Hayırsız Evlat - 13. BÖLÜM
Gece Gündüz Göz Yaşı Döken Var Mı?..
"Zalimlik her çağda baş belasıdır..."
Her Şey Bitmek İçin Başlar - Marcus Tullius Cicero
"Seni bu hale getiren kimdi?"
"HAHAHAHAHA!"
Benim gür kahkahalarım odada yankılanırken, gözlerimden yaşlar geliyordu. Bu mutluluktan olan bir kahkaha değildi. İnanamıyordum. Buna inanamıyordum!
Bana her şeyi onlar yaşatmıştı!
Her zerremden tiksinmemin sebebi onlardı.
İnsan kendi bedeninden tiksinir miydi? Ben tiksiniyordum! Her şeyimden! Her yerimden!
Ben gülerken, Kadir Baltacı ise şokla bana bakıyordu.
Bakardı tabi! Keşke onlar her şeyi hatırlasaydı da ben her şeyi unutmuş olsaydım. Ne olurdu sanki?
Kahkahalarımı zorla durdururken hala sesimden hırıltılar çıkıyordu.
"Kus-haha- Kusura bakma cidden. Çok komik bir soru oldu bu." Dememle Kadir Baltacı'nın gözlerinde on beş yıl boyunca gördüğüm o öfkeyi gördüğümde içimi korkunun yerine huzur doldurmuştu.
Alışmış kudurmuştan beter derlerdi de inanmazdım. Bu adamın acımasızlığına öfkesine alışmıştım. Hiç değilse bana ne yapacağını biliyordum. Böyle nazik, düşünceli tavırları beni korkutuyordu. Bunu şu an anlıyordum. Ben bu adamın nezaketinin getirebileceği sonuçlarından korkuyordum.
Bana o alıştığım öfkeyle bakarken, dudaklarımı aralayıp sorusunu düzeltirken, karşımda ayakta dikilen adamın gözleri kapkaranlık olmuştu dediklerimle. Acaba her şeyin sorumlusu sen ve o lanet olasıca ailen! Gidin kendinizi becerin diye bağırsam ne derlerdi acaba? Delirmiş bu derlerdi sanırım.
Delirdim zaten...
"Kim değil. Yanlış soru sordun. Kimler olacaktı o..."
----Yeni Bölüm----
İlyada ve Odysseia'da en takıntılı olduğum tek bir olay vardı. Kral Oedipus olayıydı. Bunu okuduğumda yirmi yaşımdaydım. Cezaevine ablam getirmişti bunu. Komedi gibiydi. Ama on sene boyunca takıntılı gibi tek bir bölümü okumuştum.
Kral Oedipus'un yaşadıklarıyla benim yaşadıklarım aynı bile değildi oysa. Benim yaşadıklarım daha çok Alexandre Dumas kitabından çıkmış gibiydi. Ama benim ne intikam alacak gücüm vardı ne de bana bunları yaşatan insanların peşine düşecek dermanım.
Bu yüzdendi kendimi Kral Oedipus'a benzetmem. O da yaşadıklarına dayanamamış kendi gözlerini oymuştu. Ya ben kendi kollarımı kesmiştim. Ama şimdi eve doğru giden bir arabanın içindeydim.
Yanımda ağlamaktan gözleri kızarmış Banu ablam, önde ise Poyraz abi vardı.
Arabada kısık sesle, This I Love çalıyordu. Sözlerini hafiften duyuyordum ama bu şarkı benlik bile değildi.
Hayatımda hiç aşkı tatmamıştım ki, aşkını kaybeden bir aşkı şarkısını dinleyeyim.
İç çekip gözlerimi camdan dışarıya çevirdiğimde alayla sırıtmadan edemedim.
İstanbul, yedi tepe İstanbul! İstanbul herkese göre değildi. Hele ki, gözü açılmamış bir insana göre hiç değildi. Burası kurtların sofrasıydı. Sabahı ayrı olur akşamları ise gölgenden bile şüpheye düşecek duruma gelirdin. En güzide semtinde bile birinin senin beline sustayı saplama ihtimalinin olduğu yerdi. Mafyasının polise diş geçirdiği yerdi burası. Hırsızının arsız olduğu yerdi İstanbul.
Benim de kâbusum olmuştu.
Yıllarca bu şehrin bir hapishanesinde geçmişti ömrüm. Ne için? Bir hiç için.
Bir hiç. Evet.
Ben boşuna yatmıştım on beş yıl boyunca. Her şeyi boşuna yaşamamıştım. Hani doğrular elinde sonunda çıkıyordu! On beş yıl! On beş yılım! Otuz üç kez intihar girişimi. İki defa makattan ameliyat, altı diş kırığı, kilo kaybı ve en önemlisi haysiyetim kalmamıştı benim be! Haysiyetimi onurumu alıp ayaklarıyla ezmişlerdi!
Ve ben bir şey yapamamıştım. Para her kapıyı açar demişlerdi de ben daha kendi masumiyetimi kanıtlayamamıştım. Param cezaevinde bile işe yaramamıştı. Gölgem başkasının gölgesine değmesin diye dışarıya çıkamamıştım bile ben.
