Kan Davası - 13. BÖLÜM
İsim Meselesi!
“Oy
oy! Yeğenime bakın hele!” Aziz Bey kucağındaki küçük çocuğa bakarken yataktaki
kız kardeşi abisinin söylediklerine gülmeden edememişti.
“Aynı
sen abi. Gözleri bile yeşil.” Dilan’ın sözleriyle Aziz kocaman gülümsemişti.
“Biricik
yeğenim tabi ki de en büyük dayısına çekecek.” Derken, gözleri odada
dolanmıştı. Eniştesinin yokluğuyla tek kaşını kaldırmadan duramamıştı.
“Enişte
nerede?” diye sorarken kucağındaki bebeği düşürürüm korkusuyla yeniden
annesinin yanındaki küçük beşiğe yatırırken gözlerini yeğeninden alamamıştı.
“Göreve
çıkmış. Bir hafta olmaz dedi komutanları.” Demesiyle, Aziz iç geçirmişti.
“Allah
sapa sağlam getirsen de ne zaman gelirse gelsin.” Derken kız kardeşinin dolmuş
ela gözlerine baktı.
“Babamlar
sabah buradaydı. Annem de evi hazırlamaya gitti. O kadar çalışan var ama hala
başlarında durmak istiyor… Ben bu kadını yemin ediyorum anlamıyorum.” Dilan
kendi kendine söylenirken, Aziz’de kardeşinin yanındaki koltuğa oturup bebeği
ellerine hafifçe dokunmaya başladı.
“Bırak
kızım ya, kadın iki evladını toprağa verdi. Ben bu sefer delirecek diye korktum
yemin billah. Babam zaten kendini tamamen işe verdi. Şirketten zor çıkarıyormuş
Miran akşamları. Aram ise öfke sorunları. Ev ev değil tımarhane. İhsan’a hiç
demiyorum zaten. Adana’daki tarlara gidecekmiş. Ev beni boğuyor deyip duruyor.
İkizler zaten ayrı alem. Baran’da odasından hala çıkmıyor. Babam bu sefer ceza
işini abartı. İki ay oldu hala çocuğu dışarı salmıyor. Geçen geri zekalı
Devran’ı gördüm zaten. Ağzını gevşek gevşek açmış bir şeyler saçmalıyordu.
Vuracaktım pezevengi.” Derken sinirle homurdanmayı unutmamıştı.
“Abi,
bende biliyorum her şeyi ama ne yapabiliriz ki… Baran’ın yaptığı şeyin affı
yok. Çocuğun hala hastanede olduğunu söylüyor bütün magazin. Ölürse neler
olabileceğini bile düşünmek dahi istemiyorum. Çocuğun babası kan istiyorum
derse ne yaparız. Babam her zaman kısassa inanmış birisi eğer böyle bir şey
olursa valla Baran’ı kurtaramayız.” Dilan hüzünle konuşurken, Aziz’de
düşünmeden edememişti.
“Haklısın…
ama o çocuğa bir şey olmayacağına eminim. Hiç değilse babası hemen pes etmez.”
Derken Kemal Bey’in o sert halini hatırlamadan edememişti.
“İnşallah
abi…” derken eliyle göz yaşlarını silmişti.
Aziz
kız kardeşine bakıp derin bir nefes aldı. “Bırakalım biz bunları. Kızım dayı
oldum ya lan ben.” Derken sırıtmayı da unutmamıştı.
Dilan
abisinin dedikleriyle gülerken, “Abi ya! Bende anne oldum.”
Aziz
bebeğin minik ellerini parmaklarıyla hafifçe okşarken, gözlerini bebekten
alamamıştı.
“İsim
düşündünüz mü? Annem bir şeyler söyledi ama anlamadım.” Derken sesi meraklıydı.
Dilan
yutkunmadan edemedi. Bebeğine ismi çoktan kararlaştırmışlardı. Annesine
söylemişti ama babasına ve Aziz abisine söylemeye çekiniyordu. En küçük
kardeşlerine koyacakları ismi kendi oğluna koymak istemişti. Küçük kardeşleri
isimsiz gitmişti babaları bir daha oğlunun ismini zikretmemişti. Sanki öyle bir
çocuk hiç var olmamış gibi davranmıştı. Sanki oğlu hiç olmamış gibi davranmıştı
ama her akşam köşedeki tekli koltuğa otururken çöken omuzlarından unutmadığı
belliydi. Her namaz kıldığında sessizce ağlayarak acısını saklıyordu.
