Kan Davası - 11. BÖLÜM
Bir Mezar, İki Uyanmayan!
Rahmi
Bey bulunduğu kalabalığa bakarken içi gidiyordu. Karşısında kazılan çukura
kızını gömeceklerini bilmek canını yakıyordu. Su yeşili gözleri bir an kızının
yanındaki küçük mezara gittiğinde elleri yumruk olmuştu. ‘Bebek Çelebioğlu’
yazısına bakarken dudaklarını dişlemişti istemsizce. Küçük oğluna bir isim bile
koyamamışlardı. Karısıyla kendisi doğduktan sonra diye düşünmüşlerdi. Daha
doğrusu kendileri yerine çocuklarına koydurtacakları ismini ama oğlunu bir isim
bile vermeden kaybetmişti.
Omuzuna
dokunulmasıyla gözlerini oğlunun mezarından çekip sağındaki adama baktı.
Karşısındaki adamın mavi gözlerine bakarken iç çekerken, mavi gözlü adamda bir
mezara bir de yeni eşilmiş çukura baktı.
“Başın
sağ olsun, Rahmi ağa. İnşallah Allah size de sıralı ölüm nasip eder.” Derken
sözlerinin altındaki mana çok manidardı. Rahmi Bey yanındaki adamın bütün
ailesini bir kazada kaybettiğini bildiğinden bir şey diyemedi. Yanındaki adamda
her şeyden çok yaralıydı ama bu durum anne baba kardeş kaybetmeye benzemiyordu.
Evlat acısı çok farklı bir acıydı.
“Âmin,
Devran.” Rahmi Bey daha başka bir şey diyememişti. Şimdi kızını gömeceklerdi.
Yan tarafta ağzı açık kalan tabutun başındaki oğullarına baktı bir an Rahmi
Bey, Devran’ın mavi gözleri de gençlerin üzerinde dolanmıştı.
Devran’ın
gözleri birini göremeyince kısılmıştı. “Baran nerede?” diye sormasıyla, Rahmi
Bey dün geceye gitmişti bir an.
“Gelmeyecek!”
Rahmi
Bey’in sözü keskindi. Koca salonda oturan herkes şokla Rahmi Bey’e bakmıştı.
“Ne
demek gelmeyeceğim baba?” Baran’ın sesinde hayret vardı. Yarın kız kardeşini
toprağa vereceklerdi. Ne demek gelemeyecekti?
“Oğlum
sen karışma. Ne demek gelmiyor Rahmi? Kız kardeşini son yolculuğa uğurlamasın
mı çocuk?” Şilan Hanım’ın sözleriyle Rahmi Bey oturduğu yerden kalkmış
çocuklarının gözünün içine bakarken burada olmayan Aziz’in odasında dinlediğini
anladı. Gözü bir an karnı burnunda kızına gitti. Öğrendiğinden beri sessizce
ağlıyordu kızı. Erken doğum olmasından korkuyordu Rahmi Bey.
“Ben
son sözümü söyledim Şilan. Benim sözümün üstüne söz söylemek isteyene kapı
orada.” Derken başıyla camdan avlunun dış kapısını göstermişti.
Şilan
Hanım kocasının restiyle yutkunurken, Baran babasına şokla bakıyordu.
Aram
ise sadece yerdeki Isparta halısının desenini inceleniyordu. İhsan ise su yeşil
gözleriyle kardeşine öylece boş boş bakıyordu. Baran’ın İstanbul’da yaptığı
hatanın bedelini en büyük abileri çekmişti. Abisinin karaciğerini vermesinden
hiç hazzetmemişti.
Aras
ile Yusuf ise öylece duvara bakıyorlardı. İstanbul’dan geldiklerinden beri
ikizler sessizleşmişti. Bu evden bir kardeşlerinin daha cenazesinin çıkacak
olması ikisini de derinden sarsmıştı.
Miran,
Aziz abisinin yanındaydı. Kimin ne yaptığına bile uğraşmıyordu.
Baran
odadan çıkan babasının arkasından giderken,
“Baba
bari nedenini söyle?” diye yalvarırken, Rahmi Bey evin dış avluya açılan
kapısından çıkacakken arkasını dönüp oğlunun ela gözlerinin içine baktıktan
sonra öfkeyle oğlunun ellerini avuçlarının içine aldı ama asla oğlunun ellerini
canını acıtacak kadar sıkmamıştı.
“Bu
ellerle mi gömeceksin kardeşini? Masum kanı bulaştırdın sen bu ellere!”