Sindirilmiştim.
Öyle bir sindirilmiştim ki kendi hakkımı aramaya korkuyordum.
Oysa, başkasının hakkı için nasılda cengâver kesiliyordum.
"Geldik."
Banu ablamın kırık ve hüzün sesini duyduğumda düşüncelerimden anca çıkabilmiştim. Başımı kaldırıp ablama baktığımda bana dolmuş gözleriyle bakıyordu.
"Bakma öyle ama. Sanki cenaze çıktı evden." Derken Poyraz abinin açtığı kapıdan dışarıya yavaşça çıkarken, Poyraz abi koluma girmek için atılmıştı ki başımı iki tarafa sallayıp.
"Peder kızmasın Poyraz abi." Dedikten sonra yavaş adımlarla eve doğru adımladım. Oysa bu evde intihar etmeye kalkmıştım.
"Eve daha girmedik biliyorsun değil mi?" Ablamın sorusuyla gülüp önümdeki hapishanemden farkı olmayan evime baktım.
Oysa, hapishanede ne kadar çok da özlemiştim burayı. İnsanın evi huzur bulduğu yerdir derlerdi de inanmazdım. Ben doğduğum evde huzur bulamamıştım ki, bir yerde bulayım.
Sanırım, annenin babanın sevmediği çocuklar huzuru hiçbir zaman bulamıyordu.
Bu tezin kanıtı da bendim.
Canlı kanlı bendim. İçerde beni bekleyen bir canavar vardı. Evdeki rolü baba olan bu canavar benim canımı yakacaktı, biliyordum. Bu zayıf halimle ona da karşı çıkamayacağıma göre. Dayağımı yer kenara çekilirdim.
Hapishanedeki yediklerimin yanında bu hiçbir şey olmamalıydı.
"Nereye gideceğim?"
Bu sorum öyle bir basit çıkmıştı ki ağzımdan ablam donakalmıştı. Ama benim haklı olduğumu biliyordu. Eve gitmeyecektim de nereye gidecektim? Adamın kredi kartlarını kullanarak bir otele mi yerleşecektim? Anında beni yaka paça buraya geri getirecekti.
Ablam kendine gelirken, ben yavaş adımlarla evimizin kapısının önündeki merdivenlere yönelmiştim.
"Baltacılara gidebiliriz."
Ablamın dedikleriyle bedenim donmuştu. Beni gömmek istiyordu. Cidden beni diri diri toprağa gömmek istiyordu bunun başka açıklaması olamazdı.
Kendimi silkelerken hızlı adımlarla merdivenleri çıkmaya başladım. Kollarım ağrımaya başlamıştı bile. Ağrı kesicilerin ömrü buraya kadardı. Sahi benim ömrüm nereye kadar olacaktı?
Kapının önüne geldiğimde kolumu kaldırırken canım acımıştı ama dudaklarımdan ufacık bir inleme bile dökülmemişti. Dökülmeye de gerek yoktu. Buncacık acıya inlersem on beş yıllık acıya alay ederdim.
Zile bastığımda, yedi saniye sonra kapı açılmıştı.
Bora abim açmıştı kapıyı.
"Gazetecilere yakalanmadınız değil mi?"
Beni ne çok sever! Beni görür görmez sorduğu soruya bakın hele!
İçeriye girerken. "Yakalandık. Hata dedim ki, röportaj yapacağım sizinle müsait olduğum bir zaman dedim. Neden intihar ettiğimi böyle anı gibi anlatayım diyorum ha abi?" diye sormamla, abimin alnındaki damarları belirginleşmişti.
"Geç dalganı zevzek! Babam senin haddini bildirir ne de olsa." Derken hızla kapının yanından çekilip salona girmişti.
Bende tam salona doğru adımlayacakken ablam kolumdan tutmuştu.
"Kunter, girme. Hadi gel gidelim. Poyraz'a söylerim istediğin yere götürür seni. Ne olursun?"
Ablamın bu halleri beni güldürüyordu. On sekiz yıl boyunca yapmadığı ablalığı ben kendimi kestim diye mi yapmaya çalışıyordu? Bilmiyordum ama bana acıdığı kesindi. Oysa, ben kendime bile acımıyordum. Ama ablamı anlıyordum.
Anlıyordum onu. Çok iyi anlıyordum. Ablam babasına karşı çıkamazdı. Babamızdan başka bizim başımızda bir büyük yoktu. Ananem babamın kölesi olmuş durumdaydı. Anne tarafımdan dayım hariç herkes babamın parasından zehirlenmişti ki, Bora abimde aynısını yaşamıştı. Sayer soyadının getirdiği o her yere açılan giriş kartını kimse kaybetmek istemezdi. Ablamda bu yüzden babama karşı çıkamamıştı. Ama ona kırgınlığımın sebebi bu bile değildi; beni kurtarmasını zaten beklemiyordum ama bir kere gelip sarılsaydı da olurdu be. Babamın açtığı yaraları kapatsın demiyordum. Bir kerecik o küçük Kunter'e sarılsaydı da olurdu.