“Ç-Çınar.”
Demesiyle Aziz’in bedeni kasılmıştı.
Gözlerini
hızla bebekten alıp kız kardeşinin ela gözlerine dikmişti.
“Sakın
Dilan!” demişti soğuk bir şekilde. “Sakın!”
Aziz
Bey asla bu ismi kabul etmezdi. Ailelerinde sadece birisine verilmiş bir isimdi
ki, kulağına okuyamamışlardı bile bu ismi.
Dilan
uzandığı yerde biraz dikleşip. “Abi, kararım kesinim! Oğlumun ismi Çınar
olacak.” Demesiyle Aziz Bey bağırmamak için kendini tutuyordu.
Odada
bir bebek vardı. Kızıp bağırmak istiyordu. Kardeşinin ismini başkasında dahi
duymak istemiyordu.
“Kardeşimizin
adı o!” Aziz Bey’in sesi yorgun ve çaresiz çıkmıştı. Kız kardeşinin ne kadar
inatçı olduğunu biliyordu. Bu kararından da vazgeçiremeyeceğini biliyordu ama
ölü kardeşine düşündüğü ismi yeğenine vermek istemiyordu.
Dilan
abisinin su yeşil gözlerindeki acıya rağmen kararında kesindi. “Bir kez dahi
kullanmadık abi! Hem kulağına bile söyleyemedik. Oğlumun ismini Çınar
koyacağım. Bir Çınar’ımız gitti ama oğlumun hayatının çınar ağaçları gibi
sağlam olmasını istiyorum.” Dilan’ın sözleriyle, Aziz Bey’in çenesi kasılmıştı.
Kız
kardeşinin sözlerini kabullenemiyordu. Arkasını dönerken, yutkunmuştu. “Annemin
rızası var mı?” tek sorabildiği bu olmuştu.
Dilan
abisinin geniş omuzlarının nasıl düştüğünü görünce iç çekti ama abisinin de
artık bu acıyı aşması gerektiğini düşünüyordu. Küçük kardeşleri on sekiz yıl
önce gitmişti. Hayatlarına bir kez gözlerini açmıştı o su yeşili gözleriyle
onlara gülümsemiş daha sonra ise sonsuzluğa kapatmıştı.
“Var.
İzin verdi. Aslında birlikte karar verdik.”
Dilan’ın
sözleriyle Aziz Bey odadan hızla çıkmıştı. Gözleri panikle koridorda dolanırken
etraftaki korumalarına kapıyı korumalarını işaret verip hızla bahçeye çıkmak
için merdivenlere yönelirken gözlerindeki yaşlar yavaş yavaş yuvarlanıp
yanaklarından çenesine doğru yol izliyordu.
Aziz
13 yaşındaydı daha kardeşleriyle oynarken akşamı etmişlerdi. En büyükleri
olduğundan bütün kardeşlerini evlerinde çalışan Gülfem teyzesine vermişti.
Banyo yapacakları. Irmak ile İhsan kolay terlediklerinden hemen
hastalanıyorlardı.
Aziz
kardeşlerini gönderdikten sonra konağın en üst katına hızla çıkmaya başlamıştı.
Annesi örgü örüyordu. Bebek için hırka örüyordu. Annesi yazmasını başına gelişi
güzel bağlamış elindeki şişlerle örgüyü örerken gözleri gelen en büyük oğluna
takılmıştı.
“Oğluşum,
ne bu acelen?” Şilan Hanım’ın sorusuyla Aziz yutkunup annesinin belirgin
karnına bakmıştı.
“Tekme
attı mı?” diye sorarken gözlerindeki heyecanı gören Şilan Hanım oğluna
gülümsemeden edememişti.
“Atmadı
daha abisi. Bugün fazla hareketli değil.” Demesiyle Aziz hızla annesinin yanına
gelip otururken elini annesinin şişik karnına koymasıyla, tekmeyi
hissettiğinde, Şilan Hanım kıkırdamadan edememişti.
