Kan Davası - 10. BÖLÜM

 Suçsuz Yatakta, Suçlu Serbest! 


"Kusura bakmayın, sizi de kendim gibi sandım..."

Karamazov Kardeşler  -  Fyodor Dostoyevski


Rahmi Bey telefonda duyduklarıyla şoka uğramıştı. Gözleri 305 numara yazan kapıya gitti bir an.

“Aram, oğlum… Bu adam öyle kolay kolay kardeşini salmaz. Emin misin sen ifadelerini geri çektiklerinden?”

“Baba, serbest kaldı işte. Zaten Baran’da vurmamış anladığım kadarıyla… Kaza kurşunu kızla Baran silahı çekiştirirken patlamış. Kızın panik etmesiyle bir daha sıkmış. Çocuğun aile avukatı sorun yok dedi. Çocuğun babası ifadelerini özellikle çektirtmiş.”

 Rahmi Bey derin nefes alırken koridorda yürümeye başlamıştı. Telefonu tutan elli sertleşmişti. Bu işin altında başka bir şeyin olduğundan o kadar emindi ki. Kemal Bey’in ifadeyi çekmeyi geçin, Baran’a bir daha gökyüzünü göstermeyeceğini düşünmüştü. Oğlu adamın oğlunu kevgire çevirmişti. Kendi oğlunu kevgire çevirselerdi şu an da kan davası yüzünden savcının önünde duruyor olurdu.

“Tamam oğlum. Sen ananı da kardeşini de al otele geçin. Baran’a de. Bana hesap verecek. Onun yüzünden bir masum sabi şu an hayatıyla cebelleşiyor.”

Rahmi Bey çocuğun daha ameliyathaneden çıkmadığını duymuştu. Babası öylece kapının önünde bekliyordu. Çocuğun arkadaşları da orada duruyordu. Bir çocuğun hayatını kaydırmışlardı. Ufak bir yanlış anlamanın sonuçlarının bu olması Rahmi Bey’in canını yakmıştı. On sekiz yaşında daha çocuktu.

“Tamam baba. Ben kapatıyorum.” Diyerek kapatan oğluyla kulağından telefonu çekip telefonu ceketinin cebine koymuştu. 

Oğlunun yanında kardeşi vardı. Gözleri bir an oğlunun hala yattığı odadaydı ama şu an bundan daha büyük sorunu vardı. Kemal Bey boşuna Baran’ı serbest bıraktırmamıştı. Bu işin altında kesin bir şey yattığına inanıyordu Rahmi Bey.

Rahmi Bey koridorlarda yürürken bir kez daha hatırlamıştı. Hastanelerden nefret ediyordu. Bu koridorlar ondan bir oğul almıştı. Küçük göz ağrısını almıştı. Evladını bir kez kucağına alabilmişti. Bir kez kokusunu çekebilmişti yağmur kokulusun. Abisi gibi kokuyordu yavrusu. Kollarından alındıktan üç saat sonra ölmüştü yavrusu. O günde yağmur yağıyordu. Oğlunu yağmurlu bir günde toprağa vermişti. Tek bir kişinin taşıyabildiği tabut olurdu. Oluyordu. Bu koca şehir ona ilk önce küçük bir tabut taşıttırmıştı şimdi ise kızını taşıttıracaktı. Az kalsın oğlunu da elinden alıyordu bu koca şehir.

İstanbul herkesin gelmek istediği yaşamak istediği şehir Rahmi Bey’i boğuyordu. Bu şehre ikinci gelişleriydi. İş için bile gelmezdi o. İnsan şehirden korkar mıydı? Korkuyordu işte. Rahmi Bey, bu şehrin bir evladını daha alacağından korkuyordu.

Sulu yeşil gözleri koca ameliyathaneye giden koridordaki dik bir şekilde duran adama gitmişti. Kemal Taş, hafif buğday tenli bir adamdı. Boyu da öyle kısa bile değildi bir seksenden uzundu. Gözleri ise yumuşak kahverengiydi. Rahmi Bey ilk defa bu kadar sert hatlara sahip olup da gözleri yumuşak bakan bir adam görmüştü. Adamın gözleri bir çocuğun masumluğuyla bakıyordu.

Rahmi Bey, Kemal Bey’in yanına geldiğinde, Kemal Bey’in kahverengi gözleri sulu yeşil gözlerine bakmıştı.

