Kan Davası - 13. BÖLÜM

 İsim Meselesi!


"Kibar ve anlayışlı olmak korkaklık anlamına gelmiyor..."

Üç Silahşor  - Alexandre Dumas



“Oy oy! Yeğenime bakın hele!” Aziz Bey kucağındaki küçük çocuğa bakarken yataktaki kız kardeşi abisinin söylediklerine gülmeden edememişti.

“Aynı sen abi. Gözleri bile yeşil.” Dilan’ın sözleriyle Aziz kocaman gülümsemişti.

“Biricik yeğenim tabi ki de en büyük dayısına çekecek.” Derken, gözleri odada dolanmıştı. Eniştesinin yokluğuyla tek kaşını kaldırmadan duramamıştı.

“Enişte nerede?” diye sorarken kucağındaki bebeği düşürürüm korkusuyla yeniden annesinin yanındaki küçük beşiğe yatırırken gözlerini yeğeninden alamamıştı.

“Göreve çıkmış. Bir hafta olmaz dedi komutanları.” Demesiyle, Aziz iç geçirmişti.

“Allah sapa sağlam getirsen de ne zaman gelirse gelsin.” Derken kız kardeşinin dolmuş ela gözlerine baktı.

“Babamlar sabah buradaydı. Annem de evi hazırlamaya gitti. O kadar çalışan var ama hala başlarında durmak istiyor… Ben bu kadını yemin ediyorum anlamıyorum.” Dilan kendi kendine söylenirken, Aziz’de kardeşinin yanındaki koltuğa oturup bebeği ellerine hafifçe dokunmaya başladı.

“Bırak kızım ya, kadın iki evladını toprağa verdi. Ben bu sefer delirecek diye korktum yemin billah. Babam zaten kendini tamamen işe verdi. Şirketten zor çıkarıyormuş Miran akşamları. Aram ise öfke sorunları. Ev ev değil tımarhane. İhsan’a hiç demiyorum zaten. Adana’daki tarlara gidecekmiş. Ev beni boğuyor deyip duruyor. İkizler zaten ayrı alem. Baran’da odasından hala çıkmıyor. Babam bu sefer ceza işini abartı. İki ay oldu hala çocuğu dışarı salmıyor. Geçen geri zekalı Devran’ı gördüm zaten. Ağzını gevşek gevşek açmış bir şeyler saçmalıyordu. Vuracaktım pezevengi.” Derken sinirle homurdanmayı unutmamıştı.

“Abi, bende biliyorum her şeyi ama ne yapabiliriz ki… Baran’ın yaptığı şeyin affı yok. Çocuğun hala hastanede olduğunu söylüyor bütün magazin. Ölürse neler olabileceğini bile düşünmek dahi istemiyorum. Çocuğun babası kan istiyorum derse ne yaparız. Babam her zaman kısassa inanmış birisi eğer böyle bir şey olursa valla Baran’ı kurtaramayız.” Dilan hüzünle konuşurken, Aziz’de düşünmeden edememişti.

“Haklısın… ama o çocuğa bir şey olmayacağına eminim. Hiç değilse babası hemen pes etmez.” Derken Kemal Bey’in o sert halini hatırlamadan edememişti.

“İnşallah abi…” derken eliyle göz yaşlarını silmişti.

Aziz kız kardeşine bakıp derin bir nefes aldı. “Bırakalım biz bunları. Kızım dayı oldum ya lan ben.” Derken sırıtmayı da unutmamıştı.

Dilan abisinin dedikleriyle gülerken, “Abi ya! Bende anne oldum.”

Aziz bebeğin minik ellerini parmaklarıyla hafifçe okşarken, gözlerini bebekten alamamıştı.

“İsim düşündünüz mü? Annem bir şeyler söyledi ama anlamadım.” Derken sesi meraklıydı.