“Hep
sen dokununca atıyor bu eşek sıpası da tekmesini!” diye sahte bir şekilde
kızarken, Aziz yutkunup annesine baktı.
“Canını
mı acıttı anne? Ben söylerim bir daha tekme atmaz.” Derken ki gözlerindeki
endişeye baktı Şilan Hanım. Elindeki ipi ve şişleri kenara koyarken oğlunun
saçlarını okşayıp.
“Ufacık
oğlum kardeşin. Onun tekmesin ne olacak? Hem tekme atması iyi hissettiriyor.
Bazen o kadar sessiz ki bir şey oldu diye korkuyorum.” Derken kendi endişesini
dile getirmişti.
Aziz
başını iki tarafa sallayıp. “Bir şey olmaz ki, dedem dedi. Bebekleri melekler
korurmuş. Benim kardeşimi de melekler koruyor.” Derken eliyle annesinin karnını
da okşamadan edememişti. Bebekte abisine cevap verir gibi hafif hafif tekme
atmıştı.
Şilan
Hanım oğlunun sözleriyle oğlunun başından öpüp. “Haklısın paşam. Kardeşini
melekler korur. Doğduktan sonra da sen koruyacaksın.” Demesiyle, Aziz kocaman
sırıtıp.
“Korurum.
Ben Kardeşimi hep korurum.” Demesiyle, Şilan Hanım gülüp eline yeniden şişleri
alırken, Aziz’de dudaklarını annesinin karnına doğru getirip.
“Çınar’ım
sen orada rahat rahat dur tamam mı? Ben banyo yapıp geleceğim.” Diyerek
annesinin kanını öpüp koltuktan kalktığında, Şilan Hanım oğlunun dediği isimle
kaşlarını çatmıştı.
“Çınar
mı?” diye sormasıyla Aziz annesine dönüp.
“Bugün
okulda öğrendik. Çınar ağaçları en sağlam ağaçlarmış anne. Uzun da
yaşıyorlarmış. Bende kardeşimin adının Çınar koymak istedim. Kızmadın değil
mi?” korkarak sormasıyla, Şilan Hanım gülümseyip.
“Yok
oğlum. Niye kızayım. Kardeşine çok güzel isim bulmuşsun. Çınar ha! Çınar
Çelebioğlu… Hadi oğlum sen git yıkan.”
Aziz
hatırladığı geçmişle yutkunmadan edememişti. O, küçük kardeşini koruyacaktı ama
koruyamamıştı. Aziz’in elleri yumruk olmuştu. Bahçeye çıktığında derin derin
nefesler alırken, gözleriyle etrafına baktı.
Kız
kardeşine boşuna kızdığını biliyordu ama o isim onun için tabu olmuştu.
Kardeşinden başka kimseye bu ismi vermek dahi istemiyordu. Kardeşini isimsiz
gömüşlerdi ama onun için her zaman Çınar olacaktı.
“Abi!”
Yusuf’un
seslenmesiyle başını kaldırıp kardeşinin ela gözleriyle göz göze geldi.
Yusuf’un yüzü endişeliydi.
“Bir
şey mi oldu?” diye sorarken elindeki çantayı da sıkıca sıkmıştı. Ablasıyla
eniştesinin evine eşya almak için gitmişti.
Aziz
başını iki tarafa sallayıp. “Yok oğlum. Sigara içmeye çıkmıştım.” Derken
cebinden sigara paketiyle çakmağını çıkardığında, Yusuf abisine kızmadan
edememişti.
“Daha
yeni ameliyat olmadın abi sen? Sigara sağlığına zararlı.” Demesiyle, Aziz omuz
silkip sigarasını dudaklarına dayayıp çakmağı da yaktığında, sigarasının ucunu
tutuşturup ufak dumanı dudağının kenarından dışarıya saldı.
“Bağımlıyım
oğlum ben. Öyle bırak deyince bırakılıyor mu sanıyorsun bu meretti.” Aziz
abisinin sözleriyle Yusuf göz devirmeden edememişti.
