Kan Davası 1. BÖLÜM
Mutluluktan, Dehşete
Neon
ışıkların etrafta parladığı mekânın ortasındaki genç adam elindeki
Bomonti’siyle dans ederken, karşısındaki uçuk narçiçeği fırfırlı elbise
giyinmiş genç kıza gülümseyip etrafında dönerken, üstündeki gömleğinin uçları
her hareketinde havaya kalktığında bembeyaz beli ve karın kasları gözüküyordu.
Genç adam su yeşili gözlerini genç kızın kahverengilerine temas ederken,
“Doğum
günün kutlu olsun!”
Genç
adamın tatlı sesi bağırırken bile azıcık bile bozulmamıştı. Genç kız, genç
adamın boyuna kollarını dolarken,
“İyi
ki doydum!” dedikten sonra kırmızı rujla renklendirilmiş dolgun dudakların,
genç adamın ince ama hafif mora dönek dudaklarına birleştirdiğinde, genç adamın
kollarını genç kızın beline dolayıp, öpüşmeyi daha derinleştirirken genç kızda
kollarını daha çok sıkıp, genç adamın boyunu kendine doğru eğmişti.
Mekânda
dans edenlerin ortasında öpüşen iki genç, nefesiz kalana öpüştükten sonra
alınlarını birleştirip gözlerinin içlerine bakmaya başlamışlardı.
“Seni
seviyorum.” Genç kızın dedikleriyle, Genç adamda kocaman sırıtıp.
“Ah,
oysa ben sana aşığım güzelim.” Dedikten sonra genç kızın beyaz uzun ince
parmaklara sahip ellerini sıkıca tutup.
“Hediye
zamanı güzelim!” Dedikten sonra genç kızı sürükleyerek mekândan çıkarırken,
genç kızda topuklu ayakkabılarıyla yalpalamamaya dikkat ederken yürümeye
çalışıyordu.
“Bugün
zaten hediye gibiydi, Serhat!”
Genç
kız için bugün zaten en güzel gündü. Sevgilisi onu sabah evden almış, ilk önce
bir mağazaya götürüp güzel bir şekilde elbise seçmesine izin vermişti. Daha
sonra güzel bir öğle yemeği yemişlerdi. Akşama kadar ise, Gülhane parkında
oturup, kitap okumuşlardı. Akşam ise onu ilk defa bir mekâna getirmişti.
Mekânın nezih bir yer olduğunu anlamıştı. Hayatında hiç içki içmemişti ki,
burada da içmemeye çalışmıştı ama sevgilisinin alkole aşk yaşadığını
bildiğinden pek ses çıkarmamıştı. Sevgilisi ne kadar içerse içse o
kibarlığından asla ödün vermezdi. Sevgilisi zaten araba kullanmayı bilmezdi.
Bir erkek için en garip durum olsa da genç kız sevgilisinin hobilerinde
arabalar yerine bisikletler olduğunu bilmek eğlendiriyordu. Sevgilisi çocuk
gibi bütün bisikletleri almaya çalışan bir deliydi. Amerika’ya gidebileceğini
bilse oraya da bisiklet sürerek gideceğine emindi.
Mekândan
çıktıklarında, soğuk hava genç kızın hafiften titremesine sebep olmuştu. Mayıs
gecesiydi ki bu da normaldi. Daha mayısın başlarındaydılar. Havalar daha yeni
yeni ısınmaya başlamıştı. Genç kızın titrediğini anlayan genç adam ilk önce
kendine bakmıştı. Üstündeki beyaz gömleğe bakarken kaşlarını çatmadan
edememişti. Havanın bugün iyi olacağını bildiğinden ceket bile almamıştı.
Sevdiceğinin üşüyebileceğini hiç aklına getirmemişti.
“Üşüdün
sen.” Derken sesi çocuksu çıkmıştı.
Genç
kız hafiften üşüse de o kadar ciddi üşümemişti. Hiç değilse yarın hasta
olmayacağından emindi. Mekânda çok terlemişlerdi, terledikten sonra dışarı
çıkmak genç kızın üşümesine sebep olmuştu o kadar.
“Mühim
değil, canım.” Derken gülümsemeyi ihmal etmemişti. Genç adamın bu durum canını
sıksa da derin bir nefes alıp, genç kızı hafif adımlarla yürüterek mekânın
arkasına doğru götürmeye başladı. Mekân Kadıköy’ün en nezih semtindeydi.
Mekânın arkası sahile bakıyordu.
Moda
sahiline tam bakıyordu. Mekânın arkasında normalde eğlenen insanlar olurdu ama
bugün özellikle kapatılmış gibiydi.