Arkamı dönüp tam ablamla yüz yüze geldiğimde iç çektim. İçeri de kızgın bir boğa vardı. Karşımda ise beni o boğadan kurtarmaya çalışan bir ceylan.
"İne girdik. Bundan sonra geri dönsek de, boğa kokumuzu aldı bile abla. Hem boğanın hedefi birken iki etmeyelim." Dedikten sonra arkamı dönüp yavaş adımlarla salona doğru yürüdüğümde, salondaki dedemden kalma konsolun camlarının olmadığını görünce gülümsemeden edemedim.
Serkan Bey yine ortalığı yıkmıştı.
Yakışırdı beyimize! Keşke evi de yıkıp geçseydi.
Gözlerimi camları olmayan konsoldan alırken salonda en dibe gitmiş olan abime takıldı gözlerim. En dip köşedeki sallanan sandalyeye oturmuş endişeli bir şekilde bar alanına bakıyordu. Başımı sağıma çevirdiğimde viskisini dolduran bir Serkan Sayer görmemle kocaman gülümsedim.
"Hastaneden geldim bir hoş geldin yok mu ya?" diye sormamla, babam başını kadehinden kaldırmış bana bakmıştı.
O bakış var ya o bakış. Normalde olsa beni korkudan titretirdi. Ama şimdi sinek ısırığından farksızdı.
Omuz silkip yavaşça koltuklara doğru yürüyüp kendimi bir tekli koltuğa attığımda, babamın gözlerini hala üzerimde hissediyordum.
Ablamda içeri girip kendini bir koltuğa atarken o gerginliği izlemek zevkliydi. Ablam aslanın karşısındaki bir ceylan gibi tedirgin ve gerginken ben ise sadece oturuyordum.
"Hayırsız evladın tekisin zaten de!.. Gidip bir de kendini öldürmeyi becerememiş olmana hiçbir şey diyemiyorum oğlum biliyor musun?" Babamın sonunda konuşmasıyla başımı kaldırıp yanıma doğru adımlayan babama baktım.
Yüzü katıksız bir öfkeyle doluydu. O mavi gözleri beni toprağa gömmeyi o kadar çok istiyordu ki, bende aynısını istiyordum. Ama Baltacılar izin vermiyor be baba. Ben de ölmek istiyorum.
"Ah, be baba. Ben de aynısını dedim biliyor musun? Ama doktorlar Hipokrat yemini deyip duruyorlar. Bırakın öleyim işte. Ama ila kurtaracaklar!" dememle babamın alnında bir damar şişmişti ama ben kocaman gülümserken gözlerimin içinin dolduğunu anladığımda yutkunup. "Oysa, ölseydim organlarımı bağışlardınız. Ne kadar da merhametli bir insan olduğunu anlatırlardı insanlaralar ama bak şimdi sorunlu bir çocuğu olan umursamaz bir baba oldun. Sahi gazeteciler neler sordular sana? Ya bakma bana öyle, ben hastaneden çıkarken 'neden yaptınız?' diye sordular da. Sana ne sordular diye merak etmedim değil." Kafama yediğim bardakla, içindeki viskiler yüzüme doğru dökülürken, ablamın bağırışları koca salonu inletmişti.
"BABA YAPMA!"
Ablam ne kadar bağırsa da babam bir anda boğazımdan tutuğu gibi beni koltuğa bastırmıştı. Sanırım boğazımda da morluklarla gezecektim.
Rengarenk olacaktım. Gökkuşağı gibi dolanırdım. Onur yürüyüşüne de katılsa mıydım acaba. Elime bayrak almama da gerek kalmazdı. Kendi bedenim yeterdi değil mi?
"Haz alıyorsun değil mi?"
Babamın sinirle sorduğu soruyla kocaman sırıttım. Haz mı alıyordum acıdan? Ulan acı kelimesi beni görse adını değiştirir Kunter ismini alırdı. TDK'ye başvurmalıydım sanırım.
"E-Evet." Dememle, babam iki eliyle boğazıma yapışmıştı.
Gözlerimi babamdan çekip ayakta korkudan ne yapacağını şaşırmış ablama gitmişti. Ah be abla, gitsene buradan. Dışarıda seni seven bir adam varken para için bu çile çekilir miydi Allah rızası için!
"Elimde kalacaksın be! Keşke sen ölseydin de karım yaşasaydı şerefsiz!"
Babam yüzüme doğru bağırırken ağzından çıkan tükürükler yüzüme doğru gelmişti. Ama sözleri tükürüklerinden daha acıydı.
"Ö-Özür dilerim." Dememle babam şokla boğazımı bırakırken, ağrıyan boğazımı bile ovamadan öylece ayakta dikilen babama baktım.
"Özür dilerim doğduğum için." Ciddiydim. Keşke doğmasaydım. Bunları yaşayacağıma ben öleydim de bu adam da huzura kavuşsaydı.
"Özür dilerim baba. Annem ölürken ben yaşadığım için çok özür dilerim." Derken yavaşça koltuktan kalktığımda babam iki adım gerilemişti ki o gözlerinde gördüm sertliğin yerini şok almıştı.