Baran
babasının sözleriyle kalakalırken Rahmi Bey oğlunun gözlerindeki şoku görünce
içinden kızmadan edemedi. Hiçbir çocuğuna şimdiye kadar tokat atmamıştı ve
bundan sonra atmak istemiyordu ama Baran’ın hareketleri resmen beni döv diye
bağırıyordu. Rahmi Bey kendi kendini sakinleştirirken.
“Senin
fevri hareketlerin yüzünden bir çocuk hayatından olacaktı az kalsın… Sakın abim
ciğerini verdi deme Baran! O çocuğa ciğerini verse bile abin, çocuğun yaşayıp
yaşamayacağı muallak. Biz gitmeden önce duydum çocuğun hiç uyanmama şansı
varmış. Sen bunun ne demek olduğunu biliyorsun değil mi? Bir masumun kanına
girdin. O yüzden de benim içim soğuyana kadar yüzünü dahi görmek istemiyorum
oğlum. Odana git ve yemek harici o odadan çıkma!”
Baran’ın
kırgınlıkla dolu gözleri Rahmi Bey’i yaralasa da oğlunun bu yaptığını hemen
affetmeyecekti. Arkasını dönüp evden çıkarken arkasında bıraktığı kırgın
yavrucağını düşünmemeye çalışmıştı.
Rahmi
Bey kendine gelirken, oğulları kardeşini tabuttan çıkaracakken, en büyük oğluna
“Sen dur. Ben taşırım ela gözlümü.” Diyerek kızının tabutunun yanına gidip diz
çökerken, kızının ince bedeninin kefenle sarılmış olması onu yaralamıştı.
Yanında
duran Miran’a kısa bir an baktıktan sonra, burnunu kefene yaklaştırıp kızının
kokusunu içine çekmeye çalıştı.
Rahmi
Bey’in acıyla bağırması bütün Çelebioğlu’nun canını yakmıştı.
“KIZIM!”
**
2
Ay Sonra…
Temmuz
aynın günlerinden perşembeydi. Saat ona, on dokuzu gösteriyordu. Üstlerinde
yazlık kıyafetleri olan iki arkadaş camın önünde duruyorlardı. Genç kızın
üstünde papatya desenli beyaz bir yazlık elbise varken, oğlanın üstünde ise
beyaz gömlek ve altında krem pantolon vardı. Oğlanın kolu genç kızın
omuzundaydı. İkisinde gözleri camın arkasında makinaya bağlı genç çocuktaydı. Genç
çocuğun odası bir otel odasından bile lükstü ama içerdeki çift kişilik yatakta
huzurla uyuyan çocuğun uyanmaması iki genci de üzmekten başka bir şey
yapmamıştı ama iki aydır durumun bu olması gençlerinde sinirini bozmuştu.
“Uyanmama
kararı aldı pezevenk!”
Enes’in
sitemli sesi Begüm’ü güldürmüştü. Begüm’de Enes’e hak veriyordu. Serhat ameliyattan
çıktıktan sonra bedeni kendi kendine koma haline girmişti. Kemal Bey bunun
olabilecek bir komplikasyon olduğunu söylese de iki gençte koca adamın
gözlerindeki endişeyi görmüştü. Serhat iki aydır komadaydı ve ufacık bir
hareket dahi göstermemişti.
“Gülme
kızım- Özlem’i getirelim dedim ben sana. Sesini duysun bu mal hemen yataktan
kalkar.” Derken yan bir şekilde sırıtmadan edememişti. Serhat’ın Özlem’e
bağlılığını herkes biliyordu.
Begüm,
Özlem lafıyla elleri yumruk olmuştu. “Derece yapmış geri zekalı. Bizimkisi de
hala prensesini bekliyor! Kız bunu götüne bile takmadı gitti sınava girdi ve o
halde derece yaptı.” Begüm hiddetle konuşurken Enes’in kolundan çekilmiş
sinirle etrafına bakıyordu. “Ulan ikimizde paramparça olduk! O Özlem malı ne
yaptı? Bir kere hastaneye gelmedi Enes. O kızın buraya gelme hakkı yok.
Serhat’ın hayatına girme hakkı yok.”
Begüm’ün
sözleriyle Enes’te sinirlenmişti. İkisi de çok iyi biliyordu ki bu son iki ayda
herkesin hayatı mahvolmuştu ama bu iki ayda en büyük cezayı Kemal Taş ve Serhat
çekmişti. Bir yazılı sorusu yüzünden geldikleri hale iki gençte inanmak
istemiyordu. Ama olan olmuştu ve kabullenmekten başka yapabilecekleri bir şey
yoktu. Begüm son iki ayda on kilodan daha fazla vermişti. Başka bir zamanda
olsa dalga geçebilirdi bu konu hakkında ama bugün pantolonunu giyerken kemerine
yeniden bir ilik atması gerektiğinde kendisinin de durumunun Begüm’den hallice
olduğunu anlamıştı. İki gençte okuldan sonra hep hastaneye gelmişlerdi.