Koca
yerin ortasında kırmızı kadife kumaşla kapatılmış bir şey vardı.
Genç
kız gördüğü şeyle kaşlarını kaldırırken, genç adam genç kızın elini bırakıp
koşarak kırmızı kumaşla kapatılmış hediyenin yanına gitmiş.
“İyi
ki doğdun güzelim. Hayatıma iyi ki girdin!” Genç adam bir eğlenceli bir sunum
yapar gibi konuşurken elini kırmızı kadife kumaşa atmıştı. Kumaşı çektiği an,
genç kız gördüğü şeyle ağzı açık kalmıştı.
Kıpkırmızı
bir tosbağa vardı.
“Serhat!”
Genç kız şokla bağırırken, genç adam kocaman sırıtıp elindeki kumaşı atıp
koşarak sevgilisini kollarının arasına alıp havaya kaldırarak etraflarında
dönmeye başladı.
“Ehliyet
kursuna yazılmışsın güzelim. Bende dedim, ilk hayalini gerçekleştireyim.”
Demesiyle, genç kız parlayan gözleriyle, sevgi dolu bakan yeşil gözlere tatlı
tatlı bakarken.
“Asıl
sen bana Allah’ın hediyesisin.”
Genç
kızın sözleriyle, genç adam kocaman gülümsemeden edememişti.
Kucağındaki
kızı çok seviyordu, genç adam. Kucağındaki sevgilisini dünyalara verseler
değişmezdi. Serhat Taş, on sekiz yaşına daha yeni girmiş bir genç adamdı.
Sevgilisiyle on dört yaşından beri sevgililerdi. Onların aşkı lise aşkıydı. Ve
bu gidişle ömür boyu sürecekti.
Kucağındaki
sevgilisinin başının dönebileceğini düşünerek yavaşça yere indirdikten sonra
cebinden anahtarı çıkarıp sevgilisinin avucunun içine koymuştu.
“Ehliyetini
aldığında, ilk benimle sür olur mu güzelim.” Demesiyle, genç kız başını
sallayıp.
“Seni
alacağım tabi ki de!”
Genç
adam sevgilisinin alnından öperken, gözleri bileğindeki saate takılmıştı.
“On
sekiz yaşına basmış olabilirsin ama baban kesin kapıda ağaç oldu.” Derken
gülmeden edememişti. Genç kız babasının bahsedilmesiyle kıkırdamadan
duramamıştı. Genç kızın babası, Serhat’ı onaylamış olsa da kız babası olarak
kızına on bir olmadan eve gelme kuralı kurmuştu ki, Serhat asla on biri
geçirmeden eve getirirdi.
“Evlensek
ne der acaba?” diye sormadan edememişti genç kız.
Genç
adam sevgilisinin beline kolunu atıp yavaşça mekânın gerçek çıkışına doğru
yürürken, genç kızın gözleri arabada kalmıştı.
Genç
adam sevgilisinin meraklı haline gülümseyip.
“Adamlar
evinizin garajına koyacaklar. Meraklanma güzelim.” Demesiyle, genç kız utançla
yüzünü oğlanın geniş göğsüne bastırırken, genç adam daha çok mutlu olmuştu.
Genç
adam mekânın önüne gelir gelmez, genç adamın babasının arabası hemen önlerinde
durmuştu. Siyah Mercedes’e binerken, genç adam kapıyı sevgilisi için açarken,
genç kız yavaşça sıcak arabanın içine girerken havanın ne kadar da soğuk
olduğunu da anlamıştı.
Genç
adam da arabaya biner binmez, şoför arabayı hızla çalıştırıp ilk önce genç
kızın evine doğru yol almaya başlamışken, genç kız sevgilisinin ellerini
sımsıkı tutarken.
“Teşekkür
ederim.” Diye fısıldamasıyla, genç adam sevgilisinin başından öpüp, o kendine
has olan narenciye kokusunu içine içine çekmeyi de unutmamıştı. Genç adam
sevgilisinin kokusuna hastaydı.
“Neden
teşekkür ediyorsun güzelim. Bunların hepsini hak ediyorsun zaten.” Demesiyle,
genç kız gülümsemesini sevgilisinin göğsüne doğru saklamıştı.
Genç
kız, sevgilisinin onu ne kadar çok sevdiğini çok iyi biliyordu.
Her
ilişkide bir kişinin sevgisi ağır basardı. Bu konuda da Serhat ağır basıyordu.
Serhat her şeyden çok seviyordu, genç kızı. Genç kızın ufacık saçına bir şey
olur diye korkarak dokunurdu saçlarına. Kirpikleri dökülür diye gözlerinden
öpmeye korkardı.