“Hem
sen Baran’ın yanında değil miydin?” diye sormadan edememişti Aziz. Yusuf’u
Baran’ın başına dikmişlerdi. Baran tamamen kendini odasına kapatmıştı. Kapıyı
da kimseye açmıyordu. Bir akşam yemeğinden yemeğe başka türlü o odadan
çıkmıyordu bile ki, odasında banyo ve tuvalette olduğundan pek odadan çıkmaya
ihtiyacı yok gibiydi.
Yusuf
omuz silkip. “Annem eve geldikten sonra ablamın eşyalarını götürmemi söyledi.
Aceleyle geldiklerinden almamışlar yanlarına. Baran’da odasından çıkmıyor.
Aras’ta endişelenmeden edemiyor. Bizim küçüklük albümünü almış odasına
götürmüş. Irmak’ın yasını tutuyor sanırım hala… Beklenen bir şeydi zaten abi.
Sen boş ver. Elinde sonunda odasından çıkar. Hiç değilse babam elinde sonunda
onu o odadan sürükler.”
Aziz
duyduklarına hüzünlenmeden edememişti. “Yeğenimizin adı Çınar olacakmış.”
Demesiyle, Yusuf dudaklarını birbirine bastırıp gözlerini kaçırınca, Aziz
kardeşine kıkırdamadan edememişti. Ama bu kıkırdamanın içinde hüzün vardı.
“Hepiniz
biliyordunuz yani. Anladım oğlum. Adını koyması zoruma gitmiyor oğlum benim.
Mezarına yazdıramadım bile adını. Babam yazdırmadı. İsimsiz gömüldü la benim
kardeşim! Kardeşime koydurmak istediğim ismi böyle kolay koyabilmeniz canımı
yaktı benim be!”
Yusuf
abisinin sözleriyle gözleri dolmuştu ama derin bir nefes alıp. Boşta olan elini
abisinin koluna götürüp sıkmıştı.
“Abi,
on sekiz yıl oldu. Irmak’ta öldü. Ama sen, Irmak’ın ölmesine küçüğün ölmesi
kadar üzülmedin.” Yusuf’un sesi sitem doluydu. Abisi tek kendisi yastaymış gibi
davranıyordu ona göre. Herkes yastaydı. Küçüğü kimse unutmamıştı ama kapanmış
bir meseleydi. Kucaklarına bile alamadan gitmişti küçük. Irmak ise en acı
şekilde ölmüştü. Biri kendisine alıştırmadan giderken, diğer kardeşleri
hayatlarının büyük bir bölümünde onlarla birlikteydi.
Aziz
kardeşinin sözleriyle donmuştu. Yeşil gözleri öyle bir kardeşine bakmıştı ki
Yusuf yutkunmadan edememişti.
“Yusuf,
Irmak benim kız kardeşimdi. Ben iki ay önce kız kardeşimi gömdüm toprağa. Küçük
ise benim meleğimdi. Ben onu görmek için dokuz ay boyunca ne kadar
sabırsızlandım biliyon mu? Her gece kime benzeyecek diye bekledim ben. Kucağıma
bile vermediler. Hemşirenin kucağında gördüm ben onu. O yeşil gözlerini açmış
etrafa gülümserken bir kez gördüm. Ulan bir kez. Götürdüler. Onu bizden, benden
alıp götürdüler. İki saat sonra tabut verdiler lan! O gülen bebeğin tabutunu
verdiler babama! İkisinin de acısı başka. Sakın Irmak’a üzülmedin sanma geri
zekalı! Sadece, birinin ölmüş olabileceğine hiçbir zaman inanamadım. Bebekleri
melekler korur derdi dedem bize. Küçüğümü niye korumadılar o zaman?” Aziz
Bey’in sözleriyle, Yusuf yutkunmuştu. Abisinin en küçüklerine çok üzüldüğünü
biliyordu ama bu kadar derinden yaralandığını asla bilmiyordu.
“A-Abi,
özür dilerim… Ama yine de sözlerimin arkasında duruyorum. On sekiz yıl oldu.
Artık bir bebeğin arkasından ağlamak yerine hayatına bak. Herkes bakmak
zorunda. Annem bile yavaş yavaş toparlıyor. Lütfen.” Dedikten sonra abisinin
yanından ayrılıp hastanenin içine girmişti.