Serhat’ı tek başına bırakmaya korkuyorlardı. Kemal Bey’de tamamen hastaneye
taşınmış gibiydi. Her sabah Serhat’ın bedenini sünger yardımıyla siliyor,
ilaçlarına dikkatlice bakıyordu. Daha sonra ise iki saat kadar oğlunun başında
kitap okuyordu ama o da fazla kalamıyordu. Başhekimler Kemal Bey’e bunca
zamandır ertelediği işleri yaptırtmaya çalışıyordu. Kemal Bey, Serhat’ın
yanında sadece öğleden sonra kalabiliyordu. Öğleden sonra ise bu görevi iki
arkadaş devralıyordu ama onlar tam yakın olmadıkları için odaya daha
girememişlerdi. Serhat’ın vücudu hala karaciğeri kabullenme aşamasındayken
enfeksiyon kapmasından korkuyordu doktorlar.
“Kızım
ne bekliyordun? Kız burslu lan! Bizim gibi müdüre göz kırpıp derslerini
girmemesini mi? Yoksa hayatını belirleyecek sınava girmemesini mi ki Özlem
Serhat’ı yanlışlıkla vurdu! Kızın psikolojisini ne sen ne de ben bilebiliriz.
Babası da zaten tayinini istemiş. Gidecekler zaten kızım buradan. Kemal amca
herkesi kovuyor farkında değil misin? Bu olaya sebep olan herkesi gözünün
önünden kovuyor!”
Enes’in
sıkıntılı bir şekilde konuşmasıyla Begüm sırtını duvara yaslayıp arkadaşının
gözlerinin içine baktı.
“Babandan
öğrenemedin değil mi? Şu Çelebioğlu ailesinin serbest kalmasının nedenini?”
Begüm Özlem hakkında daha fazla konuşmak istemiyordu. Bu iki ayda Özlem’den
daha beter olaylar dönüyordu ve Begüm’ün bu olaylarından haberinin dahi
olmaması canını sıkıyordu.
Enes
bir anda konuyu değiştiren arkadaşının sorusuyla afallamıştı.
“Yok.
Babamda bilmiyor. Hata Kemal amcanın ne halt yediğini bile anlamadığını
söyledi. Babam Kemal amcanın sonunda delirdiğini düşünüyor. Dediğine göre
Serhat biraz daha uyanmazsa eline silahı alıp herkesi vuracakmış. Bende adam
eline neşter almamak için psikiyatrist olmuş silah mı alacak dediğimde babam
bana sadece güldü anasını satayım!” Enes babasının ona hala bir çocukmuş gibi
davranmasını kaldıramıyordu. Hele bu işlere burnunu sokması gerektiği üzerinde
çok baskı yapıyordu. Babasına göre bu işin sonunda büyük bir kan davası
dönecekti.
Begüm
arkadaşının sözleriyle yan tarafındaki camdan odaya baktı. Arkadaşının burnuna
takılı hortuma, ağzındaki büyük hortuma bakarken gözleri bir an bağlı olduğu
cihazlara kaydı.
“İçeri
girsek mi?” diye sordu bir an.
Enes
konudan konuya atlayan arkadaşına inanmayarak bakarken gözlerini kısmıştı.
“Ne
planlıyorsun sen Begüm?” diye sorarken Begüm umursamadan duvardan sırtını
ayırıp koltukların oraya bıraktığı çantasını alırken Enes inanamayarak Begüm’e
bakıyordu.
“Kızım
sen delirdin mi? Mikrop kaparsa çocuk ne olacak!” Enes’in sesiz feryadı
Begüm’ün azıcık bile umurunda değildi.
“Bundan
daha kötüsü mezar Enes’cim.” Dedikten sonra umursamadan kapının yanındaki
düğmeye basıp kapının kilidinin açılmasını sağlamıştı. İçeri adım atmadan önce
arkasında ağzı açık kalmış Enes’e dönerek.
“Geliyor
musun?” diye sorarken sesindeki emir eki Enes’in tüylerini diken diken etmişti.
“Kızım
bu işin sonunda sen ikimizde sikecen!”
Enes’in
dedikleriyle Begüm yüzünü buruşturmuştu.