“Buyurun Rahmi Bey?”

Kemal Bey’in sesi istemsizce serti. Karşısındaki adamın oğlunu istese hemen alabileceğini bilmek Kemal Bey’i travmatize ediyordu.

Rahmi Bey ise karşısındaki adamın yaptığı kıyağın sebebini merak ediyordu.

“İfadenizi geri çevirmişsiniz. Allah senden razı olsun… Ama benden ne istiyorsunuz ya da bizden bir şey mi istiyorsunuz? Kusura bakmayın ama bu iyiliği sebepsiz yaptığınıza beni inandıramazsınız. Mutluyum ama aynı zamanda şüpheliyim.”

Kemal Bey’in bedeni duyduklarıyla kasılmıştı. Karşısındaki adamın çocuğunu çalmıştı. On sekiz yıl boyunca onun evladı olmuştu, ona baba demişti. Karşısındaki adama baba demesi gerekmiyor muydu? Kemal Bey bu düşünceyle içi yanmıştı. Serhat’ın kendisinden başkasına baba dediğini duyarsa yıkılabileceğini biliyordu.

“Doğru düşünmüşsünüz Rahmi Bey… Sizden tek bir şey istiyorum. Ne malınız da gözüm var ne de canınızda, zaten oğlunuz oğluma can verdi. Biraz komedi gibi oldu ama öteki alıyım derken diğerinin vermesi… Her neyse,” derken karşısındaki adamın da sözlerinden sonra ona zorla tebessüm ettiğini görünce elleri yumruk olmuştu. Normal de çocuğunu bu hale getirenleri asla affetmezdi ama on sekiz yılın hatırı için affedecekti. “Gitmenizi istiyorum. Bu şehirden, oğlumun hayatından çıkmanızı istiyorum Rahmi Bey. Ailenizle bir girdiniz bin girdiniz. Oğlumun hayatında görmek istemiyorum sizi.”

Kemal Bey’in sözleriyle Rahmi Bey yutkunmuştu.

“Bir helallik dahi alamaz mıyız?” Rahmi Bey zaten bu şehirden gidecekti. Ama kovulmak zoruna gitmişti. Oğlunun masum sabiye yaşattıkları için bir helallik almak istiyordu. Ama karşısındaki adamın neden böyle konuştuğunu da anlamıştı. Bir gece de hayatları yok olmuştu onların. Evladını kaybetmişti karşısındaki adamın neden korktuğunu biliyordu. Oğlunu bu hale getiren insanlarla görüştürmemek istemesini anlıyordu ama çocuğun helalliğini de almadan gitmek istemiyordu.

Kemal Bey, oğlunu görürlerse bu adamın işkilleneceğinden emindi. Oğlunun yüz tipi Aziz Bey’le aynıydı. İlk defa oğlunun fotoğraflarında farklı çıkmasına sevinmişti.

“Hayır, Rahmi Bey. Oğlumun yakınında sizden birini dahi görmek istemiyorum.”

Kemal Bey’in sert çıkan sesiyle, Rahmi Bey yutkunmuştu. Karşısındaki adamın sözlerinde haklı olduğunu biliyordu.

“Yine de çok sağ olun Kemal Bey. Bu iyiliğinizi unutmayacağım.”

Rahmi Bey tokalaşmak için elini uzatırken Kemal Bey’de adamın nasırlı elini sıkarken gözleri sulu yeşil gözlerdeydi.

“İyilik demeyelim buna, karşılıklı Rahmi Bey. Oğlumun çevresinde dahi ailenizi geçin tanıdığınızı görmek istemiyorum. Sözlerim kırıcı gelebilir ama beni de anlayın. Oğlumu vuranı salıyorum öylece. Benim oğlumda kevgire döndüğüyle kalıyor. O yüzden yanlış anlamayın bu isteğimi. Umarım bir daha bu acıyı ikimizde tatmayız.”

Kemal Bey’in sözleri Rahmi Bey’in sağ gözünden bir damla düşürmüştü. İki baba da acılıydı. Biri evladını kaybetmişti diğerinin evladının hayatı ise pamuk ipliğine bağlıydı.

Rahmi Bey derin bir nefes alıp tokalaşmayı keserken elini geri çekmişti.