Aziz
tek başına bahçede kalmıştı. Dudaklarındaki sigarasından bir duman daha alıp
geri verirken, gözlerini kapatmıştı.
“Herkesin
acısı kendisine…”
* *
“Her
şeyi aldın mı Erhan.” Kemal Bey oğlunun odasındaki eşyaları toparlattırıyordu.
Bugün hastaneden çıkacakları gündü. Beş gün boyunca hastanede izlemişlerdi.
Serhat’ın tek yapacağı şey bol bol dinlenip kendine iyi bakmaktı. Başka hiçbir
şey yapmasına gerek yoktu.
“Aldım,
Kemal Bey. Merak etmeyin.” Diyen Erhan Bey yavaşça odadan çıkarken, Kemal
Bey’in gözleri de boşalmış hastane odasında dolanmıştı. Gözleri oğlunun
yokluğunu fark edince iç geçirmeden edememişti.
Oğlu
hastaneyi mesken edinmişti. Yaşadıklarını böyle atmaya çalıştığını biliyordu
ama bu seferde koca hastanedeki hastalara musallat olmuştu.
Odadan
çıkarken gözleriyle etrafa baktı ama oğlunu hastane koridorlarında
bulamayacağını biliyordu. Hızlı yürürken gözleriyle de kapısı açık olan odalara
bakıyordu. Oğlunun bir hastanın odasında olma ihtimali çok yüksekti.
“Hahaha!”
gülme sesleri duyduğunda ayakları durmuştu. En dipteki onkoloji bölümünün yatak
odalarının bulunduğu koridordan geliyordu.
Adımlarını
o tarafa çevirdiğinde, lösemi çocuklarının yatığı büyük odanın kapısındaki
hemşireleri görünce kaşlarını çatmadan edememişti.
“Ne
oluyor burada?”
Hemşireler
patronlarının sorusuyla hemen başlarını yarı açık kapıdan çıkarıp arkalarına
dönmüşlerdi.
“Efendim…”
Duyduğu sesle parmağını dudaklarına götürmüştü Kemal Bey.
“Kırmızı
başlıklı prenseste sormuş ‘Büyükanne, gözlerin neden bu kadar büyük?’ diye
sorduğunda…” Serhat’ın sesi bir kız gibi incelmişti. “Kurt’a kırmızı başlıklı
kıza dönmüş ve, ‘Seni daha iyi görebilmek için!’ demiş… Ve kırmızı başlıklı kız
bir de ne görsün büyükannesinin ağzı da büyükmüş. Bu kadar büyükmüş!”
Kemal
Bey başını kapının arasından uzattığında, başına yazma bağlamış elinde de çiçek
sepetini salladığını gördüğünde gülmeden edememişti. Çocuklar gülerek oğlunu
izliyordu. Kemal Bey başını geri çekip.
“Çocuklardan
ayrıldığında, odama gelmesini söyleyin.” Diyerek oğlunu çocuklarla baş başa
bırakarak ayrılmıştı.
Hala
arkasından gülme seslerini duyuyordu. Kemal Bey gülümsemeden edememişti. Bu
çocuğu nasıl ele verebilirdi ki, tanımadığı çocukları eğlendirmek için kılıktan
kılığa giren çocuk onun oğluydu. Nasıl o aşiret ailesine verebilirdi.
Veremezdi. Kemal Bey her geçen gün verdiği kararın ne kadar doğru olduğunu
anlıyordu. Serhat’ın ailesi oydu. Başkasına hacet yoktu.
Kemal
Bey asansöre binerken gözleri mutlulukla parlıyordu. Allah’a dua ediyordu.
Başına gelen şeyin kötü bir olay olduğunu biliyordu ama Serhat gibi bir oğlu
onun kaderiyle birleştirdiğine dua ediyordu.
Asansördeki
tuşlardan en üst kata bastığında, hızla kapılar kapanmıştı. Asansör yukarı
çıkarken gözleri aynaya takılmıştı. Gözlerindeki kaz ayaklarını görünce
kaşlarını çatmadan edememişti.