"Çocukken çok dilemedim, Allah'a çok yalvardım baba. Annemi getirsin ben gitmeye razıyım diye çok yalvardım ama elinde kalan bu çürük yumurta işte ne yaparsın!" derken yanaklarımdaki ıslaklık canımı yakmıştı.
Gözlerimi babamın gözlerinden almazken kocaman gülümsedim.
"O yüzden öldürsene beni. Ben hayırsız bir evlat olduğum için bunu da beceremedim. Yaşamayı becermediğim gibi ölmeyi de beceremedim baba. Beni öldürsene! Yemin ederim intihar olarak kayıtlara geçirteceğim! Hadi öldür beni. Sende rahatlarsın bende."
Sözlerimle babam donmuştu. Oysa boğazımı sıktığı gibi öldürseydi ya beni. Azıcık daha sıksaydı ne olurdu.
"Delirmişsin sen."
Babamın dehşetle söyledikleriyle kıkırdamaya başladım, oysa gözlerimden yaşlar yanaklarımda derin izler yapıyordu. Joker gibi olmuştum. Dudaklarımda kocaman bir gülümseme gözlerimde ise derin bir acı vardı.
"Delirdim sanırım." Dememle, babam başını iki yana sallayıp.
"Almanya'ya gideceksin." Demesiyle anlamayarak babama bakarken, ablam babama dönüp.
"Baba çocuk orada ne yapsın? Dilini bilmez ülkeyi bilmez!" Ablamın babama karşı çıkışı beni güldürmüştü.
Benim gülmemle ablam şoka girerken, babam çenesini sıkmış bana bakıyordu.
"Gezmeye gitmiyor Banu." Diyen kişi babam değildi, köşede pusmuş abimdi.
Abime gitti bir an gözlerim. Abim bana acır gibi bakıyordu. El birliğiyle delirtmişlerdi ama yine ben suçlu olmuştum. Komediydi bu durum. Çok acıydı.
"Ne?" Banu ablamın sorusu o kadar saçmaydı ki, buna gülememiştim bile.
Hala anlamamış mıydı?
Beni rehabilitasyona kapatacaklardı. Tımarhaneye sokacaklardı. Medya öğrenmesin diye Almanya'ya tedavi adı altında gönderiliyordum işte. Neyini anlamadın be abla! Gerçek bu kadar apaçıkken.
Babam kızına dönüp. "Tedavi olmaya gidiyor Banu. Artık soru sorma!" Babamın son sözleriyle dudaklarımı dişlemekten başka bir şey yapamazken ablamın gözleri dolmuştu. Neye ağlıyorsun be abla? Bana mı? Belki de bu daha iyidir.
Buradan uzaklaşmak bana da iyi gelir belki. Babam ilk defa benim için iyi bir şey yapıyordu.
"Ne zaman gidiyorum?"
Boğuk çıkmıştı sesim. Oysa mutlu olmalıydım. Herkesten kurtuluyordum. Bir tımarhaneye kapatılarak herkesten her şeyden uzaklaşıyordum.
"Bu gece."
Babamın dedikleriyle başımı sallayıp, koltuğa geri oturdum.
"Baba, daha yeni hastaneden çıktı! Hem Kunter'in bir şeyi bile yok!" Ablamın bağırışları kulaklarımda yankı yapıyordu ama ben yerdeki desenli kaliteli halıyı izliyordum.
Halımızda, hafif çiçek desenleri mi varmış? Bilmiyordum. Yeni öğreniyordum bunu. Oysa yıllarca bu evde yaşamıştım. On beş yıl uzak kaldığım için mi unutmuştum.
"Bir şeyi olmadığı için mi kendisini öldürmeye çalıştı Banu?" Bunu soran babam değildi abimdi.
Abimin sesini ilk defa bu kadar sert duyuyordum. Benim intihar etmeme mi kızmıştı yoksa medyaya rezil olmamıza mı bilemiyordum. Ama kızgındı işte. Benim için endişelendiğinden kızgın olmadığını biliyordum. O benim için endişelenmezdi.
"Bora haklı. Kunter son zamanlar garipti zaten." Diyen babam öyle bir şekilde demişti ki, sanki bugünü yıllarca beklemiş gibiydi.
"Burada yatıralım o zaman!" Banu ablamın sözleriyle başımı yerden kaldırıp yüzüne baktığımda, bana dolmuş gözleriyle bakıyordu.
Ne bekliyordun abla sen? Neyi nasıl bekliyordun bir söylesene! Sence beni burada bırakırlar mı? Olur mu böyle bir şey ha! Burada kaldığım her saniye medya basın herkes haber edecekti beni. Bu işin dibine kadar kazıyacaklardı.
"Almanya'ya giderim."
Benim konuşmamla ablam donakalırken, babam başını sallayıp bar alanına yeniden gitti.
"En doğrusu. Kredi kartlarına falan dokunmayacağım. Bir uyuşturucu hastası gibi muamele göreceksin. Deli yaftasıyla yatırtamazdım seni. Anladın değil mi beni Kunter?"
Babamın sözleri o kadar manidardı ki?