“Hastane sizinmiş. Bize bir tane hastane uçağı hazırlayabilir misiniz? Giderken oğlumu burada bırakmayacağım. Kızımın naaşını arabayla götürürdüm de, Aziz’i arabaya koymak sıkıntı olacaktır.”

Kemal Bey başını sallayıp pantolonun cebinden telefonu çıkarıp, Erhan Bey’e durumu belirten bir mesaj yazmıştı.

“Üç saate hazır olur istediğiniz. O zamana kadar da Aziz Bey’i bizim doktorlar gözlemler. Sizde isterseniz kaldığınız yere bir gidin. Sizde perişan haldesiniz.” Derken adamın gözlerinin içindeki kırmızılığı da geçmişti Kemal Bey, Rahmi Bey’in gözlerinin altı da morarmıştı. Üstü başı ise kırışmıştı ki, fazla yemek yemediği için beti benzi de yavaş yavaş beyazlaşmıştı.

Rahmi Bey başını sallayarak, “Anladım. Ben ilk önce oğullarımın yanına gideyim bir.” Diyerek ayrılırken, Kemal Bey’de nasıl bir yıkım yarattığının farkında değildi.

Kemal Bey giden adamın sırtına bakarken içinden bir oğlunu da burada bırakıyorsun demek gelse de, aklı buna mani olmuştu. Aklı, oğlunu da kaybederse delireceğini söylüyordu ki haklıydı da. Onun aklı başında olmasının tek yegâne sebebi vardı o da oğluydu. Tek ailesini de kaybederse yaşayamazdı.

“Kemal amca, gerçekten de adamı serbest mi bıraktırdın?” diye soran Begüm’den başkası değildi. Begüm duyduklarına inanamamıştı. Kemal amcanın Serhat’ın hayatı için bütün dünyayı yakabileceğini bilirken bu hareketin Kemal amcalık olmadığını biliyordu.

Kemal Bey, koridorda yalnız olmadığını hatırlayarak, Begüm’ün soru dolu gözlerine baktı. Begüm’ün ne kadar meraklı ve hak savunan bir insan olduğunu hatırlayınca burukça gülümsedi. Begüm’ün çok iyi bir avukat olacağını çok iyi biliyordu.

“Öyle oldu.” Diyebildi sadece, ne diyebilirdi ki? Bu durumda ne diyecekti, ‘Sizin oğlunuzu kendi oğlum gibi büyüttüm tabi biliyorum size öldü demişler ama benim annemle baldızım bir halt yemiş kaçırmış sizin oğlunuzu mu diyecekti!’ diyemezdi. Bunu açıklamadan da, o Baran denen herifi içeri tıktıramazdı. Elinde sonunda bir şekilde karşılaşmak zorunda kalacaklardı çünkü ama şimdi Serhat’ın hayatından temeli çıkacaklardı.

Begüm’ün tek kaşı kalkmıştı. Karşısındaki amcası yerine koyduğu adamı tanıyamıyordu. Gözleri koridorda kısa bir an dolanıp yeniden Kemal amcasının kahverengi gözlerine baktı.

“Ciğeri karşılıksız vermediler mi?” diye sorarken gözlerini kısmıştı. Begüm’ün şu an düşünebildiği tek şey buydu. Kemal amcası asla bu aileyi öyle bırakamazdı. Şu anda bütün ailenin pisliğini döküyor olmalıydılar.

Kemal Bey, kızın basit sorusuyla iç geçirdi. Herkesin aklına ilk gelen şeyin bu olacağını anlamıştı bile.

“Hayır. Baran denen adam hapse girse de girmese de vereceklerdi zaten. Olay bu değil Begüm. Bu durum daha ağır. Adam kızını kaybetti. Oğlunu da kaybetmesine izin vermem değil mi? Hele ki bu durumda, kendi oğlum da bu haldeyken adamla empati yaptım diyelim.” Demesiyle Begüm’ün gözleri anlayışla parlamıştı.

“Anladım, Kemal amca. Ben buradayım. Gidip biraz dinlensen, kimseyi buraya sokmam.” Demesiyle, Kemal Bey karşısındaki kızın başına elini uzatıp okşadı.