Genç
kız ise Serhat’ı seviyordu. Serhat kadar olmasa da o da kendi çapında
seviyordu.
“Özlem
Hanım’ın evine geldik, Serhat Bey.” Diyen şoförle, iki gençte arabanın
durduğunu yeni fark etmişti.
Genç
adam arabadan ilk inip, sevgilisinin inmesini beklerken gözleriyle küçük ama
temiz mahalleye bakıyordu. İstanbul içindeydiler. Sevgilisinin yaşadığı mahalle
kendi halinde yaşayan insanların olduğu yerdi.
Mavi
demir kapılı olan küçük müstakil evin kapısı açıktı. Kalıplı orta yaşlı adam
bekliyordu. Sevgilisinin babasını görünce, kocaman gülümseyip.
“Osman
amca nasılsınız?” diye sormadan edememişti.
Osman
Bey kapıdan ayrılıp yavaşça demir kapıya yaklaşırken, Serhat’ın dağınık haline
‘cık cık’layıp.
“Yine
fıçıya düşmüşsün. Ben sana dememdim hıyar, kızımın yanında içme diye!” Osman
Bey’in kızmasıyla, Serhat suçlu çocuklar gibi başını eğerken, arabadan çıkan
genç kız sevgilisinin yanağını öpüp.
“Baba,
sevgilime kızma lütfen. Hem Serhat içince çok tatlı oluyor.” Demesiyle, genç
adam sevgilisine sahte bir kırgınlıkla bakıp.
“Ayıkken
tatlı değil miyim?”
Genç
kız sevgilisinin sorusuyla gülümseyip.
“Tatlısın…
Sadece içince daha çok tatlı oluyorsun. Sanki içindeki çocuk serbest kalıyor.”
Demesiyle, genç adamda sevgilisini öpmek için yeltenecekken, Osman Bey kızını
kollarının arasına çekip.
“Bugün
kızımla yeteri kadar görüştün. Hadi baba evine.” Demesiyle, genç kız tartışmak
için ağzını açacakken, genç adam yeşil gözleriyle tatlı tatlı bakıp.
“Osman
babacığım. Sizde babam sayılırsınız.” Diyerek evlerine doğru yürüyecekken,
Osman Bey Serhat’ın ensesinden tutuğu gibi.
“Nereden
baban oluyor lan ben senin. Hadi evine!”
“Baba!”
Genç
kız babasının sert tutuşundan ayrılmaya çalışırken, genç adam gülümseyip Osman
Bey’in tutuşundan kurtulup.
“Öyle
olsun Osman amca. Ama yakındır Allah’ın emriyle kızını istemeye geleceğim
günler.” Derken göz kırpıp hızla arabaya binmişti.
Hızla
giden arabanın arkasından bakan Osman Bey sinirle.
“Eşek
sıpası ne olacak!”
Genç
kız babasına kızgın bir şekilde bakıp.
“Baba,
Serhat kırılmıyor gibi gözükse de kırıldığını sende biliyorsun!” diyen genç
kızla babası masum bir şekilde kızına bakıp.
“Ne
yapayım kızım? Çocuk o kadar sakin ki hiçbir şekilde kızdıramıyorum.”
Demesiyle, genç kızda babasına hak vermeden edememişti.
Serhat
sakinliğiyle tanınırdı. İçtiğinde de içmediğinde de her zaman sakin bir
insandı. Serhat’ın bir şeye kızdığını asla görmemişti. Ailesinin de Serhat gibi
sakin insanlar olduğunu biliyordu ama Serhat’ın sakinliği çok farklıydı.
Sabahtan akşama kadar dayak yese bile kızmazdı.
“Haklısın,
baba.”
**
Serhat
geldiği yalıya bakıyordu. Yeşil gözleri tatlı tatlı bakarken iç çekmeden
edememişti. Önde oturan şoför hala patronun oğlunun inmesini bekliyordu. Serhat
Taş, Kemal Taşın tek oğluydu. Aslında tek çocuğuydu. Serhat’ın annesi, Serhat
daha bebekken trafik kazası geçirip ölmüştü. Kemal Taş karısını kaybettikten
sonra, karısının hatırası olan Serhat’a tamamen yapışmıştı.
Baba
oğul birbirlerinin yaralarını sarmışlardı. Daha çok, Serhat babasının
yaralarını sarmış gibiydi ama bu konu bembeyaz yalının içinde saklanan
konulardan biriydi.