"Medyaya ne diyeceksiniz?" Bu sorum o kadar basit ve normal çıkmıştı ki.
Aslında bu sorunun cevabını biliyordum. Biliyordum işte. Okumaya gitti diyeceklerdi. Ergenlik ilgisi yüzünden intihara kalkıştı! Yurt dışına okumaya gönderdik diyeceklerdi. Medyaya şımarık bir ergen olarak lanse edilecektim.
"Üniversiteye gidecektin zaten." Abimin sözleriyle koltuğun yanındaki ufak yastığı alıp kucağıma çekerken öfkeyle ablama bakmadan edemedim.
Ablam dumura uğramış bir şekilde ayakta duruyordu. Gözleri acıyla bana bakıyordu oysa ben öfkeliydim.
Bak beni kurtardın ne oldu?
Mutlu olacağız sandın sen ha! Bu işin sonunu hiç mi düşünmedin abla? Beni yok edecekler. Bir daha Türkiye'ye bile gelemeyeceğim. Cebime sus payımı başıma da hemşireleri kilitleyip dört duvara kapatacaklardı beni.
Bunun için mi geri döndüm ben?
Bir hapishaneden diğerine gitmek için mi?
Ha!
Kaderim değişmiyordu değil mi?
Değişmiyordu.
Baltacıların baltası beni bir kere kesmişti. Şimdi ise Sayer'lerin soyadı beni boğacaktı.
Boğulacaktım.
Ölecektim.
Evet, ölecektim.
Werther gibi ölecektim. Ölmeliydim. Kafama sıkmalıydım. Bu işi çok uzatmıştım.
Silah bulmalıydım.
Evet, bir silah bulmalıydım. Kafama sıkmak için en mantıklısı buydu. Kafamı dağıtmak için tek yapabileceğim şey buydu.
"Dört duvar bir oda istemiyorum." Derken yastığın püsküleriyle oynuyordum.
Abim bu dediklerimle kaşlarını havalandırmıştı.
"Cam mı? Yoksa daha rahat bir alan mı istiyorsun?" diye sormasıyla, başımı kaldırıp abime tamamen döndüm.
"Beni göndereceğiniz yeri bilmiyorum ama istediğim zaman dışarı çıkabileceğim bir yer istiyorum. Odamı da her yeri açılabilen bahçesi olan bir oda olsa yeter."
Kendimi teslim etmiştim. İnsanın kaderini değiştirebileceği söylenirdi. Çabalarsanız her şeyi başarabileceğini söylerlerdi. Ama olmuyordu. Çok çabalamıştım. Yaşamaya da, ölmeye de! Beceremiyordum işte! Olmuyordu.
Bu lanet olası kaderime teslim olmaktan başka yapabileceğim bir şey yoktu işte.
"Tamam." Abimin sözüyle başımı sallayıp yavaşça oturduğum yerden kalkarken ablam bana inanamayarak bakıyordu.
Ablamın derdini cidden anlamıyordum. Bunca sene susmuştu şimdi mi kıymete binmiştim acaba? Kıymete binsem bile neden böyleydi. Mutlu olması gerekmez miydi? İntihar etmeye kalkıştığım için mi böyleydi? O zaman neden çocukken kendi yaralarımı sararken bir sargı bezi alıp yanıma gelmemişti?
Ablam gözlerini benden alıp etrafına bakmıştı. Bir an abime baktıktan sonra babama öyle bir bakmıştı ki donmuştum.
Ablamın gözlerindeki acının yerini acımasızlık yerleşmişti ama gözleri bir an beni bulduğunda, 'Özür dilerim' der gibi bakmasıyla tek kaşımı kaldırmadan duramamıştım.
Ablam ne için özür diliyordu?
"Gönderemezsin!"
Ablamın güçlü ve sert çıkan sesiyle donmuştum ama ablamın ve babamın kavgasını izlememek için odadan tam çıkacakken ablam kolumdan tutmuştu. Tutuğu yerde dikişlerim vardı. Canım yanmıştı ama dudaklarımı ısırarak inlememi içime gömerken, ablam hiç istifini konuşmaya devam etti.
"Kunter'i gönderemezsin!"
Babam anlamayarak ablama bakarken abim bir anda atlamıştı.
"Banu saçmalama!"
Abimin bağırışının altında tedirginlik mi vardı bana mı öyle gelmişti?
"Dur Bora. Kız kardeşinin bu cüretkarlığının sebebini öğrenmek istiyorum." Babamın sesindeki alayla bu işin sonunda birimizin Serkan Sayer'in dayağına kurban gideceğimizi anladım. Abla benim için değmez. Ben bile kendimden vaz geçmişken kendini bunca yıl koruyan sen benim için bu harlanmış ateşe kendini atma, değmez.
"Baba..." Abimin konuşmasını babamın eli durdurmuştu. Babam elini sus der gibi kaldırmış kızının gözlerinin içine bakıyordu.
Banu ablam yutkunmuş bir an bana bakmıştı ama gözlerimde ne gördüyse omuzlarını dikleştirmişti.