Dilan yutkunmadan edemedi. Bebeğine ismi çoktan kararlaştırmışlardı. Annesine söylemişti ama babasına ve Aziz abisine söylemeye çekiniyordu. En küçük kardeşlerine koyacakları ismi kendi oğluna koymak istemişti. Küçük kardeşleri isimsiz gitmişti babaları bir daha oğlunun ismini zikretmemişti. Sanki öyle bir çocuk hiç var olmamış gibi davranmıştı. Sanki oğlu hiç olmamış gibi davranmıştı ama her akşam köşedeki tekli koltuğa otururken çöken omuzlarından unutmadığı belliydi. Her namaz kıldığında sessizce ağlayarak acısını saklıyordu.

“Ç-Çınar.” Demesiyle Aziz’in bedeni kasılmıştı.

Gözlerini hızla bebekten alıp kız kardeşinin ela gözlerine dikmişti.

“Sakın Dilan!” demişti soğuk bir şekilde. “Sakın!”

Aziz Bey asla bu ismi kabul etmezdi. Ailelerinde sadece birisine verilmiş bir isimdi ki, kulağına okuyamamışlardı bile bu ismi.

Dilan uzandığı yerde biraz dikleşip. “Abi, kararım kesinim! Oğlumun ismi Çınar olacak.” Demesiyle Aziz Bey bağırmamak için kendini tutuyordu.

Odada bir bebek vardı. Kızıp bağırmak istiyordu. Kardeşinin ismini başkasında dahi duymak istemiyordu.

“Kardeşimizin adı o!” Aziz Bey’in sesi yorgun ve çaresiz çıkmıştı. Kız kardeşinin ne kadar inatçı olduğunu biliyordu. Bu kararından da vazgeçiremeyeceğini biliyordu ama ölü kardeşine düşündüğü ismi yeğenine vermek istemiyordu.

Dilan abisinin su yeşil gözlerindeki acıya rağmen kararında kesindi. “Bir kez dahi kullanmadık abi! Hem kulağına bile söyleyemedik. Oğlumun ismini Çınar koyacağım. Bir Çınar’ımız gitti ama oğlumun hayatının çınar ağaçları gibi sağlam olmasını istiyorum.” Dilan’ın sözleriyle, Aziz Bey’in çenesi kasılmıştı.

Kız kardeşinin sözlerini kabullenemiyordu. Arkasını dönerken, yutkunmuştu. “Annemin rızası var mı?” tek sorabildiği bu olmuştu.

Dilan abisinin geniş omuzlarının nasıl düştüğünü görünce iç çekti ama abisinin de artık bu acıyı aşması gerektiğini düşünüyordu. Küçük kardeşleri on sekiz yıl önce gitmişti. Hayatlarına bir kez gözlerini açmıştı o su yeşili gözleriyle onlara gülümsemiş daha sonra ise sonsuzluğa kapatmıştı.

“Var. İzin verdi. Aslında birlikte karar verdik.”

Dilan’ın sözleriyle Aziz Bey odadan hızla çıkmıştı. Gözleri panikle koridorda dolanırken etraftaki korumalarına kapıyı korumalarını işaret verip hızla bahçeye çıkmak için merdivenlere yönelirken gözlerindeki yaşlar yavaş yavaş yuvarlanıp yanaklarından çenesine doğru yol izliyordu.

Aziz 13 yaşındaydı daha kardeşleriyle oynarken akşamı etmişlerdi. En büyükleri olduğundan bütün kardeşlerini evlerinde çalışan Gülfem teyzesine vermişti. Banyo yapacakları. Irmak ile İhsan kolay terlediklerinden hemen hastalanıyorlardı.

Aziz kardeşlerini gönderdikten sonra konağın en üst katına hızla çıkmaya başlamıştı. Annesi örgü örüyordu. Bebek için hırka örüyordu. Annesi yazmasını başına gelişi güzel bağlamış elindeki şişlerle örgüyü örerken gözleri gelen en büyük oğluna takılmıştı.

“Oğluşum, ne bu acelen?” Şilan Hanım’ın sorusuyla Aziz yutkunup annesinin belirgin karnına bakmıştı.

“Tekme attı mı?” diye sorarken gözlerindeki heyecanı gören Şilan Hanım oğluna gülümsemeden edememişti.

