derslerinden başını kaldıramaz. Enes’in ise babası zaten bizi görüştürmez hiç değilse Enes Ankara’yı kazanmadan asla görüştürtmez. Diğerlerine gelince de Begüm’ün çıtlatmasına göre pek arkadaşım değillermiş. Ha, Özlem’i soruyorsan, o da Ankara’ya gidecektir. Hacettepe istiyordu. Anlayacağın ben burada kös kös evi bekleyecektim. Benim içinde iyi olur farklı bir ülke.” Derken sesi umursamaz geliyordu. “Hem orada biraz kafa dinlerim. İstanbul’un kalabalığı beni boğmaya başladı.”  

Serhat’ın sözleriyle Kemal Bey’in gözleri anlayışla bakmıştı. Oğlunun başına gelenlerden sonra böyle bir karar almasını normal bulmuştu.

“Tokyo’da buradan kalabalık yalnız?” diye sorarken, Serhat babasına gülüp.

“Tokyo’ya asla gitmem. Bana bir kırsal yer yeter zaten dillerini bir sene de anca çözerim. Bir sene sonra da üniversiteye girerim.” Demesiyle, Kemal Bey’in omuzları düşmüştü.

“Yalnız kalmak depresyonu artırır biliyorsun değil mi?” Kemal Bey oğlunun depresyona girmesinden korkmuyor değildi.

Serhat gözlerini kısıp babasına bakmadan edememişti. “Ben mi depresyona gireceğim? Baba şu dünyada beni depresyona sokabilecek bir olayın yaşanma ihtimali dahi yok.”

Kemal Bey oğlunun sözleriyle kıkırdayıp. “Kendini bu kadar sağlam görme paşam. Ufacık kâğıt kesiği bile insanı depresyona sokar bazen.” Demesiyle, Serhat’ın gözleri anlık donuklaşmıştı ama hemen kendine gelip gür bir kahkaha atmıştı.

“Kâğıt kesiğimi? Baba beni şiş kebap yaptılar ona üzülmedim kâğıt kesiğine mi üzüleceğim… İyi şaka, yalnız bende üzülecek bir yürek yok. Ben hayata gülmek için gelmişim.” Derken eline su dolu kadehi alıp havaya kaldırmıştı.

“Bu serseri oğlun sadece gülecek. Ben annemin karnında çıkarken ağlamamış bundan sonra ağlar mıyım sanıyorsun?” derken babasına göz kırpmayı da unutmamıştı.

Kemal Bey oğlunun şebekliklerine gülüp geçerken içinden ‘İnşallah ağlayacak bir durum yaşamasın oğlum’ diye geçirirken gülüp kendi kadehini havaya kaldırıp.

“O zaman bu serseri için içiyoruz bugün!”

 

*                                              *

 

Aras konağa geldiğinde başıyla çalışanlara selam verip yukarı çıkmıştı. Annesine gözükmeden odaya girmeyi planlıyordu. Bugün şirkette sadece kendisi ve babası vardı. Diğerleri ablasının yanındaydı. Hastaneden ayrılmamışlardı daha ama eve geçtiklerinde daha beter olacağını biliyordu.

Merdivenleri çıkarken sessizce çıkmaya çalışıyordu. Ufak bir ses bile annesine yakalanması demekti ki, annesinin konuşmasını gerçekten de bugün çekemezdi.

Konakları dört katlıydı. Bütün merdivenleri dışardan ve içerdendi. Aras dışardaki merdivenlerden üçüncü kata kadar çıkmıştı. İçerdeki çalışan kadın kadınları rahatsız etmek istemiyordu. Konak her zaman kalabalıktı. Mardin’in en büyük aşireti olduklarından her zaman olmasa da her zaman misafir gelecek gibi hazırlık yapılırdı. Bu eski, güzel şehirde kan davası asla bitmezdi. Bir geceleri huzurlu olsa ikinci gece ila ki bir olay patlardı.

Üçüncü kattaki odasına girmek için kapısına doğru yürürken, köşedeki kardeşinin odasından cam kırılmasına benzer gibi olan sesle kaşlarını çatıp, kendi odasına gitmek yerine kardeşinin kapısının önünde durmuştu. Hizmetçiler kırdı diyecekti ama Baran’ın iki aydır odasından çıkmadığını bildiğinden bardağı kıranın kardeşi olduğunu biliyordu.

Tahta kapının önüne geldiğinde kapıya üç kez vurup.

“Baran, iyi misin lan?” diye sorarken kapının tokmağını da tutup açmaya çalışmıştı ama kapı iki aydır olduğu gibi kilitliydi.

“Bari ses ver kardeşim!” Aras’ın sesi yorgun çıkmıştı. Babasının cezasının çok olduğunu düşünüyordu. Baran’ın masum birini vurduğunu biliyordu ama yine de bu ceza ömürlüktü Baran için.

Aras içerden ses alamayacağını bildiğinden tam arkasını dönecekken kapının gıcırtı sessiyle hemen arkasını dönmüştü. Kardeşinin kıpkırmızıya dönmüş kanlı ela gözleri ona öyle bir korkuyla bakıyordu ki, Aras gerçeği bilmese kardeşinin odasında korkunç bir şey olduğunu düşünecekti.