"Cüretkarlığımın sebebini mi öğrenmek istiyorsun baba? O zaman sana şöyle söyleyeyim! Kunter'i gönderemezsin bir yere çünkü Kunter reşit!.. Hayır gelip, kırk altılık raporu aldırtma bana deme! Çünkü Kunter reşit olduğu gibi babası da sen değilsin!"
Ablamın sözleriyle kâbus bir anda gerçekleştiğini anlamıştım. O kâbus gerçek olamazdı! Olmalıydı!
"Ne diyorsun sen anlamadım kızım?" Babamın sesi öyle bir tehditkâr çıkmıştı ki dayak yiyeceğimizi anladım.
Abimin yüzündeki kan ise çekilmiş öylece korkuyla Banu ablama bakıyordu.
Bu şakaydı değil mi?
"Oğluna sor baba... Senin gazabından kurtarmak için nasıl bir masum bebeği çaldığını anlatsın sana!"
Ablamın alay kokan sesiyle ben başımı iki yana salladım. Bu olamazdı.
Bu gerçekleşiyor olamazdı. O kâbus geçek olamazdı!
Babamın gözleri ablamdan Bora abime geçmişti.
"Bora?"
Bu soru değildi. Bu bir soru değildi bu ne halt yedin lan sen demekti.
Bora abim kaçamak bir şekilde bana baktıktan sonra Banu ablama öfkeyle baktıktan sonra babama döndü.
"Saçma..." Abimin sözünü babamın tokattı kesmişti.
Birine vuracağına emindim ama o kişilerin ya ben ya da ablam olacağını düşünüyordum. Ama en yücelttiği veliahdına vuracağına asla tahmin edemezdim.
Babam bir anda Bora abimin yakalarından tutup havaya kaldırdığında, abim korkudan titremeye başlamıştı. O güzel mavişleri sularla dolmuştu.
Gözlerim kısa bir an kolumu sıkıca tutuğundan habersiz ablama gitti. Gülümsüyordu.
Bu durum ona haz veriyordu. Oysa benim canım acımıştı. Ona atılan tokattın acısını bildiğimden canım yanmıştı.
Salak gibi abimle empati yapmıştım.
Düşüncelerimi babamın bağırışları kesmişti.
"Ne demek lan bu!"
Babamı ilk defa böyle görüyordum. Abimin yakasını öyle bir yapışmıştı ki öldürecekti.
"B-Ba-Baba!" Abimin acı ve çaresizlikle 'baba' demesiyle gözlerim daha fazla dolmuştu.
Bende yıllarca aynı bu şekilde baba derdim. Babamın insafına kalmanın ne kadar iğrenç ve korkunç bir şey olduğunu biliyorum. Bu yüzden bu gerçek olamazdı. Bunca şeyi boşuna yaşamış olamazdım ben değil mi? Olmalıydı böyle bir şey. Ben onca şeyi...
Çocukluğum...
Katileri buradayken nasıl böyle bir şey diyebilirlerdi ki? Böyle bir şeyi bunca zaman nasıl saklarlardı benden! On beş yıl boyunca hapishanede ailem beni terk etti sandım ben! Ailem bile inanmazken, el niye inansın dedim ben be!
"Doğru mu lan bu?"
Babamın sorusuyla abimin gözlerine baktım. Babamın elinin altında çırpınırken, zorlukla söyledikleriyle kolumu hızla ablamın tutuşundan çektim.
"D-Doğ-ru."
Arkama bakmadan evden çıkmıştım.
Bu ev benim evim değildi. On beş yıl boyunca ailemin yüzünü kara çıkardım diye düşündüm. Babamın hayırsız evladı oldum sanıyordum. Ben Serkan Sayer'in evladı değilmişim ki!
Hızlı adımlarla bahçe kapısından dışarıya çıkarken Poyraz abinin bağırışlarını duyuyordum ama sanki vücudum buradan uzaklaşmak ister gibiydi. Ne kulaklarım tam olarak duyuyor ne de gözlerim tam olarak görüyordu.
Kollarımdaki sargılarla koşuyordum.
Evimizin olduğu o nezih sokakta hiç düşünmeden koşuyordum. Nereye gideceğimi bilmeden koşmaktan başka çarem yoktu.
Ciğerlerim yanıyordu ama öğrendiğim gerçeklik daha çok acıydı.
Ben o evin içindekiler yüzünden neler yaşamıştım haberleri var mıydı? Baltacıların yaptıklarını sineye çekebilmiştim o hücrede. Kızlarının acısından gerçeği göremiyorlar demiştim. Ama beni dinlemeye bile tenezzül etmeyen ailemin acısı daha çoktu.
Cezaevinde terk edildiğinizi anladıklarında size daha çok acımasız oluyorlardı. Biliyorlardı ki, kimse bu garibanı sormayacak. Ne yaparsak yapalım kimseye de ağlayamayacak derler her şeyi yaparlardı.
Dizlerim dayanamazken ayaklarım birbirine dolanmış yere düşmüştüm. Yüzümü korumak için kollarımı öne uzatırken kollarımda hissettiğim acıyla çığlık çığlık ağlamaya başlamıştım.