“Atmadı daha abisi. Bugün fazla hareketli değil.” Demesiyle Aziz hızla annesinin yanına gelip otururken elini annesinin şişik karnına koymasıyla, tekmeyi hissettiğinde, Şilan Hanım kıkırdamadan edememişti.

“Hep sen dokununca atıyor bu eşek sıpası da tekmesini!” diye sahte bir şekilde kızarken, Aziz yutkunup annesine baktı.

“Canını mı acıttı anne? Ben söylerim bir daha tekme atmaz.” Derken ki gözlerindeki endişeye baktı Şilan Hanım. Elindeki ipi ve şişleri kenara koyarken oğlunun saçlarını okşayıp.

“Ufacık oğlum kardeşin. Onun tekmesin ne olacak? Hem tekme atması iyi hissettiriyor. Bazen o kadar sessiz ki bir şey oldu diye korkuyorum.” Derken kendi endişesini dile getirmişti.

Aziz başını iki tarafa sallayıp. “Bir şey olmaz ki, dedem dedi. Bebekleri melekler korurmuş. Benim kardeşimi de melekler koruyor.” Derken eliyle annesinin karnını da okşamadan edememişti. Bebekte abisine cevap verir gibi hafif hafif tekme atmıştı.

Şilan Hanım oğlunun sözleriyle oğlunun başından öpüp. “Haklısın paşam. Kardeşini melekler korur. Doğduktan sonra da sen koruyacaksın.” Demesiyle, Aziz kocaman sırıtıp.

“Korurum. Ben Kardeşimi hep korurum.” Demesiyle, Şilan Hanım gülüp eline yeniden şişleri alırken, Aziz’de dudaklarını annesinin karnına doğru getirip.

“Çınar’ım sen orada rahat rahat dur tamam mı? Ben banyo yapıp geleceğim.” Diyerek annesinin kanını öpüp koltuktan kalktığında, Şilan Hanım oğlunun dediği isimle kaşlarını çatmıştı.

“Çınar mı?” diye sormasıyla Aziz annesine dönüp.

“Bugün okulda öğrendik. Çınar ağaçları en sağlam ağaçlarmış anne. Uzun da yaşıyorlarmış. Bende kardeşimin adının Çınar koymak istedim. Kızmadın değil mi?” korkarak sormasıyla, Şilan Hanım gülümseyip.

“Yok oğlum. Niye kızayım. Kardeşine çok güzel isim bulmuşsun. Çınar ha! Çınar Çelebioğlu… Hadi oğlum sen git yıkan.”

Aziz hatırladığı geçmişle yutkunmadan edememişti. O, küçük kardeşini koruyacaktı ama koruyamamıştı. Aziz’in elleri yumruk olmuştu. Bahçeye çıktığında derin derin nefesler alırken, gözleriyle etrafına baktı.

Kız kardeşine boşuna kızdığını biliyordu ama o isim onun için tabu olmuştu. Kardeşinden başka kimseye bu ismi vermek dahi istemiyordu. Kardeşini isimsiz gömüşlerdi ama onun için her zaman Çınar olacaktı.

“Abi!”

Yusuf’un seslenmesiyle başını kaldırıp kardeşinin ela gözleriyle göz göze geldi. Yusuf’un yüzü endişeliydi.

“Bir şey mi oldu?” diye sorarken elindeki çantayı da sıkıca sıkmıştı. Ablasıyla eniştesinin evine eşya almak için gitmişti.

Aziz başını iki tarafa sallayıp. “Yok oğlum. Sigara içmeye çıkmıştım.” Derken cebinden sigara paketiyle çakmağını çıkardığında, Yusuf abisine kızmadan edememişti.

“Daha yeni ameliyat olmadın abi sen? Sigara sağlığına zararlı.” Demesiyle, Aziz omuz silkip sigarasını dudaklarına dayayıp çakmağı da yaktığında, sigarasının ucunu tutuşturup ufak dumanı dudağının kenarından dışarıya saldı.

“Bağımlıyım oğlum ben. Öyle bırak deyince bırakılıyor mu sanıyorsun bu meretti.” Aziz abisinin sözleriyle Yusuf göz devirmeden edememişti.