“Saçma
salak konuşma geri zekalı!” dedikten sonra içeri girdiğinde, Enes’te mecburen
Begüm’ü takip etmişti.
Odanın
içerisi fazla ferahtı. İstanbul’un o nemli sıcağı odada yoktu. Odanın
köşelerindeki klimalar çalışıyordu ki, ne kadar çalışırsa çalışsın odadan
sıcaklığının sabitlendiği belliydi.
Enes’in
gözleri kenardaki tekli koltuğa gitmişti. Koltuğun üstündeki arasına ayraç olan
Monte Cristo Kontu vardı. Kemal amcasının yeni başladığı bir roman olduğunu
düşündü. Enes gözlerini odada gezdirirken, gözleri cihazlarla uğraşan Begüm’e
takılmıştı.
“Kızım
sen ne yapıyorsun lan! Çocuk onlara bağlı mal!”
Enes’in
feryadıyla Begüm yüzünü buruşturmuştu.
“Bir
karışma be! Bir şey deniyorum bekle azıcık! Hem sadece kalp monitörünü
kapatacağım. Diğerleri açık kalacak.” Derken gözleri kapatma yerini bulunca
hızla kalp monitörünü kapatır kapatmaz odadaki o ritmik ses gitmişti.
Enes
ise eliyle yüzünü kapatıyordu. “Kemal amca bizi öldürecek! Ondan önce babam
beni öldürecek!”
Begüm,
Enes’in sızlanmalarını umursamadan, çantasının gözünü açıp her zaman güvenlik
için taşıdığı cihazı çıkardı. Bu yaptığının işe yaramasını umuyordu. O da
korkuyordu ama Serhat’ın burada bilinçsiz bir şekilde geçirdiği zamanlar
aleyhlerine işliyordu.
Enes
gözlerinin önünde tutuğu ellerinin parmaklarının arasından Begüm’ün ne
yaptığına bakmak için araladığında gördükleriyle nefesi kesilmişti. Begüm
elindeki şok cihazını Serhat’ın tam göğsünün ortasına tutmuş besmele çekiyordu.
“Allah’ım
niyetim kötü değil yemin ederim. Sadece arkadaşımı geri istiyorum ya rabbim.
Bismillah!” dedikten sonra tetiğe basmasıyla Enes tepki dahi vermezken,
yataktaki çocuğun bedeni hafif titremeye başlamıştı.
Begüm’ün
gözleri ise Serhat’ın gözlerindeydi. Serhat’ın bedenine on üç saniye uyguladığı
şoku geri çekerken derin bir nefes aldıktan sonra yeniden kalp atışını gösteren
monitörü açtığında, Serhat’ın kalbinin yüz on beşte attığını görünce sırıtmış
ve elindeki şok cihazı yeniden çantasına koyarken Enes’in bedeni donmuştu.
Begüm
ise hiç umursamadan arkasını yeninden dönüp Serhat’ın hızlı atan kabinin sesine
sinirle gülümserken sinirle Serhat’ın kolunu parmaklarının arasına alıp cimciklerken
söylenmeyi de unutmuyordu.
“Daha
ne yapayım lan sana! Uyuyan prensesse döndün mal! Uyansana!” diye cimciklerken odaya dalan
hemşireler ve doktorlar şoktayken,
“Hanımefendi
ne yapıyorsunuz siz!” diye bağıran doktoru umursamamıştı bile Begüm. Begüm
sinirle Serhat’ın etlerini cimciklerken.
“Uyanmada
her yerini morartayım geri zekalı! UYAN!” diye tiz sesiyle bağırırken odaya
giren Kemal Bey’de şoktaydı.
“Begüm
kızım delirdin mi sen?” diye bağıran Kemal Bey hızla Begüm’ün yanına
gidecekken, koca odada duyulan inleme sesiyle Kemal Bey’in gözleri hızla
yataktaki gözlerini kırpıştırmaya çalışan oğlunda kalmıştı.
Begüm’ünde
şokla yataktaki uyanmaya çalışan arkadaşına bakıyordu.
Doktorlar
durumu anladıklarında, hemşirelere işaret verip. “Herkes dışarı. Hasta
uyanıyor. Kemal Bey, lütfen sizi de dışarı alalım.”
Doktorlar
Serhat’ın başına üşüşürken hızla emirlerini de vermeye başlamışlardı.
“Hemen, başhekimi çağırın.
Ameliyattan sorumlu Kayra Hanım’ı da çağırın çabuk çabuk!”
Yorumlar
Yorum Gönder