Koca villaların önünde çığlık çığlığa ağlamaya başlamıştım.
"KUNTER!"
Ablamın bağırışıyla daha çok ağlarken, ablamın bile ablam olmadığı aklıma gelmişti.
Omuzumda hissettiğim ele yerde dizlerimi kendime çekip cenin pozisyonuna geçmiştim.
"Kunter, yapma böyle ablacım! Özür dilerim! Özür dilerim. Lütfen böyle yapma... Poyraz hadi kaldır. Sargıların kan olmuş."
Ablamın endişeli sesi beni sadece daha çok ağlatıyordu. Ulan hayatımın içine ettiniz!
Bir hayatım da yoktu ya! Ama bir yaşamım var dedim. Kunter Sayer olarak yaşadığım on sekiz yılla ihanet ettiniz lan!
"Banu, arabanın arka kapısını açar mısın?" Poyraz abinin sesi dibimden geliyordu. Gözlerimi sımsıkı kapatmıştım.
Artık bu rezil şeyleri görmek istemiyordum. Ölmek istiyordum. Bugün anlamıştım. O kâbus ben öldükten sonraydı ha! Ne burada hayrım vardı ne de orada!
Beni arabanın koltuğuna yerleştirmişti Poyraz abi. Ben ellerimle yüzümü kapatırken, hıçkırıklarımın sesi kısılmaya başlamıştı.
Araba çalışırken ablamın yanıma değil de ön tarafa oturduğunu bana uzatılan suyla anladım.
"Kunter, ablacım hadi su iç ne olur!"
Ablamın sözleriyle, yutkunurken ellerimi yüzümden çekip ablamın perişan haldeki yüzüne baktım. Pişman gibiydi. Söyledikleri için pişmanlık duyuyordu.
"Ne-Ne zamandır biliyordun?" kısık sesim arabada bir bomba etkisi yaratmıştı.
Ablamın suyu tutan elleri titrerken o maviş gözleri titriyordu. Ama benim merakım bu da değildi. O kâbus gerçek miydi? O Rus mafyası gerçekten aile miydi? Bu nasıl bir kaderdi. Bir beladan kurtulayım derken bir belaya mı bulaşacaktım. Şu hayatta tek bir şey istiyordum, ölmekti. Gömesinler onu da istemiyordum. Kurda kuşa yem olaydı bedenim de yine de ölmüş olaydım.
"Da-Daha yeni... Sen köye yerleştiğinde..." Ablamın sözünü hızla kestim.
"A-Anladım. Peki... Peki, benim öz ailem kim?" Bu soruyla ablamın gözleri de dolmuştu.
Ben ise kabusumda duyduğum isim olmasından korkuyordum. Ablam elindeki şişeyi kucağına koyarken öne doğru dönmüştü. Sanırım gözlerine bakmamdan rahatsız olmuştu. Komedisin be abla! Dünyanın en büyük komedisisin.
Arabanın nereye gittiğini de bilmiyordum. Sahi Poyraz abi bizi nereye götürüyordu? O değil de bu adam beni nasıl taşımıştı kucağında? Düşüncelerim yine birbirine girmişti.
"Bilmiyorum. Daha öğrenemedim. Özür dilerim."
Ablamın dedikleriyle derin bir nefes alıp dikiz aynasından bana kaçamak bakışlar atan Poyraz abiye baktım. Hala göz yaşlarım yanaklarımda yeni bir yol çiziyorlardı.
Acaba, gerçekten de ağlayarak göz pınarlarımı kurutabilir miydim?
"Durdur."
Poyraz abi bu dediğimle hemen arabayı caddenin kenarına çekerken ablam atlamıştı.
"Hastaneye gitmeliyiz! Kunter böyle yapma!" Ablamın bağırışına kocaman gülümseyip.
"Kan sudan yoğundur derler Banu Hanım. Serkan Sayer, Bora Bey'i öldürmeden önce git yardım et bence... Ne de olsa ben el oğluyum. Süt kardeşi bile değiliz." Dedikten sonra hızla arabadan inmiştim.
"Kunter böyle deme!" Ablam arabadan inmiş bana 'yapma' diyordu. Ama onlar bana yapmıştı.
Ulan öldüm ben! O kâbus doğruysa, bana o şeyleri birlikte yaptınız! Baltacılardan neyiniz eksik sizin? Sorarım benim bahtsız kaderim, bu şahısların onlardan neyi eksik?
"Ne demiyim Banu Hanım? Yıllarca!" derken bağırmıştım. "Yılarca bana işkence yaptınız be! Ben daha yüzünü görmediği kadının katili olarak damgalandım!"
Bizim İstanbul'un koca yolunda köşede durup bağırmamız milletin merakına gitmiş olacak ki, bazı insanlar arabalarının camından bizi izliyorlardı. Onlara da seyirlik kısa metrajlı film sunuyorduk burada.
"Kunter, özür dilerim!" Ablamın da bağırmasıyla kahkaha atmaya başladım.
"Niye? Niye kurtardın ki beni? Öleydim de bunları bilmeseydim! Niye söyledin abla?"