“Hem sen Baran’ın yanında değil miydin?” diye sormadan edememişti Aziz. Yusuf’u Baran’ın başına dikmişlerdi. Baran tamamen kendini odasına kapatmıştı. Kapıyı da kimseye açmıyordu. Bir akşam yemeğinden yemeğe başka türlü o odadan çıkmıyordu bile ki, odasında banyo ve tuvalette olduğundan pek odadan çıkmaya ihtiyacı yok gibiydi.

Yusuf omuz silkip. “Annem eve geldikten sonra ablamın eşyalarını götürmemi söyledi. Aceleyle geldiklerinden almamışlar yanlarına. Baran’da odasından çıkmıyor. Aras’ta endişelenmeden edemiyor. Bizim küçüklük albümünü almış odasına götürmüş. Irmak’ın yasını tutuyor sanırım hala… Beklenen bir şeydi zaten abi. Sen boş ver. Elinde sonunda odasından çıkar. Hiç değilse babam elinde sonunda onu o odadan sürükler.”

Aziz duyduklarına hüzünlenmeden edememişti. “Yeğenimizin adı Çınar olacakmış.” Demesiyle, Yusuf dudaklarını birbirine bastırıp gözlerini kaçırınca, Aziz kardeşine kıkırdamadan edememişti. Ama bu kıkırdamanın içinde hüzün vardı.

“Hepiniz biliyordunuz yani. Anladım oğlum. Adını koyması zoruma gitmiyor oğlum benim. Mezarına yazdıramadım bile adını. Babam yazdırmadı. İsimsiz gömüldü la benim kardeşim! Kardeşime koydurmak istediğim ismi böyle kolay koyabilmeniz canımı yaktı benim be!”

Yusuf abisinin sözleriyle gözleri dolmuştu ama derin bir nefes alıp. Boşta olan elini abisinin koluna götürüp sıkmıştı.

“Abi, on sekiz yıl oldu. Irmak’ta öldü. Ama sen, Irmak’ın ölmesine küçüğün ölmesi kadar üzülmedin.” Yusuf’un sesi sitem doluydu. Abisi tek kendisi yastaymış gibi davranıyordu ona göre. Herkes yastaydı. Küçüğü kimse unutmamıştı ama kapanmış bir meseleydi. Kucaklarına bile alamadan gitmişti küçük. Irmak ise en acı şekilde ölmüştü. Biri kendisine alıştırmadan giderken, diğer kardeşleri hayatlarının büyük bir bölümünde onlarla birlikteydi.

Aziz kardeşinin sözleriyle donmuştu. Yeşil gözleri öyle bir kardeşine bakmıştı ki Yusuf yutkunmadan edememişti.

“Yusuf, Irmak benim kız kardeşimdi. Ben iki ay önce kız kardeşimi gömdüm toprağa. Küçük ise benim meleğimdi. Ben onu görmek için dokuz ay boyunca ne kadar sabırsızlandım biliyon mu? Her gece kime benzeyecek diye bekledim ben. Kucağıma bile vermediler. Hemşirenin kucağında gördüm ben onu. O yeşil gözlerini açmış etrafa gülümserken bir kez gördüm. Ulan bir kez. Götürdüler. Onu bizden, benden alıp götürdüler. İki saat sonra tabut verdiler lan! O gülen bebeğin tabutunu verdiler babama! İkisinin de acısı başka. Sakın Irmak’a üzülmedin sanma geri zekalı! Sadece, birinin ölmüş olabileceğine hiçbir zaman inanamadım. Bebekleri melekler korur derdi dedem bize. Küçüğümü niye korumadılar o zaman?” Aziz Bey’in sözleriyle, Yusuf yutkunmuştu. Abisinin en küçüklerine çok üzüldüğünü biliyordu ama bu kadar derinden yaralandığını asla bilmiyordu.

“A-Abi, özür dilerim… Ama yine de sözlerimin arkasında duruyorum. On sekiz yıl oldu. Artık bir bebeğin arkasından ağlamak yerine hayatına bak. Herkes bakmak zorunda. Annem bile yavaş yavaş toparlıyor. Lütfen.” Dedikten sonra abisinin yanından ayrılıp hastanenin içine girmişti.