Serhat
arabadan inerken, şoföre baş selamı vermeyi unutmamıştı. Hızla merdivenleri
inerken, yalının kapısını kahyaları Erhan Bey açmıştı. Erhan Bey ellilerinin
sonunda olan, Taş ailesinde kırk yıldır çalışan bir insandı. Erhan Bey Taş
ailesinin bütün her şeyini bilirdi ama bilmediği bir şey vardı. Bütün
trajedilere acılara rağmen dünyanın en mutlu adamı olarak yaşayabilen Serhat
Taş’ı hiçbir zaman anlayamamıştı.
“Serhat
Bey hoş geldiniz.” Diyen Erhan Bey’le, Serhat kocaman sırıtıp.
“Erhan
amca, Serhat Bey deme bana demiyor muyum sana!” derken sahte kızgınlıkla
konuşmayı ihmal etmemişti.
Erhan
Bey, gülümseyip. “Biliyorum ama alışkanlık işte. Babanız ofisinde sizi
bekliyor.” Demesiyle, Serhat hızla bileğindeki saate baktığında gece bir buçuğu
görünce şaşırmıştı.
“Uyumadı
mı?” diye sorarken hızla merdivenlere yönelmişti.
Merdivenleri
çıkan genç adam her adım attığında şarkı mırıldanıyordu.
“Ah,
kalbim darma duman.”
“Senden
iz yok hayli zaman.”
“Duygularım
feryat figan.”
“Bilmem
nasıl yapsam.
“Hangi
kapıyı çalsam.”
Genç
adam ıslık çalarken, geldiği çift kanatlı kapıya bakmadan edemedi. Babasının
çalışma odası yalının ikinci katında bulunuyordu.
Kapıyı
çalıp kısa bir an bekledikten sonra, kapıyı açtığında içerideki kitap kokusu
genç adamın burnuna dolmuştu. Gözlerini kısa bir an kapatmadan duramamıştı.
Sevdiceğinin kokusu bağımlılıksa, kitapların kokusu uçucuydu. Serhat’ı şu
dünyadan uçurabilecek şeyler bu odada bulunan nimetlerdi.
“Biraz
daha geç gelmeni bekliyordum.” Diyen hafif sesle, Serhat gözlerini açıp sevgi
dolu yeşil gözlerini babasının kahverengi gözlerine dikti.
“Babamı
bensiz nasıl bırakabilirdim. Hem bırakırsam nasıl bir evlat olurum?” diye
sorarken içeri geçip kapıyı kapatırken gözleri odadaki rahat koltuğa doğru
gitmişti. Bir psikiyatristin koltuğuydu oturduğu koltuk ki, babasının işi de bu
olduğundan ofisinde böyle bir koltuğun olmasını normal saymıştı.
Kemal
Bey oğlunun koltuğa oturmasını izlerken, “Gününüz güzel geçmiş anlaşılan.”
Demesiyle, Serhat başını yuvarlak yastığa koyup gözlerini sımsıkı kapatırken
kocaman gülümsemeden edememişti.
“Hem
de çok güzel geçti… Baba biliyor musun? Ben sanırım aşkımdan deli oluyorum.”
Derken gözlerini açmış babasına yan bir şekilde bakmaya başlamıştı.
Kemal
Bey tek kaşını kaldırıp. “Deli mi oluyorsunuz, Serhat Bey? Hem de aşktan ha!
Ah, çok büyük bir hastalığa yakalandığınızdan haberiniz dahi yok.” Babasının
oyuncu sesiyle Serhat babasının oyununa uyup gözlerini şaşırmış gibi açıp.
“Doktor
ne diyorsunuz siz! Ne demek çok hastayım?” diye sorarken ellerini göğsünde
birleştirmeyi unutmamıştı.
Kemal
Bey masasının arkasından kalkıp, odasındaki rahat tekli koltuğuna oturduğunda
oğluyla karşılıklı oturmuş gibi olmuştu. Normalde hastalarıyla böyle otururdu
ama oğluyla bu odada oyunlarından her zaman çok memnun olmuştu.
“Dermansız
bir hastalığa yakalanmışsınız. Kendi ağzınızla söylediniz Serhat Bey. Aşk büyük
bir hastalıktır. Hele akıl sağlınızı etkilemeye başladığına göre. Üzülerek
söylüyorum ki, bu hastalıktan kurtulamazsınız.” Demesiyle, Serhat kocaman
sırıtıp.
“Kurtulmak
isteyen kim doktor!” diye bağırırken o sesindeki tatlılık babasını da
gülümsetmişti.
“Ben
kurtulmak istemiyorum ki! Bu aşka bulanayım istiyorum. O kadar âşık olayım ki,
sadece onu düşüneyim istiyorum.” Demesiyle Kemal Bey oğlunun dedikleriyle
kıkırdayıp.