Bunları öğrenmeseydim daha mutlu olurdum. Cidden daha mutlu olurdum. Böyle bir şeyi öğreneceğime ölseydim ya! Daha ne kadar acı çekecektim ben? On beş yıl yetmemiş miydi? Bana neler yaşattığınızın farkında bile değilsiniz!
Benim çırpındığımı görmüyor muydu? Ben yaşamak istemiyordum işte. Bunca derdi de yükleyemezlerdi bana!
"Öyle deme Kunter! Ölmekten bahsetme kardeşim!" derken yanıma doğru geliyordu. Köşedeki dubalara doğru gittim. Sırtımı istinat duvarına yaslarken ablamın ağlayan görüntüsü canımı yakmıştı. Ablam hep destek olmaya çalışmıştı bana. Ama aması vardı işte bir kelime baştaki her şeyi götürür müydü? Götürüyordu.
"Ulan! Ulan bir insanın ailesi bile..." ailem bile değillerdi ki! Ben nasıl bir oyunun içine düşmüştüm.
Ablam yavaşça yanıma doğru gelirken elimi kaldırıp dur işaretti yaptım.
"Daha fazla yaklaşma! Allah rızası için daha fazla yaklaşma!" ben bunu derken ablam donmuş öylece bana bakıyordu. Haklıydı da.
Titrek nefesler alırken gözlerim arabalarda dolanmıştı. Ölemiyordum. Ölmeme dahi izin vermiyorlardı. Yaşamama da izin vermiyorlardı. Ailem diyebileceğim, evim diyebileceğim bir yerim dahi yoktu.
Kimsesizdim.
Öz ailem var sanırken, ailem bile değillerdi. Öz kardeşini korumak için benim hayatımı yakmışlardı. Onun canı vardı da benim canım yok muydu? Kunter'in acımaz mı diye düşündünüz? Kunter, Serkan Sayer'in her yaptığına katlanır mı diye düşündünüz? Yanlış düşündünüz. Ben tutunamadım işte.
Olmadı.
Gözlerimi geri ablama çevirdiğimde bana uzanmak ister gibi bakıyordu. Sarılsan da geçmez abla artık. Bu acı geçmez. Yaptığınız şeyin affı dahi olmaz. Beni bitirdiniz! Baltacılarla birlikte bitirdiniz. Bir kemiğim kalmıştı geriye onu da kırıp parçaladınız.
Serkan Sayer haklıydı. Delirmiştim. Sahi, çocukluğum neredeydi? Gözlerimle etrafa baksam da o çocuğu bulamamıştım. O bile gitmişti.
Kolumdaki sargılarla akan burnumu silerken ablamın yüzüne keskin bir şekilde baktım. Bu vereceğim karar beni tamamen bitirecekti ama başka çarem yoktu. Gidecektim buralardan. Aile falan da istemiyordum ben. Ölemiyorsam ölü gibi yaşardım.
"Poyraz abi eve git. Sadece cüzdanımı ve pasaportumu al. Başka bir şey istemiyorum." Dememle, ablam hemen çıkışmıştı.
"Saçmalama Kunter!"
"Neye saçmalama abla! Hayatımı kaydırdınız be! Bırakın artık beni! İstemiyorum hiçbirinizi!"
Benim çıkışımla ablam suspus olmuştu. Gözlerimle Poyraz abiye bakıp.
"Al şu sevgilini de. Ben seni burada beklerim. Hem biraz hava almış olurum." Dememle, Poyraz abinin dolmuş gözlerle bana içi giderek bakması canımı acıtmıştı.
Poyraz abi, ablamın yanına gidip.
"Banu hadi eve gidelim. Kunter haklı." Demiş ve kulağına başka şeylerde söylemiş, ablamı bir şekilde arabaya bindirdikten sonra kendisi şoför koltuğuna geçmeden önce yanıma gelip eşofmanımın cebine bir şeyler koymuştu.
"Bakma bana öyle. Simit çeker belki canın." Dedikten sonra eliyle saçlarımı karıştırıp, arabaya gitmişti. "Ben bir saat içinde gelirim." Diyerek arabaya binip arabayı hızla sürmeye başlamıştı.
Sırtımı istinat duvardan ayırırken göz yaşlarım yeniden peydah olmuştu.
Arabaların çoğu da gösteri bittiğini anlamış gitmişlerdi. Duvara yeniden sırtımı dayarken dizlerim artık tutmamıştı koca bedenimi. Yavaşça yere çökerken kollarım iki yanımda öylece yere değmişti. Sargılarım ruhum gibi kan revan içindeydi.
Ben neden geri gelmiştim ki?
Neden yeniden yaşamama izin verilmişti?
Günahım o kadar büyük müydü ki, daha beter şeyler yaşıyordum. Kaldırımdaki karıncaların çekirdek kabuklarını taşımalarını izlerken elimi zorla kaldırıp göz yaşlarımı ellerimle silmeye çalıştım. Bu yaşadıklarım trajediden başka bir şey olmamalıydı. Ama yaşayan bendim. Canlı kanlı gerçekti bunlar.
"Her kâbusum gerçek oluyor!"
Yorumlar
Yorum Gönder