“Acaba
gerdirsem mi? Saçmalama Kemal ya! Serhat’ın ağzına sakız oluruz sonra.” Kendi
kendine konuşurken asansör durduğunda hızla inip odasına girdiğinde, gördüğü
arkadaşıyla kaşları kalkmıştı.
“Gökhan
ne işin var burada?” Kemal Bey odasının kapısını kapatırken ayakta duran
arkadaşına sormadan edememişti.
Gökhan
gözlerini arkadaşına çevirip. “Ne zaman söyleyecektin bana abi? Hani kardeştik
biz?”
Gökhan’ın
sitemle sormasıyla Kemal anlamayarak tek kaşını kaldırmıştı.
“Neyi
söyleyecektim Gökhan?” diye sorarken masasına doğru yürüyüp masasının arkasına
oturduğunda, Gökhan öfkeyle arkadaşının gözlerine bakıyordu.
“Adamı
saldırdın bana! Kamu davasını çekmek için savcının çocuklarına ömür boyu eğitim
fonu sağlatırdın! Neden diye sordum, mecburum dedin! Ulan mesele bu muydu?”
diye bağırırken elindeki rulo şeklinde tutuğu dosyayı arkadaşının masasın
fırlattığında, Kemal Bey arkadaşını anlamayarak masanın üstündeki dosyayı alıp
açtığında okuduğu şeylerle gözlerini yumdu.
“Nasıl
buldun bunu?”
Kemal
Bey’in sesi çaresizdi. Elinde tutuğu dosyada, Serhat’la Aziz Çelebioğlu’nun DNA
test sonucu ve fotoğrafları vardı.
Gökhan
arkadaşının yorgun haline üzülmek istese bile sinirliydi şimdi.
“Nasıl
bulduğumu boş ver abi! Sen benden bunu niye sakladın asıl onu söyle?” Gökhan’ın
sesi de çaresizdi. O dosyayı toplarken öğrendiği gerçekler canını yakmıştı.
Ortada çok büyük bir suç ve suçlar silesi vardı. Çelebioğlu ailesinin en küçük
çocuğunu yıllarca yeğenim diye sevmişti. Hala yeğeniydi ama arkadaşının çocuğu
olmadığını öğrenince inanamamıştı ama araştırdık da işin içinde çocuk kaçırma
ve satılma olduğunu öğrenince kanı donmuştu.
Kemal
Bey başını rahat koltuğuna dayayıp.
“Gökhan
ne anlatayım. Sen ne bulduysan bende o kadarını biliyorum.” Demesiyle, Gökhan
sinirle karşısındaki koltuğa çöküp elleriyle yüzünü kapattı.
“Aga
farkında mısın bilmiyorum ama ortada çok büyük bir suç var! Eğer bu öğrenilirse
yanarsın ki, ben bile kurtaramam seni. Adamlar kızını öldüren genci hapiste
gebertirmiş. Adamların manyaklıklarını anla!”
Gökhan’ın
dedikleriyle Kemal Bey’de yüzünü kapatmıştı.
“Ne
yapayım ben Gökhan. Senden benden, Leman’dan başka kimse bilmiyor. Böyle
kalsın. Ne olursun dostum.”
Gökhan
arkadaşının çaresiz sözleriyle yutkundu. “Bu iş öğrenilirse, ya da ne bileyim
bir şekilde duyulursa bizi öldürürler Kemal. Seni öldürürler sonra da Serhat’ı
alırlar. Kimse de niye öldürdün niye aldın demez. Kapatırlar olayın üstünü kan
davası diye ki, asıl kan davası buymuş da haberimiz yokmuş!”
Gökhan’ın
kimseye söylemeyeceğini biliyordu Kemal Bey. Ama vicdandı bu. Aileye ya da
Serhat’a üzülür söyler diye korkuyordu.
“Bizden
başka kimse söylemediği sürece bilemeyecekler. Zaten Serhat’ın üniversitesini
de Japonya’da düşündüm. Uzak hem de, o kültürü de seviyor. İngilizcenin yanında
başka bir dilde öğrenmiş olur. Orada okuması daha iyi olur… Bende o okurken
tatil yaparım yanında.”