Kardeşin göz altları da sanki uzun zamandır uyumuyormuş gibi siyahlanmıştı. Dudakları ise kuruydu. Turuncu sakaları ise, uzun zamandır sakalarını kesmediğinin resmiydi. Kardeşinin üstündeki kıyafetler bile dağınıktı. Pijamanın yakası aşağıya düşmüş, altı ise belini zor tutuyordu.

“Ne bu halin?”

Aras’ın sorusuyla Baran’ın dudakları aralanmıştı ama sonra geri kapatmıştı. Titreyen elleriyle abisinin elini tutup odasına çektiğinde, Aras şaşkındı. Kardeşi iki aydır odasına kimseyi almıyordu. İçerisinin ne kadar çöp eve döndüğünü görmek istemese de içeri girdiğinde kesinlikle görmeyi beklediği şey bu değildi.

Duvarların her yerinde fotoğraflar vardı. Baran yazıcıdan çıkarmış gibiydi. Baran abisini içeri soktuktan sonra kapıyı kapatmıştı.

“A-Abi…” Baran’ın sesi acılı çıkmıştı.

Aras endişeyle kardeşine dönmüştü.

“Bunlar ne Baran?” diye sorarken duvara doğru gitmişti, her fotoğrafta yeşil gözlü çocuğun farklı zamanlarda çekilmiş fotoğrafları vardı. Ama en korkuncu ise her fotoğrafın yanında kendi abileri olan Aziz abisinin fotoğrafı konulmuştu. Çocuğun yüzüyle abisinin yüzü o kadar benzerdi ki, abisinin ikizi olsa ancak bu kadar benzeyeceğini düşünmeden edememişti.

Aras çocuğun denizde çekilmiş fotoğrafını duvardan çekip alırken elindeki fotoğrafa dikkatlice bakmadan edememişti.

“A-Abi, bu…bu çocuk Serhat.”

Baran’ın sözleriyle, Aras’ın elindeki fotoğraf yere düşmüştü. Aras yüzünü kardeşine öyle bir döndürmüştü ki, Baran yutkunmadan edememişti.

Baran abisinin bakışlarından gözlerini kaçırırken masasının üzerine daha bir dakika önce fakslanan dosyayı abisine doğru uzattı.

Baran ilk başta, Serhat’ı vurmaya gittiğinde sadece çocuğun abisine tesadüfen benzediğini düşünmüştü ama daha sonra Miran abisinden Aziz abisinin karaciğerinin yüzde yüz uyum sağladığını duyduğunda kıllanmıştı ama babasından alabileceği tepki yüzünden korkmuştu ki, aklına gelen şeylerin deli saçması olduğunu düşünmüştü. Daha sonra çocuk hakkında daha fazla bilgi alabilmek için sosyal medyadan araştırdığında çocuğun pek sosyal medyaya da takılmadığını anladığında, okulu sayesinde arkadaşlarının sosyal medyalarından fotoğraflarına ulaşmıştı ki, çocuğu linçlerken de epey fotoğrafını sızdırmışlardır. Baran sadece tek bir telefon eder çoğu fotoğrafı ele geçirmişti. Her fotoğrafta çocuğun abisine benzerliği canını yakıyordu. İki ay boyunca saçmalama demişti kendisine. Böyle bir şey ancak filmlerde, dizilerde olur demişti kendisine ama dün gece bir cesaretle avukatlarından Serhat’ın doğum tarihini öğrenmesini istemişti.

Fakslanan doğum belgesiyle elindeki su dolu bardağı düşürmeden edememişti Baran.

5 Nisan 2006, Çarşamba, İstanbul.

Aras kendisine uzatılan kâğıdın ağırlığını şimdiden hissetmişti. Bu gerçeği kimse kaldıramazdı. Eğer düşündüğü şeyse anneleri yıkılacaktı daha kötüsü babalarını kimse tutamazdı.

Aras kâğıdı alıp okurken elleri titriyordu. Kâğıdı okuduktan sonra sağ gözünden bir damla firar etmeden duramamıştı.

“B-Baran, bu olmaz… Se-Sen vurdun bu çocuğu- ka-kardeşi…” Aras hızla elini ağzına kapatmıştı. Midesi bulanıyordu. Bu gerçek ona çok ağır gelmişti ki karşısındaki kardeşi daha kötü haldeydi.

Baran bu olayın gerçek olduğunu anladığından beri bütün vücudu çökmüştü. El oğlunu vurmakta kötü bir şeydi ama bilmeden öz kardeşini öldürmeye çalıştığını bilmek Baran’a ağır geliyordu.

Aras yatağın kenarına otururken Baran’da abisinin yanına oturmuştu. İki kardeşte öğrendikleri şeyleri hazmetmeye çalışıyordu.