“Koca
adam oldun şu hallerine bak hele!”
Serhat
babasına masumca gülümseyip.
“Bu
tatlı oğlunu neden huzurunuza çağırdınız padişahım?” diye sormasıyla, Kemal
Bey’in aklına gelen şeyle yüzünden gülümseme silinmişti ki, bu da Serhat’ı
hafiften germişti.
“Teyzen,
Amerika’dan gelmiş. İflaslarını tamamen çekmişler.” Demesiyle, Serhat
anlamayarak babasına bakıyordu. Annesi öldüğünden beri asla bir kez bile anne
tarafıyla görüşmemişlerdi.
“Annenin
sana bıraktığı mirası istiyorlar.” Kemal Bey’in üzgün bir şekilde dedikleriyle,
Serhat yüzündeki gülümsemeyi silmeden.
“Annemin
mirası beni ilgilendirir baba. Teyzem nasıl bir düşünce içinde de annemin
mirasını isteyebiliyor?” Serhat bu durumu komik bulmadan edemedi.
Kemal
Bey, oğlunun yüzündeki gülümsemeye bakmadan edemedi. Kendi suçuydu oğlunun bu
kadar mutlu olması. Oğlu sadece mutlu olmayı biliyordu. Asla ağladığını
görmemişti. Annesi öldüğünde bile kollarını açıp gülümsemişti. Ağlamasının
sorun olmayacağını söyleseydi çocukken, oğlunun tek bir duyguya sıkışıp
kalmayacağını biliyordu ama o kadar kederinde boğulmuştu ki, oğlunun
duygularıyla yaşadığı sorunu anlamamıştı. Bir psikiyatrist için en kötü durumdu
bu durum.
“Teyzenin
bazı garip düşünceleri var.” Demeden duramamıştı. Bugün gelen kadının sözleri
hala Kemal Bey’in düşüncelerini rahatsız ediyordu.
Serhat
eğlenceli bir hikâye duymuş gibi, hızla oturur hale gelip babasına tatlı tatlı
bakmaya başlamıştı.
Kemal
Bey oğlunun bu bakışlarına hiç dayanamadığından iç çekip devam etmişti.
“Dediğine göre, sen annenden değilmişsin hahaha!” Kemal Bey’in son kahkahaları
rahatsızlığından dolayıydı.
Serhat
duyduklarıyla kıkırdamadan edememişti. “Peki beni annem doğurmadıysa, kim
doğurmuş?” diye sormasıyla, Kemal Bey’de oğlu gibi gülümseyip.
“İşte
burası daha da ilginçleşiyor, oğlum… Dediğinde göre, annen yani karım doğumda
bebeğimizi kaybetmiş ama teyzenle annem biz üzülmeyelim diye hastanedeki
hemşireye para verip seni satın almışlar.” Demesiyle, Serhat duyduklarıyla şen
bir kahkaha atmıştı.
“Hahahaha!”
Serhat
zorla kahkahalarını bastırırken babasına bakıp. “Baba, teyzeme lütfen söyle
senaryo yazarlığı yapsın. Cidden dizisine yatırım bile yapabilirim. Hata ana
yatırımcı ben olacağım. Bir insan böyle bir senaryo kuramaz.”
Kemal
Bey oğlunun sözleriyle başını sallarken, “Kesinlikle, teyzenden seans ücreti
istemeden tedavi bile edebilirim.” Derken ayağa kalkıp hala gülen oğlunun tam
yanına oturup, oğluna sıkıca sarılmıştı.
Serhat
babasının davranışının farkındalığıyla. “Bir an teyzeme inandın mı cidden mi
baba? Baba, her huyum senken nasıl senin çocuğun olmayayım ben.” Serhat sahte
kırgınlıkla babasına söylenirken, Kemal Bey oğlunun kumral saçlarına burnunu
dayayıp o meşhur yağmur kokusunun içine çekti.
Oğlu,
yağmur gibi kokuyordu. Bebekliğinden beri böyleydi. Hiçbir parfüm kokusu
oğlunun kendi kokusunu kapatamazdı ki, Kemal Bey’de bunu istemezdi.
“Teyzenin
ne kadar ikna edebileceğini bilmiyorsun. Manipülatif bir insandır.” Demesiyle,
Serhat babasının göğsüne başını yaslarken, gözlerini sımsıkı kapatmadan
duramamıştı.
“Biliyorum.
Annemin ikizi. Annem de aynı böyleydi baba. Seni nasıl kendine bağladığını her
zaman anlatırdı.” Demesiyle, Kemal Bey’de geçmişi düşünmeden edememişti.