Begüm’ün gözleri sevgiyle dolu olmuştu. Begüm annesi, babasından böyle bir hareketti asla görememişti. Annesini onu doğurduktan sonra gezmeye çıkmış, babası ise tasarımlarına ve şirketine zaman geçirmişti. Begüm’ü sadece dadılar büyütmüştü. On dört yaşına kadar kimseyle de anlaşamamıştı. On dört yaşında liseye başladığında da böyle gideceğini düşünürken bir çift yeşil göz hayatına bodoslama girmişti. İlk defa sevilmenin ne demek olduğunu dünyanın en sakin çocuğundan öğrenmişti. Begüm o günden sonra o yeşil gözlü çocuğu asla bırakmamıştı. Herkes onu Serhat’a takıntılı olduğunu düşünüyordu ama o sadece kendisini değerli hissettiren çocuğun yanında olmak istiyordu. Ve bugün daha iyi anlamıştı. Taş ailesinin erkeklerinin hepsi onu insan gibi hissettiriyordu. Var olduğunu hissettiriyorlardı.

“Begüm, iyi ki varsın kızım. Ben bir yukarı çıkacağım… Uykusuzluktan bayılmadan önce biraz kestireyim. Erhan yakında gelir zaten.” Diyerek ayrıldığında Begüm’ün gözlerinden her an düşmekle tehdit eden göz yaşlarını Begüm eliyle durdururken, gözlerindeki sevgi yerini hesaplı bir bakışa bırakmıştı.

Kemal Bey’in sözlerine gram inanamamıştı. Begüm’ün gözleri koridorun köşesindeki koltukta uyuyan Enes’e takılmıştı. Yüzünde sinsi bir sırıtış oluşurken hızla yürüyerek Enes’in yanına gitmişti.

Enes’in tepesinde dururken başını hafifçe eğip oğlanın kulağına dudaklarını yaklaştırmıştı.

“ENES!” diye hafifçe bağırmasıyla, uyuklayan çocuk hızla irkilerek uyanmıştı.

Enes’in gözleri Begüm’ü görünce sertleşmişti. “Kızım sen manyak mısın?” diye sorarken eliyle gözlerini ovalıyordu.

Begüm Enes’in yanına otururken gözleri Enes’ten çok Serhat’ın bulunduğu ameliyathane kapısındaydı.

“Uyanman lazımdı uyandırdım.” Demesiyle, Enes inanamayarak Begüm’e bakmıştı.

“İnsanlar böyle uyandırılmaz biliyorsun değil mi? Ne bileyim kızım hafif dokunsan da uyanırdım ben.” Derken derin bir nefes almayı unutmamıştı.

“Serhat dokunduğumda uyanmıyor genelde bende hep böyle kaldırıyorum ama hiç senin gibi bir tepki vermemişti.” Begüm’ün sözleriyle Enes yutkunmuştu.

Begüm’ün Serhat’ı uyandırmaya çalışmasını bütün sınıf bilirdi. Serhat her derste sessizce kıvrılarak uyumayı başarırdı bu durumda da her zaman Begüm onu uyandırma görevini üstlenirdi ve dediği gibi, Serhat bir kez bile Begüm’e kızmamıştı. Uyanır ve teşekkür ederdi onu uyandırdığı için ki Enes Serhat’ı da anlayabiliyordu. Dokuzuncu sınıftayken Serhat okul çıkışından sonra da uyumaya devam etmişti ve Kemal Bey oğlunu koca İstanbul’da ararken, sabah okul sırasında bulmuşlardı. Öylece uyumaya devam etmişti Serhat. O günden sonra da Begüm’ün onu uyandırmaya çalıştığını duymuştu.