Kemal
Bey’in planlarını duyan Gökhan Bey’in elleri yumruk olmuştu.
“Elinde
sonunda geleceksiniz abi… Anladım. Serhat’a asla bunu söyleyemeyeceksin ki
anlarım. Ondan başka kimse kalmadı. Ben varım diyeceğim ama arkadaşınım ne
kadar hayatına etki edebilirim ki, Serhat’ı veremezsin. Bende olsam bende
vermem. Serhat naif bir çocuk bağırmaz, sinirlenmez, kızmaz bile. Böyle bir
aşiret ailesinde yaşayamaz farkındayım. Anladım. Her şeyi saklayacağım. Söz
veriyorum ama sende şunu anla kardeşim, gerçeklerin elinde sonunda ortaya
çıkması gibi kötü bir huyu var.” Gökhan ayağa kalkarken, Kemal de elinde tutuğu
dosyayı geri arkadaşına uzatmıştı.
Gökhan
dosyayı alırken çenesi kasılmıştı.
“Ne
zaman gitmeyi planlıyorsunuz?” diye sormadan edememişti. Kemal’in planlarından
vazgeçiremeyeceğini biliyordu. Bu gerçeğin böyle gömülmesi daha iyi olacak
gibiydi.
“Bir
ay sonra İtalya’ya tatile göndermeyi planlıyorum. Begüm’le gezerler. Eylül’de
de Japonya’ya gideriz. İlk önce bir dil okuluna kaydolur sonra, SAT’a girer.
Oradan da ne okumak istiyorsa onu okur… Bende o zamana kadar bütün işlerimi
sağlamlaştırıp yanına giderim.” Demesiyle Gökhan’ın gözleri dolmuştu.
“Tamam.
Ben akşam eve gelirim.” Diyerek odadan çıktığında, asansörün de kapıları
açılmıştı. Kucağında küçük çocukla gülerek konuşan Serhat’ı görünce burukça
tebessüm etmeden duramamıştı.
“Gökhan
amca ne yapıyorsun sen burada?” Serhat kucağındaki çocuğun maskesini
düzeltirken sormadan edememişti.
“Babanla
görüştüm. Evrak işleri işte. Kucağındaki ufaklık kim?” diye sormasıyla,
Serhat’ın kucağındaki çocuk yüzünü hemen Serhat’ın boynuna sokmuştu.
“Prensesin
adı, Melisa… Söz verdim bugün uykusu gelene kadar kucağımda taşıyacağım.”
Demesiyle, Gökhan Serhat’ın mutlulukla parlayan yeşil gözlerine bakıp.
“İyi
o zaman şövalye. Prensesin önünü daha fazla kapatmayayım ben.” Diyerek asansöre
bindiğinde Serhat gülüp kucağındaki kız çocuğunu zıplatıp.
“Kız,
ne utandın sen ha!” gülerek konuştuğunda, kız çocuğu yüzünü boynundan çıkarıp
Serhat’ın gözlerinin içine bakıp.
“Serhat
abi ya! Hani şadece babanı göyücektik?” diye sormasıyla, Serhat düşünür gibi
yapıp önünde durdukları kapıya baktı.
“Babam
bu kapının arkasında güzelim.” Diyerek odanın kapısını çalmadan açtığında,
içerden Kemal Bey’in hafif sinirli sesi duyulmuştu.
“Kapıyı
çalmayı öğretmediler mi size!” sitem dolu sesle Serhat kocaman sırıtıp.
“Prensesler
her kapıyı açabilir baba!” demesiyle, Kemal Bey başını kaldırıp oğluna ve
kucağındaki kız çocuğuna baktı.
“Dinlen
dedim iyi ki, prenses kim?” diye sorarken ayağa kalkmıştı.
Serhat
odadaki rahat gözüken koltuğa çökerken kucağındaki kız çocuğu da merakla Kemal
Bey’e bakmıştı.
“Prenses
Melisa olur kendisi, bu yakışıklı da benim babam Kemal amcan.” Eğlenerek
konuşurken, Kemal Bey’de oğlunun tam çaprazındaki koltuğa otururken.
“Tanıştığımıza
memnun oldum prenses.”
Yorumlar
Yorum Gönder