Aziz tek başına bahçede kalmıştı. Dudaklarındaki sigarasından bir duman daha alıp geri verirken, gözlerini kapatmıştı.

“Herkesin acısı kendisine…”

 

*                                     *

 

“Her şeyi aldın mı Erhan.” Kemal Bey oğlunun odasındaki eşyaları toparlattırıyordu. Bugün hastaneden çıkacakları gündü. Beş gün boyunca hastanede izlemişlerdi. Serhat’ın tek yapacağı şey bol bol dinlenip kendine iyi bakmaktı. Başka hiçbir şey yapmasına gerek yoktu.

“Aldım, Kemal Bey. Merak etmeyin.” Diyen Erhan Bey yavaşça odadan çıkarken, Kemal Bey’in gözleri de boşalmış hastane odasında dolanmıştı. Gözleri oğlunun yokluğunu fark edince iç geçirmeden edememişti.

Oğlu hastaneyi mesken edinmişti. Yaşadıklarını böyle atmaya çalıştığını biliyordu ama bu seferde koca hastanedeki hastalara musallat olmuştu.

Odadan çıkarken gözleriyle etrafa baktı ama oğlunu hastane koridorlarında bulamayacağını biliyordu. Hızlı yürürken gözleriyle de kapısı açık olan odalara bakıyordu. Oğlunun bir hastanın odasında olma ihtimali çok yüksekti.

“Hahaha!” gülme sesleri duyduğunda ayakları durmuştu. En dipteki onkoloji bölümünün yatak odalarının bulunduğu koridordan geliyordu.

Adımlarını o tarafa çevirdiğinde, lösemi çocuklarının yatığı büyük odanın kapısındaki hemşireleri görünce kaşlarını çatmadan edememişti.

“Ne oluyor burada?”

Hemşireler patronlarının sorusuyla hemen başlarını yarı açık kapıdan çıkarıp arkalarına dönmüşlerdi.

“Efendim…” Duyduğu sesle parmağını dudaklarına götürmüştü Kemal Bey.

“Kırmızı başlıklı prenseste sormuş ‘Büyükanne, gözlerin neden bu kadar büyük?’ diye sorduğunda…” Serhat’ın sesi bir kız gibi incelmişti. “Kurt’a kırmızı başlıklı kıza dönmüş ve, ‘Seni daha iyi görebilmek için!’ demiş… Ve kırmızı başlıklı kız bir de ne görsün büyükannesinin ağzı da büyükmüş. Bu kadar büyükmüş!”

Kemal Bey başını kapının arasından uzattığında, başına yazma bağlamış elinde de çiçek sepetini salladığını gördüğünde gülmeden edememişti. Çocuklar gülerek oğlunu izliyordu. Kemal Bey başını geri çekip.

“Çocuklardan ayrıldığında, odama gelmesini söyleyin.” Diyerek oğlunu çocuklarla baş başa bırakarak ayrılmıştı.

Hala arkasından gülme seslerini duyuyordu. Kemal Bey gülümsemeden edememişti. Bu çocuğu nasıl ele verebilirdi ki, tanımadığı çocukları eğlendirmek için kılıktan kılığa giren çocuk onun oğluydu. Nasıl o aşiret ailesine verebilirdi. Veremezdi. Kemal Bey her geçen gün verdiği kararın ne kadar doğru olduğunu anlıyordu. Serhat’ın ailesi oydu. Başkasına hacet yoktu.

Kemal Bey asansöre binerken gözleri mutlulukla parlıyordu. Allah’a dua ediyordu. Başına gelen şeyin kötü bir olay olduğunu biliyordu ama Serhat gibi bir oğlu onun kaderiyle birleştirdiğine dua ediyordu.

Asansördeki tuşlardan en üst kata bastığında, hızla kapılar kapanmıştı. Asansör yukarı çıkarken gözleri aynaya takılmıştı. Gözlerindeki kaz ayaklarını görünce kaşlarını çatmadan edememişti.