“Kızım ben o sabır taşımıyım Allah rızası için! Onun yaşadıklarını başkası yaşasa yemin ediyorum çatlar ama bizim oğlan hala sakin sakin takılıyor.” Derken sesindeki sitem fazlaydı. Serhat’ın bir kez onlara ya da birine kızmasını isterdi. Enes’in babası sakin insanların öfkesi tehlikeli olur dediği için her zaman merak ediyordu Serhat’ın kızmasını. Kızdığında ne kadar tehlikeli olabilirdi ki? “O kadar sakindi bir an dedim. Kızı bu öldürdü kesin… Hemen kızma be! Kızım, sen bu oğlanın çocukluğunu bilmiyorsun. Bu var ya çakılı taşların üstüne düşerdi yine de ağlamazdı. Gözünün azıcık yaşardığını bilmem ben bunun. Bir kez bile kızdığını görmedim. Annesinin paçasını yapışır her yere gülümserdi. Annesinin ölüsüne bile ağlamadı. Öylece baktı, babasının elini tutup öylece izledi herkesin ağlamasını. Kemal amca o yüzden anne tarafıyla görüştürmez. Çocuğa o gün vicdanız duygusuz piç demişler. Kemal amca hepsini ülkeden sürdü. O lafları bile duyduğu halde kızmadı Serhat. Yaratılışı böyle dedim var ya, ama bir sabah uyandım bir ne göreyim. Koca ülke benim sakin arkadaşımı katil yerine koymuş. Bir an dedim. Bu çocuk sonunda birine patladı dedim. Hata kızın bizimkine bir şey yaptığını bile düşündüm. Serhat’ı çileden çıkartmış olmalıydı ki ölmüş olsun dedim ama sonra babam ‘suçsuz çocuk, yanına gidip de gazetecileri işkillendirme’ deyince gidemedim. Emniyetime gittiğim an Serhat’ın suçluluğunu onaylamış olacaktım. Onunla arkadaşlığımı öğrendikleri an herkes Serhat’ın yalancı sahtekâr bir suçlu olduğunu söyleyecek kızım. Gidemedim bu yüzden. Çıktıktan sonra da benden rica etti. Yemin ederim bilseydim, Serhat’ın peşinde olduklarını evden çıkartmak yerine babamı arar korunaklı bir yere götürürdüm. O da bu halde olmazdı. Biz de bu halde olmazdık.”

Begüm, Enes’in sözleriyle elini uzatıp, Enes’in omuzuna koyarak sıktı.

“Geçmişi dile getirmemiz onu iyileştirmeyecek Enes. Burada daha mühim bir olay var.” Demesiyle Enes anlamayarak dolmuş gözlerini Begüm’ün gözlerine dikti.

“Ne olayı? Ben uyuyorken bir şey mi oldu?” diye sorarken bedeni dikleşmişti.

Begüm iç çekip, “Kemal amca, Serhat’ı vuran adamı serbest bıraktırmış. Adam adliye binasına bile girmeden serbest kalmış. Evine gidiyor. Aslında bütün hepsi evine gidiyor. Kemal amca, Serhat’ın bir daha çevresinde sizi görmek istemiyorum dedi. Bunu dedi ve adamları göndermek için can kolluyor Enes. Bizim bildiğimiz Kemal Taş. Oğlunu vuran adamı serbest bırakıyor. Karısının arabasına çarptı diye karşı taraftaki sürücüye ağırlaştırılmış müebbet verdiren kişi oğluna bunu yapanı serbest bırakıyor. İnanabiliyor musun?”

Begüm’ün sorusuyla Enes inanamayarak bakıyordu.

“Şakadır kızım bu! Kemal amca, adamların ebesini elemeden öylece bırakacak he mi? Karaciğeri karşılık mı verdiler yoksa lan!” Enes’in farkındalıkla çıkan sesiyle, Begüm ‘cık’layıp.

“Yok! Kemal amca öyle olmadığını söyledi. Ama bunu öyle olmasını gerektiğini söyledi. Sence Kemal amcanın bir açığını buldular? Ne bileyim, Serhat’ın bize yaptığı şaka gibi belki de bu hastaneler falan paravandır, Kemal amca da tehlikeli bir adamdır diyeceğim ama sonra Baran denen herifi karakola göndermeden önce paketlerdi diyorum. Aklıma başka bir şey gelmiyor.”

Begüm düşüncelerini anlatırken, Enes’in gözleri de koyulaşmıştı. Enes’te çok iyi biliyordu, Kemal amca bu aileyi yıkmadan serbest bırakmasının farklı bir amacı olduğunu anlamıştı ama arkada ne döndüğünü bilmiyordu. Enes’in gözleri bir an ameliyathane yazan kapıya gitti.

“Sana bir şey diyeyim mi? Bu olayı sen çözebilirsin ne de ben… Serhat’tan başka Kemal Taş’ın niyetini ortaya çıkarabilecek bir Allah’ın kulu dahi yok.” 



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

AHPO - 51. BÖLÜM: 2. Sezon - 2. Bölüm:

Hayırsız Evlat - 16. Bölüm: Kill Me! -1

Hayırsız Evlat - 15. BÖLÜM: Tavşan Deliği!