“Evet,
annenin kopyası. Teyzenle görüşmek ister misin?” diye sormadan edememişti.
Serhat’ın annesinin fotoğraflarına pek bakmadığını biliyordu. Annesinin eski
çalışma odasına bile o günden sonra adım atmamıştı. Sanki annesi hiçbir zaman
orada olmamış gibi davranmıştı. Annesi hakkında sadece geçmişte mutlu bir anı
olarak anardı.
Serhat kısa bir an sessiz kalmış daha sonra
ise dudaklarını aralamıştı.
“Üniversite
sınavlarına çalışıyorum baba. Hem, benim dünya tatlısı bir sevgilim var onu
bırakıp da teyzemin senaryosunun başrol oyuncusu olmak gibi bir derdim yok.”
Demesiyle, Kemal Bey’de oğlunun saçlarını okşayıp.
“Sen
nasıl istersen paşam.”
* *
İki
hafta olmuştu… Özlem’in doğum günün üzerinden iki hafta geçmişti. Serhat
okulunun arka sırasında oturuyordu. Yanındaki oğlana bakmadan edemedi. Cem.
Sıra arkadaşıydı. Saçları kızıldı, gözleri ise koyu maviydi.
Özlem’le
aynı sınıfta değillerdi. O sayısal sınıftayken, Serhat eşit ağırlığı seçtiği
için sınıfları ayrılmıştı. İki senedir ayrı ayrı sınıftalardı.
“Oğlum,
bu kel Ahmet’ten soruları bir şekilde çalmamız lazım! Eşit ağırlık sınıfına
fizik vermek nedir anasını satayım ya!” diye yakınan sınıfın fırlaması Enes’ten
başkası değildi.
Cem
arkadaşını onaylayarak. “Haklısın kanka da nasıl çalacağız adam soru
kağıtlarını namusu gibi saklıyor!”
Serhat
gülüp, önündeki kâğıda ki soruları çözmeye çalıştı. Özlem ona dün akşamdan beri
fizik çalıştırmıştı. Sınavları yarındı ama Özlem sevgilisini tanıdığından iki
gün önceden çalıştırmaya başlamıştı.
“Arkadaş
imkânsız! O kelden soruları alabilen varsa direk gitsin FBI’da işe girsin.”
Diye çığıran kişiyle, Serhat başını sorulardan kaldırıp sınıfın anonsçusu
Ayşe’ye bakmadan edememişti.
“Ayşe’ye
katılıyorum. Alamayız biz o soruları. Kaldık gene!” diyen Ece’den başkası
değildi ki, elindeki telefona hızlı hızlı bir şeyler yazdığına göre yine bir
flört edinmişti kendisine, diye düşünmüştü Serhat.
“Adam
yazıcıdan çalarız diye, bütün soruları evde çıkarıp getiriyor. Manyak lan o
adam!” Sinirle konuşan ise sınıfın en kavgacısı olan Serkan’dan başkası
değildi.
Serhat
arkadaşlarının haline acımadan edemedi. Sınıfları dokuz kişilikti. Özel
okuldaydılar ama en az sınıf onlarınkiydi. En sorunlu öğrencileri bu sınıfa
toplamışlar gibiydi.
“Serhat,
geçen yaptığın gibi alamaz mısın?” diye soran ise Begüm’den başkası değildi.
Begüm okulun magaziniydi. Koca okulda tek kişinin dedikodusunu yapmazdı o da
Serhat’ınki, o da Serhat’ın her şeyini açık açık yaşaması yüzündendi.
Serhat
merakla Begüm’e bakarken, sınıfın geri kalanı da merakla Serhat’a bakıyordu.
“Serhat
ne yaptı ki?” diye soran Cem’le, Serhat konuşmak yerine bilmiş bir şekilde
gülümserken.
“Benim
çıkarım ne olacak?” diye sormasıyla, Enes şokla baktı.
“Alabilir
misin lan! Oğlum böyle marifetlerin vardı ne diye şimdi söylüyorsun lan!”
Enes’in sözleriyle, Ayşe inanamayarak Serhat’ın yanına gidip, Serhat’ın yeşil
gözlerine mavi gözlerini dikmişti.
“Bunca
zaman ajandın değil mi! Biliyordum ulan! Bir insanın bu kadar sakin
olabilmesinin tek sebebi olabilirdi o da ya süper kahramandın ya da ajandın!”
diye çığırırken Ece arkadaşını tutup Serhat’ın yanından almıştı.
“Ne
alaka salak! Serhat’a bizim gibi normal biri! Serhat, kardo bu marifetlerini
bize de söyle bakalım da bizde öğrenelim?”