“Acaba gerdirsem mi? Saçmalama Kemal ya! Serhat’ın ağzına sakız oluruz sonra.” Kendi kendine konuşurken asansör durduğunda hızla inip odasına girdiğinde, gördüğü arkadaşıyla kaşları kalkmıştı.

“Gökhan ne işin var burada?” Kemal Bey odasının kapısını kapatırken ayakta duran arkadaşına sormadan edememişti.

Gökhan gözlerini arkadaşına çevirip. “Ne zaman söyleyecektin bana abi? Hani kardeştik biz?”

Gökhan’ın sitemle sormasıyla Kemal anlamayarak tek kaşını kaldırmıştı.

“Neyi söyleyecektim Gökhan?” diye sorarken masasına doğru yürüyüp masasının arkasına oturduğunda, Gökhan öfkeyle arkadaşının gözlerine bakıyordu.

“Adamı saldırdın bana! Kamu davasını çekmek için savcının çocuklarına ömür boyu eğitim fonu sağlatırdın! Neden diye sordum, mecburum dedin! Ulan mesele bu muydu?” diye bağırırken elindeki rulo şeklinde tutuğu dosyayı arkadaşının masasın fırlattığında, Kemal Bey arkadaşını anlamayarak masanın üstündeki dosyayı alıp açtığında okuduğu şeylerle gözlerini yumdu.

“Nasıl buldun bunu?”

Kemal Bey’in sesi çaresizdi. Elinde tutuğu dosyada, Serhat’la Aziz Çelebioğlu’nun DNA test sonucu ve fotoğrafları vardı.

Gökhan arkadaşının yorgun haline üzülmek istese bile sinirliydi şimdi.

“Nasıl bulduğumu boş ver abi! Sen benden bunu niye sakladın asıl onu söyle?” Gökhan’ın sesi de çaresizdi. O dosyayı toplarken öğrendiği gerçekler canını yakmıştı. Ortada çok büyük bir suç ve suçlar silesi vardı. Çelebioğlu ailesinin en küçük çocuğunu yıllarca yeğenim diye sevmişti. Hala yeğeniydi ama arkadaşının çocuğu olmadığını öğrenince inanamamıştı ama araştırdık da işin içinde çocuk kaçırma ve satılma olduğunu öğrenince kanı donmuştu.

Kemal Bey başını rahat koltuğuna dayayıp.

“Gökhan ne anlatayım. Sen ne bulduysan bende o kadarını biliyorum.” Demesiyle, Gökhan sinirle karşısındaki koltuğa çöküp elleriyle yüzünü kapattı.

“Aga farkında mısın bilmiyorum ama ortada çok büyük bir suç var! Eğer bu öğrenilirse yanarsın ki, ben bile kurtaramam seni. Adamlar kızını öldüren genci hapiste gebertirmiş. Adamların manyaklıklarını anla!”

Gökhan’ın dedikleriyle Kemal Bey’de yüzünü kapatmıştı.

“Ne yapayım ben Gökhan. Senden benden, Leman’dan başka kimse bilmiyor. Böyle kalsın. Ne olursun dostum.”

Gökhan arkadaşının çaresiz sözleriyle yutkundu. “Bu iş öğrenilirse, ya da ne bileyim bir şekilde duyulursa bizi öldürürler Kemal. Seni öldürürler sonra da Serhat’ı alırlar. Kimse de niye öldürdün niye aldın demez. Kapatırlar olayın üstünü kan davası diye ki, asıl kan davası buymuş da haberimiz yokmuş!”

Gökhan’ın kimseye söylemeyeceğini biliyordu Kemal Bey. Ama vicdandı bu. Aileye ya da Serhat’a üzülür söyler diye korkuyordu.

“Bizden başka kimse söylemediği sürece bilemeyecekler. Zaten Serhat’ın üniversitesini de Japonya’da düşündüm. Uzak hem de, o kültürü de seviyor. İngilizcenin yanında başka bir dilde öğrenmiş olur. Orada okuması daha iyi olur… Bende o okurken tatil yaparım yanında.”

Kemal Bey’in planlarını duyan Gökhan Bey’in elleri yumruk olmuştu.