Baran’ın aklı öldüm ben diyerek allarımdaydı. Öz kardeşini vurmuştu. Babaları bu gerçeği öğrendiğinde öz oğlunu alamaya çalışacaktı ama ne mahkeme onlara Serhat’ı verirdi ne de şu anki babası olan Kemal Bey çocuğu onlara gösterirdi. Her şeyi aceleci kararıyla mahvetmişti. Baran’ın bütün bedeni acıdan titriyordu. O kardeşinin yüzüne bir daha bakamazdı ki, ona katil demişti. Ablasını öldürmekle suçlamıştı bilmeden. Masum kardeşini hapse gönderecekti az kalsın.

Aras ise daha farklıydı. Kemal Taş’ın onları İstanbul’dan kovmasını düşünmeden edemiyordu. Adamın acısına bağlamıştı bu durumu ama şimdi her taşın yerine oturduğunu düşünüyordu Aras. Adamın bu gerçeği onların öğrenmemesi için gönderdiğini anlamıştı. Babaları çocuğu bir kez bile dahi yüz yüze görememişti.

Aras bu farkındalıkla ellerini yumruk yapmıştı. Kardeşini onlardan saklamaya çalışmıştı o adam. Onların kardeşini, ailesinin en ufağını onlardan koparmışlardı.

“Na-Nasıl olmuş bu?” Aras bunu sorgulamadan edememişti. Kardeşinin hastanesi farklı gözüküyordu ama doğum saatine kadar her şey aynıydı. Babasının kan grubuyla aynı kan grubundandı kardeşi.

Baran yerdeki İran halısından başını kaldırıp abisine bakarken başını iki yana salladı.

“Bilmiyorum. Ama avukatın dediğine göre, o dönem çocuk satma işlemi fazlaymış abi. Fakir gördükleri, güçsüz gördükleri ailelerin çocuklarını öldü gösterip zengin ailelere satıyorlarmış.”

Baran’ın sözleriyle Aras’ın bedeni kasılmıştı.

“Nasıl vicdansızlık ulan bu! İnsanın bebeği alınıp satılır be!” derken sesi istemsizce yükselmişti.

Baran korkuyla abisine hemen fısıldamıştı.

“Abi sessiz! Anam duyacak şimdi.” Demesiyle Aras öfkeyle kardeşine döndü.

“Duyarsa duysun oğlum! Bu gerçeği zaten on sekiz yıl boyunca bilmemiz bizim ayıbımız anasını satayım! Ulan biz bu çocuğu hapiste şişleyecektik lan! Ya hapse girseydi! Sen bu çocuğu vurdun lan! Bilmeden öz ve öz kardeşimizi vurdun! Aziz abim bilmeden çok beklediği kardeşine karaciğerini verdi be! Bir kere bile göremediği kardeşine karaciğerini verdi!”

Aras’ın bağırışlarıyla bütün konak avluya çıkmıştı.

Baran’ın odasının kapısı sert bir şekilde açıldığında, Rahmi Bey öfkeyle.

“Kim kardeşine ciğerini vermiş? Ne bağırıyorsunuz oğlum siz?”

Rahmi Bey’in sorusuyla iki kardeşte yutkunarak birbirlerine bakarken, Aras babasına dönüp.

“Baba sen ne zaman döndün?” diye sormadan edememişti. Kendisi şirketten çıkarken babası hala şirketeydi. Babasının hala şirkete olduğunu düşünüyordu.

Rahmi Bey oğlunun sorularına cevap verirken odanın içine tam girip, duvardaki fotoğraflara yönelmişti.

“Senden sonra çıktım bende. Annen erken gel demişti… Kim bu çocuk? Aziz’ime ne kadar benziyor.” Rahmi Bey duvardaki fotoğraflara bakarken, Baran yutkunup abisine baktığında, Aras gözlerini yumup bu iğrenç görevi üstlendi. Babasına bu gerçeği kendisi söylemek istemezdi ama Aziz abisine söylemek daha iyi olduğunu düşünüyordu.

“Baran’ın vurduğu çocuk Serhat, baba.”

Aras’ın sözleriyle, Baran abisine öyle bir bakmıştı ki ama Aras sadece omuz silkinmekle yetinmişti.

Rahmi Bey duyduklarıyla donmuştu. “Bu çocuk niye benim oğluma bu kadar çok benziyor?” diye sorarken yüreği gerçeği anlamıştı ama aklı kabullenemiyordu.

Aras yatağa otururken koyduğu kâğıdı geri alıp babasına uzattı.

“Baba, bize adamın bizi şehirden kovduğunu söylemiştin. Bir helalliği bile çok görmüştü bize. Çocuğu bir kez bile yüz yüze görmedik, sadece televizyondaki oynanmış fotoğraflarını gördük…”

Rahmi Bey oğlunu dinlerken, oğlunun uzattığı kağıdı alıp okurken elleri titreyerek kağıdı yere düşürürken, Rahmi Bey’in feryadı koca konakta yankılanmıştı.

“H-HAYIR.”






Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

AHPO - 51. BÖLÜM: 2. Sezon - 2. Bölüm:

Hayırsız Evlat - 16. Bölüm: Kill Me! -1

Hayırsız Evlat - 15. BÖLÜM: Tavşan Deliği!