Serhat
aldığı ilgiyle tatlı bir şekilde gülümseyip.
“Orasını
karıştırmayın siz. Ben getiririm soruları, ama benim bu işten çıkarım ne olacak
onu söyleyin siz?” diye sormasıyla,
“Ne
istersen kardeşim! Sen bizi bu dersten geçir. Var ya, babamın şirketini üstüne
yaparım!” diyen Serkan’la, Serhat gülümseyip.
“Babanın
şirketi babana kalsın… Ben size soruları getireyim, Ece babasının mahzeninden
bana bir tane yetmiş yılık getirirse anlaşırız.” Demesiyle, Ece sırıtıp.
“Oldu
bil… Dur babamın mahzenini nasıl biliyorsun sen?” diye sormasıyla, Serhat ayağa
kalkıp ıslık çalarak.
“Sevgilim
beni bekler!” diyerek sınıftan çıktığında, Cem giden arkadaşına gözlerini
kısıp.
“Ajan
kesin amına koyayım!” diye söylenirken, Ece’de kaşlarını çatmış kapıya
bakarken, Ayşe emin bir şekilde başını sallarken.
Begüm
iç çekip ayağa kalkarken, “Aptallar topluluğusunuz yemin ederim. Çocuğun babası
sosyetenin en ünlü psikiyatristi. Hepimizin annesiyle babasıyla en az bir kez
görüşmüştür çocuk!” söylenerek sınıftan çıkmasıyla,
Serkan
gülümseyip. “Kız haklı abi. Siz ne meraklısınız lan birini ila ajan
edeceksiniz.”
“Biz
buna sekizinci sınıf sendromu diyoruz kanka!”
Enes’in
son sözleriyle, diğerleri bozulmuştu.
Öte
taraftan Serhat’ın gözleri sevgilisini arıyordu. Sevgilisi sınıfında değildi.
Özlem’in sınıfından çıkıp yavaşça dışarıya doğru yürürken, gözleri etrafına
bakıyordu.
Okuldaki
bazı kızlar Serhat’ı beğenmeden edemiyorlardı. Bütün okul Serhat’ın aşkına
şahit olduklarından, çoğu kız Serhat’ın hayranlığına başlamıştı.
Hangi
çocuk, istiklal maaşı okunduktan sonra mikrofonu ele geçirip çıkma teklifi
ederdeki, Serhat Taş’tan başkası asla yapamazdı.
Serhat’ın
koluna giren ince kollarla, Serhat hızla başını çevirdiğinde kumral sevgilisini
görünce gülümseyip.
“Güzelim
nerelerdeydin, kalbim hasretinden atmayı bırakacaktı yakında.”
Özlem
sevgilisinin koluna vurup.
“Okulda
yapma bari Serhat ya!” diye söylenirken, koridorda nöbetçi olan öğretmen,
Serhat’la Özlem’i görmezden geliyordu. Bu iki sevgilinin bütün rezilliklerini
bütün okul bildiğinden artık alışmışlardı. Olağan geliyordu onlar için bu tarz
görüntüler.
“Ne
yapmayayım güzelim?” diye sorarken, sevgilisinin dudaklarına kısa bir buse
kondurup ayrıldığında, Özlem domates gibi kızarmıştı.
“Bunu
işte!” diye sinirle kızarken, Serhat daha çok sırıtmıştı.
“Ama
ben seni öpemeden duramam ki sevgilim! Ben senin öpücüklerinle nefes alırken
nasıl seni öpmeden duramam… Hem ben temas bağımlısı bir adamım!” derken kocaman
sırıtmıştı.
Özlem
sevgilisin sözleriyle tatlı tatlı bakmaya başlamıştı bile. Serhat fırsat bu
fırsattır deyip, sevgilisinin dudaklarından öpüp hızla çalan zille kaçmaya
başladı.
“İyi
dersler aşkım!” diye bağırmayı da ihmal etmemişti.
Özlem
iç çekerken arkasını dönüp sınıfa girmeden önce söylenmeden edememişti.
“Şebek
yemin ederim ya!”
* *
Serhat
elindeki telefona bakarken gülümsüyordu. Sevgilisine bugün işi olduğunu
söylediği için, Özlem ona kızgın mesajlar yazmıştı ki, Serhat bu durumdan
eğlenmeden edemiyordu. Sevgilisi kızdığında çok tatlı oluyordu. Yanında olup
kızgınlığını görmek istiyordu ama arkadaşlarına söz vermişti.
Önündeki
apartman dairesine bakarken iç çekmeden edememişti.
Ahmet
hoca evindeydi. Çocukları da evde olmalıydı. Işıkları yanan daire bakarken
bisikletine daha çok yüklenip, elindeki siyah eldivenlere bakmadan edemedi.