“Elinde sonunda geleceksiniz abi… Anladım. Serhat’a asla bunu söyleyemeyeceksin ki anlarım. Ondan başka kimse kalmadı. Ben varım diyeceğim ama arkadaşınım ne kadar hayatına etki edebilirim ki, Serhat’ı veremezsin. Bende olsam bende vermem. Serhat naif bir çocuk bağırmaz, sinirlenmez, kızmaz bile. Böyle bir aşiret ailesinde yaşayamaz farkındayım. Anladım. Her şeyi saklayacağım. Söz veriyorum ama sende şunu anla kardeşim, gerçeklerin elinde sonunda ortaya çıkması gibi kötü bir huyu var.” Gökhan ayağa kalkarken, Kemal de elinde tutuğu dosyayı geri arkadaşına uzatmıştı.

Gökhan dosyayı alırken çenesi kasılmıştı.

“Ne zaman gitmeyi planlıyorsunuz?” diye sormadan edememişti. Kemal’in planlarından vazgeçiremeyeceğini biliyordu. Bu gerçeğin böyle gömülmesi daha iyi olacak gibiydi.

“Bir ay sonra İtalya’ya tatile göndermeyi planlıyorum. Begüm’le gezerler. Eylül’de de Japonya’ya gideriz. İlk önce bir dil okuluna kaydolur sonra, SAT’a girer. Oradan da ne okumak istiyorsa onu okur… Bende o zamana kadar bütün işlerimi sağlamlaştırıp yanına giderim.” Demesiyle Gökhan’ın gözleri dolmuştu.

“Tamam. Ben akşam eve gelirim.” Diyerek odadan çıktığında, asansörün de kapıları açılmıştı. Kucağında küçük çocukla gülerek konuşan Serhat’ı görünce burukça tebessüm etmeden duramamıştı.

“Gökhan amca ne yapıyorsun sen burada?” Serhat kucağındaki çocuğun maskesini düzeltirken sormadan edememişti.

“Babanla görüştüm. Evrak işleri işte. Kucağındaki ufaklık kim?” diye sormasıyla, Serhat’ın kucağındaki çocuk yüzünü hemen Serhat’ın boynuna sokmuştu.

“Prensesin adı, Melisa… Söz verdim bugün uykusu gelene kadar kucağımda taşıyacağım.” Demesiyle, Gökhan Serhat’ın mutlulukla parlayan yeşil gözlerine bakıp.

“İyi o zaman şövalye. Prensesin önünü daha fazla kapatmayayım ben.” Diyerek asansöre bindiğinde Serhat gülüp kucağındaki kız çocuğunu zıplatıp.

“Kız, ne utandın sen ha!” gülerek konuştuğunda, kız çocuğu yüzünü boynundan çıkarıp Serhat’ın gözlerinin içine bakıp.

“Serhat abi ya! Hani şadece babanı göyücektik?” diye sormasıyla, Serhat düşünür gibi yapıp önünde durdukları kapıya baktı.

“Babam bu kapının arkasında güzelim.” Diyerek odanın kapısını çalmadan açtığında, içerden Kemal Bey’in hafif sinirli sesi duyulmuştu.

“Kapıyı çalmayı öğretmediler mi size!” sitem dolu sesle Serhat kocaman sırıtıp.

“Prensesler her kapıyı açabilir baba!” demesiyle, Kemal Bey başını kaldırıp oğluna ve kucağındaki kız çocuğuna baktı.

“Dinlen dedim iyi ki, prenses kim?” diye sorarken ayağa kalkmıştı.

Serhat odadaki rahat gözüken koltuğa çökerken kucağındaki kız çocuğu da merakla Kemal Bey’e bakmıştı.

“Prenses Melisa olur kendisi, bu yakışıklı da benim babam Kemal amcan.” Eğlenerek konuşurken, Kemal Bey’de oğlunun tam çaprazındaki koltuğa otururken.

“Tanıştığımıza memnun oldum prenses.”




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

AHPO - 51. BÖLÜM: 2. Sezon - 2. Bölüm:

Hayırsız Evlat - 16. Bölüm: Kill Me! -1

Hayırsız Evlat - 15. BÖLÜM: Tavşan Deliği!