Babasından
sakladığı bir gerçekti. Sadece tesadüfen Begüm’ün öğrendiği bir hastalığı
vardı. Hastalığı konusunda kontrolü elindeydi ama bazen gizlice aşırıyordu.
Özlem’den aşırdığı tokaları saymazsa odasında, küçük bir kuyumcu dükkânı
açabilecek kadar zinet eşya vardı.
Serhat
her zaman çalmıyordu. Sadece gözüne çok hoş gelirse kendisine küçük bir hatıra
olarak alıyordu. Asla insanların önemli şeylerini almazdı. Genelde ortaya konan
kimsenin önemsemediği şeylerdi. Restorandan çaldığı keman şeklindeki tuzluk
gibiydi. Altınlarda çalmıştı ama genelde çaldığını anladığında gidip parasını
ödüyordu. Hastalığının ona getirdiği küçük bir mahcupluk vardı.
Serhat
sürekli bileğindeki klasik saatine bakıyordu. Gözleriyle apartmanı süzerken,
eski apartmanın nostajiliği Serhat’ı daha çok mutlu ediyordu. Çok severdi böyle
eski yerleri. Her zaman bir yaşanmışlıkları olurdu.
Apartmanın
hepsinin ışığı bir saat önce kapanmıştı. Gece iki buçuğa vuruyordu. Sadece bir
katın ışığı yanıyordu ki, içinden o dairedeki insanların onu duymayacağından
emindi. Yavaşça bisikletini kenara bırakıp, hızlı ama sessiz adımlarla
apartmana girmeden önce şapkasını ve siyah maskesini burnuna kadar
getirdiğinde, yavaşça içeri girmişti. Bu ilk kez böyle bir hırsızlık yaptığı
olay değildi ama ilk kez evde birileri varken içeri giriyordu.
Serhat
merdivenlerden sessizce geçerken çömelmişti ki, lambanın ışığının onu
algılamasını istemiyordu. Serhat düşünmeden edememişti. Bazen sensörlü lambalar
Özlem’i tam olarak algılayamıyorlardı. Özlem’in boyunun bu kadar ufak olduğunu
şimdi anlamıştı.
Sevgilisi
ufacıktı. Tam kalbine saklayabileceği kadardı. Ama bu düşüncelerinden Özlem’e
bahsetmeme sözü almıştı.
Serhat
tam öğretmenin dairesine doğru gidecekken, ışığı yanan dairenin kapısının açık
olduğunu görünce kaşlarını çatmadan edememişti. İlk de yüzündeki gülümseme
hafifçe düşmüştü. Ama gözleri hınzırlıkla parlıyordu. Yavaşça içeri girerken,
içerden ses gelmediğini anlayınca adımları cesurca atmaya başlamıştı. Ev
minimal dekore edilmişti.
Kapının
yanında hemen bir portmanto vardı. Kahverengi kaşeden başka bir şey yoktu.
Portmantonun tam karşısında ayna vardı.
Serhat
yavaşça ışıklarının geldiği odaya girdiğinde, gördükleriyle ayağa takılmış yere
düşmüştü.
Yere
düşerken, şapkası yere düşmüştü. Gözleri korkuyla oturma odasındaki halının
üzerinde uzanan kanlı kadın figürle donmuştu.
Eli
şokla ağzına gitmişti. Gözleri ilk defa korkuyla doluydu. Annesinin öldüğünü
sadece babasından öğrenmişti. Son kez görmesine izin vermediklerinden asla bir
ölü görmemişti. Serhat mutluluktan başka bir duygu hissedebildiği için
sevinmeliydi ama şu an korkuyordu. İliklerine kadar korkuyordu.
Serhat
korkuyla ayağa kalkarken ilk defa ne yapacağını bilmiyordu. Beyni boşalmıştı.
Gözleri korkuyla bir yerdeki ölü bedene bakıyordu. Korkuyla bir adım atmıştı.
Kadının
ölü olup olmadığından bile emin değildi ama içten içe biliyor gibiydi. Kadın
ölmüştü. Elindeki eldivenlerden sağ elindekini çıkarıp kadının yanına gidip diz
çökerken, iki parmağını kadının boynundaki şah damarına bastırdığında, kadının
soğuk bedeniyle irkilmişti. Korku dolu yeşil gözleri kadının donuk ela
gözlerini gördüğünde korkuyla fısıldamadan edememişti.
“Allah’ım!”
Hikayelere burdan devam edeceğiniz için çok mutluyum💜
YanıtlaSilsevindim kuzum.
Sil